bölüm 5, gençlerin arası, part 2

758 85 155
                                    


Jin Ling, Bulut Kovuğu'ndan nefret ediyordu. Nefret ediyordu. Özellikle de kışa bu kadar yaklaşmışken, dışarısı biraz fazla soğumuşken ve burada yapabileceği gerçekten de hiçbir şey yokken.

Yapacak bir şeyler bulmak için kendi başına bir yerlere gitmeye devam ediyordu -tavşanlar zaman geçirmek için mükemmel bir yöntemdi ama yine de soran olursa bunu asla kabul etmezdi- ve son zamanlarda en sevdiği şey sadece etrafta dolaşmak ve buradaki dağların her köşesini öğrenmekti.

Mükemmel bir yerdi, kabul ediyordu. Ayrıca, belki de en büyük faydası devasa olmasıydı. O kadar büyüktü ki yürüyüşlerinde asla biriyle karşılaşmıyordu, zamanını yalnız geçirmekte özgürdü.

Bu yüzden, tenhadaki ağaçlıklardan birinden sola döndüğünde açıklık alanın ortasında sadece büyük, çamurlu bir göl değil de birbirine kavuşturduğu ellerine sessizce bakan Hanguang-Jun'u da bulmak onda böyle büyük bir şaşkınlık yaratmıştı.

Jin Ling durakladı. Hanguang-Jun'dan korkuyor değildi, gerçekten. Korkmuyordu. Ama eğer kaçınabilecekse onunla yollarının kesişmemesini tercih ederdi. Adamın sürekli yapacak başka şeyleri olduğundan ve amaçsızca dolaşacak biri gibi gözükmediğinden bu o kadar da zor değildi. O kadar yerin içerisinde onu burada bulmak kesinlikle beklenmedikti.

Jin Ling, Hanguang-Jun bunu anlayabilecek türde biri olduğundan onun varlığını çoktan fark etmiş olduğuna emindi. Yine de ona bakmak için tek bir kasını bile hareket ettirmemişi.

Basitçe geldiği yoldan geri dönmesi ve ayrılması kaba mı olurdu diye merak ederken Şef Kültivatör başını ona doğru döndürmüş ve eğmişti.

Sikeyim. Şimdi kesinlikle onunla konuşmak zorundaydı.

Jin Ling beceriksizce birkaç adım daha yaklaştı ve selamlamak için eğildi, çok korkmuş gözükmemeye çalışıyordu. Yüzündeki hastalıklı bükülmenin sonuncunda kendini beğenmiş biri gibi gözüküyordu, ki bu ideal değildi ama korkmuş gözükmekten daha iyiydi.

Yalnızca "Hanguang-Jun," dedi.

Hanguang-Jun aynı tonla cevapladı, "Jin Rulan."

İşte o zaman Jin Ling elindeki tohumları fark etti. Onları anında tanımıştı. 

Kendini durduramadan önce neşeyle "Nilüfer tohumları!" dedi. Bir anlığına gözleri genişledi,  belki de sesinin fazla çocuksu bir tonla çıkmasına izin verdiğini düşünerek, tekrar olgun çıkması için tonunu alçaltmak için savaştı. "Hanguang-Jun onları yiyecekse, çiğken yemesi en iyi yolu olmaz. Dayım da onları çiğ yiyor ama kızartınca tohumların çok daha lezzetli olduklarını buldum."

"Onları yetiştiriyorum," Söylediklerini görmezden gelmişti, kafasını sallayarak önlerindeki gölü işaret etti. "Burada."

"Burada mı?" Kaşlarını çattı. "Yapamazsınız."

Hanguang-Jun ona bir kaşını kaldırdı. Ya da en azından Jin Ling öyle yaptığını düşündü. Söylemesi zordu ama o titreşmeyi az da olsa görmüştü.

"Demek istediğim, burası çok soğuk. Göl iyi gözüküyor ama kış yaklaşıyor, büyümelerinin hiçbir yolu yok."

Hanguang-Jun başını salladı, sonra cübbesinin içine uzanıp, hepsi kırmızıyla yazılmış bir avuç dolusu katlanmış tılsım çıkardı. Jin Ling karakterlere bir bakış attıktan sonra anında tanımıştı.

"Ah, Wei Wuxian'ın güneş tılsımları mı?" diye sordu. Bir gün, Bulut Kovuğu'nda yediği lezzetsiz bir yemekten sonra biraz kırmızı biber almak için gizlice Wei Wuxian'ın bahçesine girmiş ve tılsımları etkinleştirilmişken görmüştü.

call me home and I'll build you a throne // wangxianWhere stories live. Discover now