"Fark etmemişim, meslek aşkı olsa gerek," diye karşılık verince yüzümü buruşturarak ona baktım ve yüzüne yapışmış, ona yakışan alaycı tebessümünü gördüm. Önüme döndüm, asansörün her yeri aynaydı ve ne tarafa dönersem döneyim kendimi, üzerine yerli yerince oturan, düzgün, kaslı fiziğini gösteren takım elbiseli Gökhan'ı görüyordum. Kravatından rahatsız olmuş olacak ki asansörün kapıları açılmadan hemen önce suratını buruşturarak başını sağa sola yatırdığını gördüm. Neyse ki her yerden hava alan kıyafetimle ben oldukça rahattım, ona acımadan edemedim.

Kendimizi en üst kata atarken, "Bu akşam zor geçecek derken neyi kast ettin?" diye aklımdakini soruverdim.

Cevabı fazlasıyla ketum ve sinir bozucuydu. "Her şeyi bilmek zorunda değilsin."

Sesimi yükselterek, "Bana söylediğin için tabii ki bilmek zorundayım," diye sordum.

Benim aksime onun tonlamaları daha sakin, daha yumuşaktı. "İyi öyleyse, ben söylediğim için açıklamak zorunda değilim."

"Aman, açıklamazsan açıklama," diyerek ısrarı kestim ama kurduğu cümlenin birkaç ihtimali zihnimi kurcalamaya devam etti. Ta ki Gökhan'ın Azazel'deki mekanının kendi odasına girinceye kadar. O kadar yüksek tavanlıydı ki dilim tutuldu. Üstelik tavan kubbe şeklinde, tamamen camdan oluşuyordu ve tam tepemizde, bulutların gizlediği ay zorlukla görünüyordu. Dışarıdan bu kubbemsi yapının görünmediğine bakılırsa Gökhan'ın odası Azazel'in tam ortasında yer alıyor olmalıydı.

"Buraya sık sık uğruyor musun?" diye sordum odanın ortasına geçip tavandaki camdan gözüken gökyüzünü izlerken.

Ceketini çıkarıp ense kısmından tutarak masanın karşısındaki siyah koltuğa gelişigüzel attı. "Aylar sonra ilk kez giriyorum," dediğinde başımı indirip sebebini merak ederek ona baktım. Sesli olarak dillendirmek yerine kocaman masasına geçti ve bir çekmeceyi açıp işaret etti. Görebilmek için yanına gittim. Bir sürü ses alıcısı yanan sarı, ufak ışıkları ve uzanan ince kablolarıyla birlikte çekmecenin içindeydi.

"Bunlar da ne böyle?" Konuşmayı bir dakikaya yakın süre sonra akıl edebildim. Ne olduklarını elbette biliyordum, sadece amacı kavrayamamıştım.

"Ses alıcıları," dedi basitçe. "Aşağıda, iş adamlarının gelip toplantı yaptığı bölümdeki masalarda ses vericiler var. Aptal herifler yüksek sesli müzik sayesinde kimsenin onları duymadıklarını zannediyor ancak masalarının göremeyecekleri bir noktasında sesleri filtreleyebilen vericiler var."

Şaşkınlıkla aralanan ağzımı kapattım. "Her akşam bunları dinliyor olamazsın." Adamlarına da güvenip dinlettireceğini sanmıyordum.

"Tabii ki hayır, o kadar boş zamanım yok. Sadece dinlemem gereken insanları dinlemem gerektiği zamanlarda dinliyorum. Bu da çok nadiren gerçekleşiyor."

"Sen delisin," dedim hayretle ses alıcılarının üzerinde gözlerimi dolaştırırken.

"Zeki olduğumu da söyleyen sendin, ben değil." Çekmeceyi kapatmadan önce kırmızı yanan bir vericinin ayarıyla oynadı, sarı ışığını yakmayı başarınca derin bir nefes bıraktı.

Gökhan'ın uzun, deri ve oturduğunda tüm kaslarıma masaj yapıyormuş rahatlığı veren koltuğuna oturdum. "Zeki bir delisin."

Papatyalar Karanlıkta Büyür Where stories live. Discover now