B.42.

133 20 63
                                    

Selam...

Elleri ceplerinde ve benden metrelerce uzakta bir grup öğrencinin önünde kendi halinde hantal adımlar atarak yürüyen yeni çocuktan başkası değildi. İçli bir nefes alıp verdim. İtiraf etmeliyim ki, soluk borumu yakan sabahın ayazı kadar yakıyordu onun benden uzak kalmak istemesi.

Ne hikmetse ben gibi o da bu sabah erkenciydi. Zıt kutuplar birbirini çeker derler ama biz kesinlikle zıt kutuplar değildik. Onun için birbirimizi çekmemiz olasılık dışıydı çünkü ikimiz de aynı karakterlere sahiptik ve bir arya gelmemiz imkânsız gibi duruyordu. Sezgilerim başka yönde ilerlese de şimdiye kadar edindiğim izlenim bu yöndeydi. Çünkü etrafına kalın duvarlar örmüştü. Çünkü o duvarları kimsenin yıkmasına izin vermiyordu. Bana karşı tavrı ne yönde olursa olsun kararlıydım ve onu izlemeyi devam edecektim.

Tam önümden geçemeye hazırlanırken duruşumu hiç bozmadım. Benim sessizce kendisini izlediğimi görünce başını hafifçe benden tarafa çevirdi. Utangaç bakışlarımız birbirine değince kalbimden vücuduma ince bir sızı yayıldı. "Sana da günaydın!" sesimin tonu insancıl ve yumuşaktı.

Adımları durdu ve bana tuhaf bir yaratıkmışım gibi bakmaya başladı. Bakışlarından rahatsız olmadım desem yalan olur. Sırtımı yasladığım duvardan ayırdım ve ister istemez üstüme başıma baktım, dış görünüşümde bir terslik olmadığına karar verince öne doğru bir adım attım. Benim ona doğru attığım adımdan hiç rahatsız olmamış aksine geri adım atmamıştı. Bu hareketinden cesaret alıp, "Küs müyüz?" diye sordum.

Sorum onu şaşırtmamıştı. Umutlanmalı mıydım? Yok, bu erken bi hamle olabilirdi. Onun değişken bi ruh hali vardı vereceği cevapları önceden kestirmek güçtü. Her ihtimali göz önünde bulundurarak sesiz kalmayı yeğledim. Kapalı dudakları aralanırken bakışlarının güzergâhı değişti. "Olmamız mı gerekiyor?"

Bu nasıl bi cevaptı ya? Hem beni kendisine yaklaştırmayan kendisiydi hem de ters köşe yapan kendisi. "Ne bileyim, selamsız sabahsız geçmek isteyince öyle olabileceğini düşündüm."

Karamel rengine bulanmış teni, yanık karamel rengine geçiş yapınca bana sinirlendiğini anlamamak imkânsızdı. Yanık teniyle bütünleşen kara gözleri kendi yuvasını hafifçe çekildi. "Sen kendi adına konuş!"

Of ya, yine başa sardık. Sabah sabah hiç kimseyle didişmek istemiyordu canım çünkü yeterince kafamın içi doluydu ve bu kadar karmaşanın üstüne bir yenisini daha eklemek istemiyordum. "Sen de sözlerinin dozajını iyi ayarla. Bazen cidden çok kırıcı olabiliyorsun. Benim de sabrımın bi sınırı var bunu unutma."

Hiç istifini bozmadan önümden geçip gitti. Bütün soruları cevapsız bırakarak küstahça çekip gitmesi dişlerimi birbirine bastırarak sıkmama neden oldu. Arkasından öfke dolu bakışlar fırlatırken sağ ayağımı sert bir hamleyle yere vurdum. Seni ukala şey, diye mırıldandım soğuktan kuruyan dudaklarımı yalayarak ıslatırken.

Sen bilmiyorsun ama bugün benim doğum günüm moralimi bozmasan olmazdı sanki.

Sesimi duymuş gibi arkasını dönüp bana baktı. Onun arkasından kulakları olabilir miydi? Ben kendi kendime konuşmuştum aramızdaki mesafeye rağmen beni duymuş olmazdı öyle değil mi? Peki ama beni duymadıysa ne diye dönüp bakmıştı. Onunla aramızda gizli bir bağ olabilir miydi? Bütün ihtimalleri kafamın içinden geçirip eledikten sonra, "Hıh" diyerek ona burun kıvırıp arkamı döndüm. Umarım ona karşı yaptığım tavrı anlamıştır.

Onunla uğraşmayı bir tarafa bırakıp bir an önce sınıfıma geçmek için adımlarımı sıklaştırdım. Bunu yapmak istemekterki amacım ne zaman karşı karşıya gelsek bir şekilde moral ve motivasyonumu düşürmeyi başarıyordu. Oysa benim tek isteğim bugünü vukuatsız geçirmekti.

"Komik olan ne?"

Arsız adımlarım O'nun yanından geçmek isterken duraksadı. Biraz önceki tavrımın aynısını tekrarladım. Tavırlı hareketime bakıp gülümsedi. Buna inanabiliyor musunuz bana bakıp gülümsemişti. Sizce de değişken bir ruhu yok muydu?

"Komik olan ne?"

 MİSYONER✓Yarı TextingWhere stories live. Discover now