15. Bölüm | ÖDEŞTİK

Start from the beginning
                                    

Üzerine doğru bir adım attım. "Sakın beni annemle sınama Berkan. Sakın!" dedim dişlerimi sıkarak. "Dünya senin etrafında dönmüyor! Sana söylediklerimden, sadece kendini ilgilendiren kısma takıldın çünkü bencilsin Beray!" Öfkesi bana mı, başkasına mı anlamıyordum. Bir adım daha attım. Ayakkabılarımızın uçları, birbirine temas ediyordu. "Peki, senin kurallarınla oynayalım. Sen ne görüyorsun bu tabloya bakınca?" Arkasına dönüp bir kez daha bakmadı manzaraya.

Düşünmesini bekledim ama bir saniye dahi düşünmeden cevap verdi. "Taş binaların, gökdelenlerin ve gecekonduların içinde yaşayan kadınlar var. Hepsinin hayatı birbirinden farklı ama bir ortak noktaları var. Bir cinayete kurban gittiklerinde, haber kanallarına konu olur. Sonra ölüm yıl dönümlerine dek unutulurlar. Çocuklar var, umutsuz ve mutsuz sokak çocukları. Tek dertleri karınlarını doyurmak ama şerefsizin biri gelir, o masumun ruhuna tecavüz eder ve kimse çıtını çıkarmaz. Adalet, diyorsun ya hani sürekli. Akham kesiyorsun, katilsin sen, diye. Bu ülkede adalet, gerçeklere sağır ve kör olmasaydı ben katil olmazdım." deyip, elimi tuttu. Geldiğimizden beri, elinde sıktığı dosyayı avcuma koydu. Sözleri ruhumda bir oyuk açmıştı. Oyuktan oluk oluk akan kan, ruhuma aitti. "Bu ne?" diye, sordum. Sesim çatallı çıkmıştı, boğazımı temizledim.

Benim manzara dediğim, onun cehennemiymiş.

"Öldürdüm diye, bana nefret kustuğun adamın geçmişi." deyip, elimdeki dosyayı açtı. İlk sayfada adamın bilgileri ve fotoğrafı vardı. Fotoğrafa bakınca, o gece göz göze geldiğim ceset ilişti zihnime. Dosyayı sertçe kapattım. "Bakmak istemiyorum." deyip dosyayı ona uzattım. Yeniden kabus görmekten korkuyordum. "Neden, sende mi sağır ve kör olan kesimdesin?" dedi, alayla beni süzerken. Tek kaşımı kaldırdım. Sinir vucüduma nufus ediyordu. "Hayır. Adamın fotoğrafına bakınca, öldürdüğün ceseti geliyor aklıma!"diye, bağırdım. Başını hay hay anlamında salladı. "Bakma sen. Ben yardımcı olayım." Dosyayı elimden sertçe çekip, aldı. Dosyayı açmadı, muhtemelen ezberindeydi içindekiler. "Aras Koç, 27 yaşında. Dört kez hapishaneye girip, mahkemede tutuksuz yargılanmış. Suçu, her seferinde farklı bir kadını kaçırıp hem fiziksel hem ruhsal taciz uygulamak. Sonra oyuncağından sıkılınca, öldürüp evinin bodrumuna gömüyormuş piç herif! Ona yaptıklarımdan daha fazlasını hak ediyordu!" Kanımın damarlarımda, yavaşlayan akışını hissediyordum. Geriye doğru bir kaç adım attım. "Neden serbest bırakmışlar dört kez?" diye, sordum. Duyacaklarımdan korkuyordum.

"Başkan'ın akrabası. Delil yetersizliği, diye kılıf uydurmuş hakimler." deyip, derin bir nefes verdi sıkıntıyla. Elimi saçlarımdan geçirdim. Duyduklarımı sindirmem gerekiyordu. Tepenin kenarına çöküp, toprak zemine oturdum. Ayaklarım tepeden aşağıya sarkarken, düşmekten korkmuyordum. Ellerimi iki yanıma, toprağa koydum. Rüzgar nemli saçımı dalgalandırıyordu. Başımı geriye atıp, gökyüzüne baktım. Turuncu, en çok gündoğumuna yakışıyordu.

Bir insanın öldürülmesini, içimde aklamaya çalıştım. Kötüydü haketti, güzellemesi yapmak istedim.

Yapamadım. Kim, ne kadar kötü olursa olsun, can almak bir insanın işi değildi. İnsan, azrail değildi. Başımı kaldırıp, ayakta dikilen adama baktım. Ellerini ceplerine koymuş, İstanbul'u izliyordu. "Dünyadaki tüm kötüleri öldüremezsin. Kötü olmaları, senin azrail kesilmeni haklı çıkarmaz." deyip, burukça tebessüm ettim. Berkan, acele etmeden yanıma oturdu. Gözlerime bakıp, elini yanağıma koydu. Başımı, eline yasladım. Gözlerine hüzün çökmüştü. Sözlerinin yaralarıma saplanacak, buz sarkıtları olacağını biliyordum. "Eline aldığın ilk silahı, sende ateşlemedin mi kurtulmak için?" Gözlerimi sıkıca yumdum. Yutkunmak istedim ama yapamadım.

"Aynı şey değil." dedim, gözlerimi açacak cesareti bulamıyordum. "Aynı şey." dedi, yanağımı okşarken. "Kendimi korumak istedim, amacım onu öldürmek değildi." Kendimi avutuyordum. O an, silahı ateşlerken ölsün istemiştim. Sadece iki saniye sürmüştü ama istemiştim. Poyraz'ın kanlı bedeni, gözlerimin önüne gelince gözlerimi araladım. "Katil olmadın, demiştin bana. Ne yaptın ona?" Poyraz, ölmüştü ama bu konuda hiç bir şey anlatmamıştı bana. Pars, eve gelip öldüğünü söyleyene kadar, kendimi kandırıyordum 'yaşıyor' diye. Berkan, elini yanağımdan çekti. "Sen kendini korumak istedin ama kendini koruyamayan kadınlar ne olacak?" Sorumu yanıtsız bıraktı. Her zaman olduğu gibi konuyu istediği yere çekiyordu. Dediklerini, mantık terazim tartıda haklı buluyordu. Kalbim ise, bir cinayeti asla kabul edemiyordu.

Mantığıma kulak kabarttım. "Haklısın." Kalbime bir ok saplandı. Yay, benim elimdeydi. Kalbim, hala haksız görüyordu onu. "Haklı ya da haksız farketmez. Amacım kötülük değil, bunu anla yeter." deyip, oturduğu yerden kalktı. Bana elini uzattı. Gülümseyerek elini tuttum. Beni anlıyordu. Bir cinayete güzelleme yapmamı istemiyordu. Sadece anlaşılmak istiyordu. İçime çöken rahatlamayla, derin bir nefes aldım. "Haklı ya da haksız farketmez, seni anlayacağım Berkan." deyip, ayağa kalktım. Belimden tutup, beni tepenin kenarından uzaklaştırdı.

Arabaya doğru yürürken, gülüşü ilişti kulaklarıma. Durup gülüşüne baktım. "Neden gülüyorsun?" diye sordum, tek kaşımı kaldırıp. Bana yandan bir bakış attı. Gamzesi yine ortaya çıkmıştı. Sadece içtenlikle gülünce ortaya çıkıyordu. "Haksız gördügün halde 'Haklısın' demen, çok komikti." deyip, tamamen bana döndü. Gamzesiyle, ne derdim vardı Allah aşkına? Gamzesini görünce, beynimdeki şalterler atıyordu.

Elimi ensesine koyup dudaklarımı, dudaklarına değdirdim. Ani hareketimle gülüşü donmuş, gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. Aralık dudaklarına, sızan dudaklarım yapbozun iki parçası gibi birbirini tamamlamıştı. Şoku üzerinden atması bir kaç saniye sürmüştü. Öpüşüme karşılık verirken, elini belime koyup beni kendine çekti. Öpüşü yavaş ve arzu doluydu. Dili, dilime ulaştı kıvrak bir hareketle. Gökyüzünü alev sarmış, turuncu bulutlar bize şahit olmuştu.

Gündoğumunun ortasında, İstanbul ayaklarımızın altındaydı ama bizim tek gördüğümüz birbirimizin gözleriydi. Gözlerimi kapatıp, alt dudağını dişledim. Dakikalarca süren dudaklarımızın raksına, nefes almak için son verdim. Göğsüm aldığım derin nefeslerden hızla inip kalkıyor ve onun yapılı göğsüne çarpıyordu. Siyah percemimi nazikçe tutup, kulağımın arkasına sıkıştırdı. Gözlerini ilk kez gün ışığında, bu kadar yakından görüyordum. Kahverengi gözleri, bal rengine çalıyordu. Kokusu ve gözleri, içimde tuhaf bir ahenk yaratıyordu.

"Neydi şimdi bu?" Elini çeneme koymuş, baş parmağını alt dudağımda gezdiriyordu. An'ın büyüsü, bizi görünmez bir halka içine almıştı sanki. Gözlerimi, gözlerinden ayıramıyordum. Sanki, gözlerime, gözlerinden başka yer haram gibi. İçimden geldiği gibi, sonunu düşünmeden hareket etmiştim ama bunu ona söylemeyecektim.

"Ne, neydi?" Hala nefesim düzene girmemişti.

"Beni öptün?" derken, gözleri kısılmıştı merakla.

"İddiada kaybetmiştim." En mantıklı yalanım, King's Cup oynarken kaybettiğim iddiaydı. Belimdeki eli kasıldı.

"O yüzden mi öptün?"

"Öpmese miydim?" dedim, kaşlarımı çatarak. Dudaklarımı öperek, cevapladı sorumu. Tereddüt etmeden, karşılık verirken buldum kendimi. Hafif geri çekilip, alnını alnıma yasladı. Dudaklarımız ayrılmıştı ama bedenlerimiz hala birbirine temas ediyordu. "Ödeştik Ay Parçası." deyip, burnunu buruma sürttü. "Ödeştik." deyip, tekrar ettim sözlerini.

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi alayım Ay Parçalarım?

Bölüm biraz kısa oldu ama yeni bölüm uzun olacak ikisi dengeleyecek birbirini.

Berkan'ın, Mehir'e 'Ay Parçası' değil de 'Ay Parçam' dediği bölümleri iple çekiyorum bende sizin gibi.

Yeniden satırlarda buluşalım Ay Parçalarım <3

Yorum yapmadan geçmeyin, düşüncelerinizi duymak için sabırsızlanıyorum!

İnstagram: therimedru

KAN VE ZEHİR Where stories live. Discover now