"Hayır, orada tuhaf bir şeyler olduğunu sen de gördün. Üstelik gölde... normalde yapmayacağım şeyleri yaptım."

"İster inan ister inanma, Connie ama doğaüstü bir güç kullanmadan da beni öpmek istemiş olabilirsin. Senin kadar mantık odaklı bir kız için ne kadar absürd geldiğini biliyorum kulağa. Ama insani hislerimizi kabullenmeye başladığımızda bedenimizle bile daha sağlıklı bir ilişkiye sahip oluruz. Şimdi çekil oradan, bavulu doldurmam gerek."

Bavul diye gösterdiği kocaman, demirden örülme danteller şeklinde kilitli olan sandığın üstüne oturmak için aceleyle zıpladım. "Orada yolunda gitmeyen bir şeyler var, Oliver. Christian'ı nasıl açıklayacaksın? Kimse hala bir iz bulamadı."

"Sana ne söylersem sonunda o ormanın peşini bırakacaksın? Lütfen, Connie. Bana tek bir iyilik yapmak istyorsan en azından oradan uzak dur."

"Ama göldeyken hissettiklerim—"

"Tamam," dedi kızgınca beni kesip. "Pişmansın. Anladık. Gidiyorum işte. Sonunda vicdanın rahatlayacak mı?"

Gitmesine sevinmediğimi biliyordu. Sevinecek olsaydım buraya kadar koşarak, ciğerlerim patlayacak gibi acıyla yanmasını hissederek gelir miydim? O da bunu iyi biliyordu. Hareket etmem için kollarını bağdaş yapıp bekledi ama kıpırdamadım bile. Sabrı tükenince kendisi sinirle soluyup beni yumuşak yatağın üstüne attı ama aniden düşme hissiyle yakasını avucumun içine alıp sıkıca kavrayınca o da benimle aşağıya eğilmek zorunda kaldı. Benimkinden birkaç santim uzakta kalan yüzünü incelerken tereyağı yapmak için kovada dövülen kaymak gibi bir kemiklerime bir içime vurup adeta canımı yakıyordu. Oliver kadar büyüleyici bir şeye bakmak her zaman için can yakıcı, yorucu ve insanı tükenmiş hissettiriyordu muhtemelen.

Tekrar dünkü kadar yakınına girince suçun yalnızca ormanda olmadığını da anladım. Ne kadar hala o gölde olmasaydım, onunla aramızda bu tür bir şey yaşanmayacağından emin olsam da onu öpmemek şimdi bir kere tadını almışken çok zordu. Babamın güney gezilerinden getirdiği fotoğraflarda birçok çöl tepesi olurdu. Oliver'ın gözlerini çok andırıyorlardı. Hatta belki volkanları. Göz bebeği her an patlamak üzere olan merkezi, tok acı kahve rengi de kabuğunu anımsatıyordu. Bir erkeğin bu denli güzel, iri ve simsiyah kirpiklerinin olması adil olamayacak kadar Tanrı'nın kendi imzası niteliğindeydi. Camdan içeriye vuran ışık, gümüş kolyesine yansıyınca ışığı gözüme girdi. Kırpmamak için tüm gücümü kullandım. Haç işaretinin süzmesi yüzümde, boynundan aşağıya sarkarkek sallandığı için bir sağa bir sola giderken, oynuyordu. Kestana rengi saçının ön tutamı kirpikleri kadar koyı kalın kaşına düşmüştü. Hala dün öptüğüm kişinin şu an karşımda duran melek olduğuna inanamıyordum.

Gerçi Oliver'da melek tabiri pek ironik duruyordu. Güzelliği meleksi olabilirdi belki ama masum ve saf değildi. Aksine melekleri bile günaha sürüklemek için yaratılmış kadar güzel olacak cinsten şeytaniydi.

Sabunun kokusu gittikçe azalırken, yağmurdan sonra sandal ağacının üstünde kalan tanıdık koku burnuma doldu. Güçlü ve belirgin çenesinin tenimin üstünde nasıl hissettirdiği, buz gibi soğuk vücudunun benimkiyle geçirdiği tek saniyede nasıl ısındığı ve ısınan dudaklarını bana bastırdığı her anda daha da çok bacaklarımın uyuşup beynimin donduğu ana dönmemek için elimden geleni yaptım. Gömleğinin içinde ince bir kol gibi görünse de bedenimi tek koluyla taşıyabilecek kadar güçlü tutuşunu, tenime gömülen uzun ve kemikli parmaklarını düşünmemeye çalıştım. Onun öpüşüne karşılık verdiğimde, dudaklarımdan kesik bir ses çıktığında nasıl ağzının bir gülümsemeyle benimkiler üstünde kıvrıldığını da. Saçlarının gür olmasına rağmen ipeksi dokusunu ve üçgen burnunun omzumla boynum arasına gömülüp gıdıklaması—

Lake in the MoorWhere stories live. Discover now