"Fakat bunu sırf benden önce davranmak—"

"Fay." Derin derin nefes alırken havada asılı durup durmadan kendi kendine karışan kahvesini yudumladı. "Yaşlı bir cadı olabilirim. Ama hala neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt edebilecek kadar aklım yerimde. Üstelik Pietro'yu tanırım. En iyi iki asistanımı bu dönemde çalışmalardan ayırmak, kendime yapabileceğim en büyük kötülük olur. Beraber işleri daha hızlı hallediyorsunuz."

"Ama, efendim, kabalık ya da saygısızlık etmek istemem. Ancak bana verilen sürenin henüz içinde olmamıza rağmen, ben işi bitiremeden Pietro'yu yolluyorsunuz. Kabul ediyorum, bazen zamanı ucu ucuna yakalıyor olabilirim ama Pietro'yu sorumsuz ve savsak olduğumu düşünerek yollamanız— hem de kitapları toplamak kadar basit bir işte, biraz çalışma hevesime dokunuyor."

DuBauer yüzüme dik dik baktı. Kaşları düşünürken çatılınca alnındaki izler daha belirginleştiler. Orman yeşili gözlerinden geçen düşüncelerden hiçbirini net yakalayamadım.

"Ben hiçbir zaman Pietro'yu yollamadım ki," dedi hala düşünceli görünürken. "Birkaç kez yanında- senin ilk ile başladığın zamanlarda- eğer tarihi geçirir ve zamanında işlerimi halledemezden iyi fırçalanacağından bahsettim sadece. Pietro'yu neden böyle işlerle meşgul edeyim zaten- tekrar size hatırlatıyorum ki hala yapmadığınız- yapılması gereken tonla iş varken! Her neyse çok uzadı konuşmamız. Kızlarımın Noel hediyeleri alınması gerekiyor. Konusu açılmışken."

"Pietro bunu yapmamış mıydı?"

"Hediye istekleri değişmiş," başını iki yana sallayıp hayıflanırken bir an koskoca Profesör DuBauer bana anne tarafını da göstermişti. Etrafına bu kadar sert olurken kızlarını şımarttığını görmek... şaşırtıcı ama keyif vericiydi de. "Tekrar gitmesi gerekecek. Aranızda hanginizin daha az işi varsa o gitsin. Benim tüm bu kağıtları okuyup, tarihlerini işaretledikten sonra imzalamam gerekiyor. Belki de bunca yıldan sonra Mugglelar haklılardı. Gerçekten de her şeyi büyüyle halledemiyor olmamız ne acı. Şimdi... hadi çık, çık, çık. Çalışmayan büyücü sevmem, bilirsin Barnes."

Elini salladıktan sonra kendimi kapının dışında buldum. Cinlerden biri de kapıyı yüzüme çarptı. Bu hareketle tüm saçlarım ve hırkam yellendi. Kirpiklermi kuru havayla kırpıştırdım.

Pietro'ya söylememişti. Daha önce. Hiç.

Nasıl?

Hayır. Buna düşmeyecektim. Duygusal düşünmemden hayıflanan sonuçta DuBauer iken ne diye şimdi ne diye aksini yapacaktım? Ama taşlar yerine oturmamakta çok inatçılardı. Ölmemi umursamayacak Pietro bir yanda, azarlanmamam için bana DuBauer'in onu yolladığını söyleyerek işimi halletmeye gelen Pietro bir yandaydı. Ortadan ikiye mi bölünüyordu?

Bu çok saçma. Pietro bu denli iki yüzlü olmak için fazla mantıksaldı. Üstelik bencil, bireysel ve iş etiğine fazla değer veren biriydi. Dün bana ne denli yok olmamı dilediğini söyleyen kişiyle, DuBauer'in bahsettiği kişi aynı olamazlardı. Elbette DuBauer bilmezden geliyordu. Bu çok daha mantıklıydı. Bizi ayırmak istemiyordu. İşlerini en iyi, en hızlı biz beraberken hallediyordu.

Uzun merdivenlerden, belime gelen cam trabzanlardan aşağı baktım. Pietro önüne gelen saçları elini geçirip geride tutmaya çalıştı. Tüylü kalemini atıp bir şeyler mırıldandı. Buradan bakınca o kadar da korkutucu, soğuk, kocaman bir buzdolabı gibi görünmüyordu.

Derin bir nefes aldım.

Sadece birkaç ay. BBE'ne sen gireceksin. Ve onu bir daha görmeyeceksin.

Merdivenleri inip masamın başına oturdum. Pietro başını kaldırıp bana baktı. Ona bakmıyordum fakat gözlerini diktiğini fark edebilecek açıdaydım. Ne zaman başımı kaldırsam, onunla yüz yüze gelebilecek şekildeydi masam. Sanki tüm evren, bana bu işi bırakmam için sinyal yolluyordu.

Literati // Ravenclaw Where stories live. Discover now