1-Işık ve Izdırap

Start from the beginning
                                    

Yüzü hayrete büründü. "Asıl sen ne yaptın? Ne yaptığını hatırlıyor musun?"

"Elbette hatırlıyorum!" diye parladım. "Peki sen bana verdiği sözü hatırlıyor musun?"

Kaşları çatıldı. Elbette bunu beklemiyordu. Belki de çoktan unutmuştu. "Ne sözü?"

Bıkkınlıkla nefes verdim. "Benim adıma karar vermeyecektin, hatırladın mı? Ve şu yaptığına bir bak!" derken kollarımdaki bandajları gösterdim. Sesim artık bitkin ve duygusuzdu. "Beni cehenneme geri sürükledin."

Adrian bu tavrımdan dolayı hem endişeli hem korkmuş görünüyordu. "Neyden bahsediyorsun?" Bir elini saçlarından geçirdi. Deri eldiven ona vuran güneş ışığında parlıyordu. "Hazel, sen..."

Sözünü kestim. "Tek istediğim buradan kurtulmaktı! Neden beni rahat bırakmadın?"

Yutkundu ve çenesi dikleşti. "Seni öyle bırakabileceğimi mi sandın?" Ses tonu sahiciydi. Acı vericiydi.

"Beni durdurken bunu kendi kendime yaptığımı biliyor muydun?" diye sordum korkutucu bir sakinlikle.

"Ne fark ederdi?" Bu sefer onun sesinde de hiddeti duyabiliyordum. Beklediği karşılama hiç de böyle değildi anlaşılan. Güzel, diye düşündüm. Acımasındansa öfkesini yeğlerim.

"Biliyor muydun?" diye üsteledim.

Gözlerime baktı. Bir yalvarış. Gözlerimi kaçırmadım ve sonunda omuzları düştü. "Evet," dedi pes edercesine. "Biliyordum."

"O zaman beni rahat bırakmalıydın."

Bu sefer sesi nispeten yükseldi. "Yapamazdım! Bunu kendin seçmiş olsan da olmasan da Hazel, hiç kimse böyle bir sonu hak etmez."

Ağzımdan çıkan beklenmedik kahkaha odanın çıplak duvarlarında yankılandı. "Sen ne bileceksin, Gruber? En ufak bir şey bildiğin yok ancak sen," derken işaret parmağımla onu gösterdim. "burnunu sokmadan duramadın! Ne cüretle benim ölüp yaşamama karar verebilirsin? Ben kontrol etmeye çalıştığın abin falan değilim."

Adrian gözlerini sımsıkı kapatıp derin bir nefes aldı. "Ne yani," dedi sonunda hayretle ellerini iki yana açarak. "Seni ölüme mi terk etseydim?"

"Evet!" diye patladım ben de aynı sinirle ses tonu ile. Hayal kırıklığına uğramış gibi görünen yüz ifadesine baktım. "Ne bekliyordun, sana teşekkür mü etmeliydim? Merhametli Adrian Gruber Bağdat'tan gelen zavallı Hazel'i ölümden kurtardı!" dedim alayla. Ağzını açacak gibi oldu ama benim söyleyeceklerim henüz bitmemişti.

"Artık beni sana bağlayan bir şey yok." Sözcükler ağzımdan çıkarken amacım onun canını yakmaktı. Ama en çok onun canını mı yoksa kendi canımı mı yaktığımdan emin değildim.

Kısa bir sessizlikten sonra, "Anlaşmamız sona ermedi," dedi düz bir sesle. "Ben hala Hans'ın Bağdat'ta ne yaptığını öğrenemedim."

Ağzım şaşkınlıkla açıldı. Ona dik dik bakarken gözlerimi kırpıştırdım. "Bu muydu yani?" Artık sesim yükselmişti. Ona resmen avaz avaz bağırıyordum. Yorgunluğumu ve kollarımdaki acıyı bu sefer umursamadan ayaklanıp üzerine yürüdüm. "Derdin bu muydu? İstediğin cevapları alamadığın için mi beni ölmeye bırakamadın?"

Adrian'ın da gözleri de şaşkınlıkla açılmıştı. Böyle bir suçlamayı beklemediği her halinden belliydi. Ancak o cevap veremeden yorgun düşmüş bedenim beni yarı yolda bıraktı ve titreyen bacaklarım beni ayakta tutmayı reddetti.

Elim ayağım boşalmışken beni yere yıkılmaktan kurtaran şey Adrian'ın beni belimden nazikçe saran kolları oldu. Deniz meltemini andıran tanıdık koku ciğerlerime dolarken titrek bir nefes aldım ve kollarına sımsıkı tutundum. Düşmemek için.

"Tanrı aşkına, Hazel," diye fısıldadı beni geri yatağıma bırakırken. "Bir kez olsun işleri kolaylaştıramaz mısın? Bana ne oldu anlatamaz mısın?"

Başımı sertçe ona çevirdiğimde irkildi. "Sana hiçbir şey borçlu değilim. Benimle alakalı hiçbir şeyin kolay olmayacağını çoktan anlamalıydın!"

Çıkışmam üzerine o da parladı. "Bunu şimdiye kadar anlamadım mı sanıyorsun, ha? Seni dansa kaldırdığımdan beri biliyordum başıma sadece daha fazla bela sardığımı."

"O zaman neden benim için geldin?" diye hırladım.

Adrian eldivenlerini çekiştirdi. "Geldim, çünkü..." Bakışları bir anda duruldu. Gözlerinde köpürüp taşan dalgalar dindi ve ben bir anlığına berrak suyun ardında birini gördüm. Yüzünü çok nadir gösteren birini... "Çünkü seninle bağları koparma düşüncesine dayanamadım."

Gözlerim kısıldı. İçimde yaşanan her şeye dair biriken bütün gerilim vücuduma doldu ve sözlerim aramıza yıldırım gibi düştü. "Ne oldu, iki baloya götürdüğün kıza hemen gönül mü kaptırdın yoksa Gruber?" dedim kışkırtıcı bir tonda. Bunu dediğim için belki pişman olacaktım ama umurumda değildi. O an her şey çok fazlaydı. Allah kahretsin. Ölü olmalıydım. Ama buradaydım ve enkazdan beter halde hayatım omuzuma bir yük olarak bir daha binmişken bir de karşımda ondan bir itiraf duymak... Çok fazlaydı.

Adrian öfkeli gözlerini benimkinden ayırmadı. Konuşurken sesi korkutucu derecede salindi. "Gözlerime bak." Ona itaat ettim. Zaten gözlerine bakmayı her zaman sevmiştim. "Ve bana karşı hiçbir şey hissetmediğini söyle," dedi. "Beni yanında istemediğini söyle, Hazel. Ve tek kelime etmeden çıkıp gideyim." Sesindeki savunmasızlık kalbimi sıkıştırdı.

Dişlerimi gıcırdattım. Gerçek şuydu ki, diyemezdim. Onu istediğimi inkar edemezdim. Ama bu artık onu istemek ya da istmemekle alakalı değildi. "Seni bencil budala," dedim cevap vermek yerine.

"Ah! Ben miyim şimdi bencil olan?"

"Aç gözlerini artık!" diye haykırdım. "Hislerimin bir önemi yok artık!" Bileklerimi ona doğrulttum. "Bunları görüyor musun? Hislerim bana bunu yaptı! Sevgi ve güven," dedim sesim titrerken. "Beni bu hale getirdi." Sesim gittikçe daha da soğudu. "Karşıma geçmiş sana minnettar olmamı isteme."

Adrian sessiz kaldı ve uzun uzun beni izledi. Gözlerindeki durgunluk gitmiş ve kıyıyı sarsan köpüklü dalgalar geri gelmişti. Su bulanmıştı. Onu ben bulandırmıştım.

Sonunda, "Dinlen," dedi. "Bu konuşma burada bitmedi." Ve cevap vermeden çıkıp gitti.

Gözyaşlarına boğulmam bir kalp atışı kadar bile sürmedi.


Sizce Hazel sinirlenmekte haklı mı?

Oy verip yorum bırakarak kitaba destek olmayı unutmayın!

Viyana'nın FısıltılarıWhere stories live. Discover now