İkramlarla ve sohbetle geçen bir buçuk saatin sonunda Turan daha fazla dayanamayarak usulca ayağa kalktı. Üzerinde solcunun gözlerini hissederek koridora çıkıp Meltem'in yakınlarından olan bir kıza yaklaşarak tuvaletin yerini sordu. Kendini lavaboya atıp yüzüne soğuk su çarptıktan sonra boynundaki kravatı biraz gevşetip gömleğinin bir düğmesini açtı. Ezelden beri sevmiyordu kravat takmayı. Kirli sakalını hırsla kaşıyıp sıkıntılı bir nefes aldı. Sonunda lavabodan çıktığında bir çift ela tam karşısında duruyordu.

"Hayırdır? Nişana değil, cenazeye gelmiş gibisin."

Kurtuluş'un sözlerini, gözlerini devirerek karşılayıp "Gözünü seveyim uğraşma benle Kurtuluş, zaten yorgunluktan geberiyorum." diyerek yanından seğirtti. Sadece ciddi olduğunda solcuya ismiyle hitap ettiğinden sarışın bu kez üstüne gitmedi kara oğlanın. Çünkü gerçekten yorgun görünüyordu.
Turan sessizce odaya dönüp isteme merasiminin geri kalanını da buğulu bir camın arkasından izler gibi izledi. Sonunda yüzükler takıldığında herkesten bir alkış koptu. Kara gözleri uykusuzluktan ince ince yanmaya başladığında omzunda hissettiği elle kendine geldi.

"Turan'ım."

Sıcacık bir ifadeyle sırıtan abisine "Söyle abim." derken esnememek için zor tuttu kendini.

"Meydandaki çay bahçesinde eğlence ayarlamış Kurtuluş. Burdan çıkınca gençler olarak oraya gideceğiz."

Yere çöküp isyan etmesine kalan kısacık mesafeyi aşmamak için derin bir nefes alıp başını salladı. Gitmezse abisine ayıp olacaktı ve ona ayıp edeceğine bir gün daha sürünürdü.
Başıyla onaylayıp "Tamam abim." derken gülümsemeye çalıştı, lakin yüz kasları bile yorgunluktan isyan bayrağını çekmişti.

Bir saat sonra mekana giriş yaptıklarında da aynı yorgunlukla, kendini birleştirilmiş masanın en ucundaki sandalyeye attı. Bu gecenin hatırına iki mahallenin gençleri ortak eğleneceklerdi. Bir hafta önce yere serilene kadar birbirlerini yumruklayan gençlerin eğlencesinden nasıl bir şey çıkacağını kendisi de bilmiyordu, tek bildiği çıkacak herhangi bir kargaşaya dahil olmayacağıydı.

"Kardeşim!" Yanına çöken Kürşat'ın geldiğini ancak dibine kadar girdiğinde fark etmişti. Zar zor gülümseyip selamını alırken yanağını eline yaslayıp yavaşça esnedi.

"Bu hal ne lan?"

"Hiç sorma, tükendim soktuğumun memleketinde. Keşke askerden dönmeseydim de her gece iki dört nöbet tutsaydım."

Sözleriyle kahkaha atan kardeşine elinde olmadan sırıttı. Mekana dolan gençler yavaş yavaş boş yerleri doldurana kadar sessizce oturdular. En son gelen Kurtuluş, elinde tuttuğu birlik rakıları garsonun eline tutuşturup ciddi bir yüzle bir şeyler söyledikten sonra etrafa şöyle bir göz atıp uzun masada kendi arkadaşlarının bulunduğu tarafa yerleşti.

Gözleri uzun masadaki yüzleri tarayıp Turan'ın yüzüne çarptığında dudaklarında sinir bozucu bir gülümseme belirdi. Sinirlenmek için bile hali olmayan esmer oğlan garsonun yeni doldurduğu kadehi havaya kaldırıp Kurtuluş'a doğru salladı. Öldürmeyen Allah düşmanına dünür yapıyordu. Onun hamlesiyle iyice sırıtan Kurtuluş, kendi kadehini ona doğru kaldırıp kısa bir çene hareketi yaptı. Turan kadehin tabanını masaya vurup büyük bir yudum aldı bardaktan. Madem kurtuluşu yoktu, keyfine bakacaktı. Masadaki mezeleri tırtıklayarak ve boşalan kadehleri yenileyerek geçen bir saatin sonunda herkes biraz daha gevşemişti. Düşman gençler sırıtarak birbirlerine laf atıyor, kadeh tokuşturuyordu. Arka fonda çalan şarkıya kısık sesle eşlik eden Turan ise alkolün de etkisiyle iyice mayışmış oturduğu sandalyeye biraz daha yayılmıştı. Uzun gövdesini zar zor sığdırdığı masa biraz daha yüksek olsa kafasını koyup uyuyacaktı.

Mekanın sahibi Yüksel, elinde bağlama ile çıkıp geldiğinde Turan Kürşat'ın tuttuğu takıma ettiği küfürleri dinliyordu. Umurunda değildi, ama Kürşat da onun dinleyip dinlemediğini düşünemeyecek kadar kafayı bulmuştu zaten. Yüksel bağlamayı kılıfından çıkarıp masanın diğer ucuna oturduğunda sohbet edenlerin sesi yavaşça yerini sessizliğe bıraktı.

Yüksel tellerin ayarını yaparken Turan garsona işaret verip kadehini gösterdi. Genç oğlan elinde şişeyle masaya yaklaşıp kadehi duble doldururken Yüksel'in sesini duydu Turan. Birisini şarkı söylemeye ikna etmeye çalışıyordu. Kara gözlerini sese çevirdiğinde, ilk olarak sarışının rahatsız suratını gördü. Yüksel'in ısrarlarına başını sallayarak karşı çıkıyordu solcu. Yüksel'i desteklercesine alkış tutan arkadaşlarının ısrarına daha fazla dayanamadığında oflayarak yüzünü ovuşturdu.

Medya*

Turan sadece "İyi." dediğini duyabildi. Daha önce solcunun şarkı söylediğine şahit olmamıştı, zira daha önce beraber içki masasında oturmamışlardı. Yüksel aldığı cevabın etkisiyle sırıtırken bağlamanın teline vurdu. Turan kadehinden büyükçe bir yudum alıp ağzında çevirirken Kurtuluş'un gür sesi doldu kulaklarına.

"Bu yarayı ta ezelden tanırdım,
Bir kaşı karaya kul etti beni.
Ben bu derdi yere çaldım sanırdım.
Bir kuru çalıya dal etti beni."

Bakışları yaşadığı şaşkınlığın etkisiyle irileşirken ağzındaki rakıyı zar zor midesine gönderdi. Her şeyi bekliyordu sarı kafadan, ama sesinin böyle güzel olmasını beklemiyordu.

Gözlerini yumup sarı kirpiklerine kadar titreyerek genizden gelen bir sesle söylemeye devam ettiğinde Turan elindeki kadehi bırakıp kollarını masada kavuşturdu.

"Mendilinde kimin ismi oyalı,
Bilemedim senin aslın nereli,
Söyle güzel bende olam oralı
O kömür gözlerin deli etti beni."

Kurtuluş'un dillere destan aşkını bilmeyen yoktu. Sırf bu yüzden, yıllardan beri kimseye dönüp bakmamıştı sarışın. Turan'ın bu aşk hakkında bildiği tek şey kızın adının Kurtuluş'ta saklı olduğuydu. Sırf kız zor durumda kalmasın diye en yakınlarına bile açmamıştı bu sırrı.

"Yüce dağlar gibi başım kar idi,
Bir incecik yel vurdu da eridi,
Dilim dönse bir kelamım var idi,
Yüreğime bastı yol etti beni."

Solcunun ela gözleri göz kapaklarının arasından gün yüzüne çıktığında, Turan dalgın bakışlarla sarışını izliyordu. Şarkılara konu olan, söyleyenleri titreten aşk ona fazlasıyla uzaktı. Ama buna rağmen, sarının sesindeki özlem içinde bir yerleri yaktı. Kim bilir ne zamandır, nasıl seviyordu ki sesinden taşıyordu sevdası. Alparslan bile sevdiği uğruna böyle delirmişken, Kurtuluş gibi kafadan kontak bir adamın ne hallere düştüğünü tahmin bile edemiyordu.

Bağlamanın teline son kez vuran Yüksel'in ardından ortalık kısa bir an sessizliğe gömüldü. Herkes solcunun sevdasıyla çarpılmış gibi boş boş ona bakarken, Kurtuluş her şeyden habersiz, öylece önündeki kadehi izliyordu.

Şaşkınlığı üzerinden atan Alparslan, koca ellerini birbirine vura vura "Helal kayınço!" diye gürlediğinde ortamdaki elektrik dağıldı. Ritimsiz bir alkış koptu mekanda. Turan da hafifçe gülümseyerek mağrur bir edayla ellerini birbirine çarptı.

Sarışın alkışları ufak bir çene hareketiyle kabul ederken yüzünde masum bir gülümseme belirdi. Bu sahneyi uyuşuk bir şekilde izleyen Turan ise ela gözler kendi gözlerine çarpana kadar kendine gelemedi.

Yüzündeki kıvrımı silmekle sarışına gülümsemek arasında bocaladığı kısa sürenin sonunda, çocuksu bir ifadeyle kendisine göz kırpan Kurtuluş'a uyarak genişçe sırıttı. Ağır bir hareketle kadehini solcuya doğru kaldırdığında sarışının kadehi de kendisi için kalktı. Bugün gülümsediği yüze yarın yumruk atmayacağının hala garantisi yoktu, fakat o an bunu umursamayacak kadar rahatlamış hissediyordu kendini.

*

Gözlerini omzunu dürten kuvvetli bir elin etkisiyle araladığında sanki aradan birkaç dakika geçmiş gibi hissediyordu. Homurtuyla başını dayadığı duvardan ayırıp sırtını dikleştirdi. Tüm uzuvları sızlıyordu yorgunluktan.

"Kalk hadi, herkes gitti."

Sarı solcunun sesiyle biraz daha kendine gelip gözlerini boş mekanda dolaştırdı. Etrafı toplayan garsonlardan başka kimse kalmamıştı.

Homurtuyu andıran bir sesle "Abim nerede?" derken uyuşuk uyuşuk yüzünü ovuşturdu.

"Meltem'i eve bırakmaya gitti."

Masadan yavaşça kalkıp bir de ayakta gerinirken daldığı uykudan iyice sıyrılmıştı kara oğlan. Esneyerek kapıya yürürken tek arabayla geldiklerini hatırlayarak "Hay sikeyim ya." diye söylendi.

Ev çok uzak değildi, ama bu yorgunlukla yirmi dakikalık mesafe bile gözünde büyüyordu.

"Ne oldu?"

Omzunun üstünden sarı kafaya bir bakış atarken "Tek arabayla gelmiştik." diye açıkladı. Kapıyı itip dışarı çıktığında yüzüne çarpan soğuk rüzgarla biraz daha dertlendi.

"Niye sen götürmedin ki? Sanki farklı bir yere gideceksiniz, hayret bir şey."

Kurtuluş'un sessiz kahkahaları gerilen sinirlerini biraz daha bozarken arkasına bakmadan, ellerini kumaş pantolonunun ceplerine sokup yürümeye başladı. Arabayla geldikleri için kabanını bile arabada bırakmıştı. Aşk böyleydi işte, uğruna kardeşinizi bile anadan üryan sokaklarda bırakabiliyordunuz.

"Oğlum ben bırakacağım seni, öyle anlaştık. Meltem'i kendisi bırakmak isteyince ses etmedim."

Sarı kafa gülmeyi anca kesebildiği için o açıklama yapana kadar Turan neredeyse yirmi adım atmıştı. Yürümeyi bırakıp uzun vücudunu Kurtuluş'a çevirirken kara kaşları sinirle çatılmıştı.

"Eve varınca söyleseydin şerefsiz herif. Ben varınca arardım seni."
Kurtuluş alkolün de etkisiyle bir kez daha gülmeye başladığında Turan tereddütle baktı ela gözlere.

"Ulan senin kullandığın arabaya zaten binmem ben. Şu haline bak, ağzımı açsam gülüyorsun."

Ağır adımlarla kendisine yaklaşan sarışının geniş sırıtışı hafif bir gülümsemeye dönüşürken dudakları "Korkma elma kurdu, sarhoş değilim." diye kıpırdandı.

"Ben rakıyı çayla, dinlene dinlene içerim. Beni sarhoş eden senin mallığın."

Başını arkaya atıp bulutlu gökyüzüne baktı kara oğlan. Sanki aradığı huzur oradaymış gibi gözlerini bulutlarda gezindirirken "Allah'ım sen aklıma mukayyet ol." diye soludu.

"Oğlum olmayacak duaya amin diyeni gördüm de olmayan aklına mukayyet olmaya çalışanı ilk kez görüyorum."

Öfke uzuvlarına kan gibi yayılırken başını hızla kaldırıp karşısındaki bedeni sertçe itti Turan. Bütün gece kendisini kışkırtan sarı kafaya daha fazla tahammülü kalmamıştı. Onun darbesiyle bir adım gerileyen Kurtuluş ise öfkeden çok keyif barındırıyordu yüzünde. Elleri montunun ceplerinde, rahatça dikiliyordu.

Bir kez daha ona doğru atılan Turan'ı iki adım gerileyerek savuşturduktan sonra  "Neyse, hadi yürü. Sabaha kadar senle oynayamam burada." diyerek sokağın karşısına park ettiği arabaya doğru yürüdü.

Arabaya binip motoru çalıştırışını hareket etmeden izledi Turan. Sarışın, onun hala olduğu yerde dikildiğini fark ettiğinde siyah Opel'in camını indirip "Hadisene lan!" diye çıkıştı.

"Allah belamı versin bırakır giderim, sürüne sürüne gidersin eve."

Aldığı son tehditle harekete geçen Turan, geri vites yapmış olmasına rağmen yürürken acele etmiyordu. Ağır adımlarla arabaya kadar yürüyüp hala açık camdan kendisini izleyen Kurtuluş'a yumruğuyla el hareketi çektikten sonra yolcu koltuğuna yerleşip iyice arkasına yaslandı.

"Şeytan diyor, git ormana atıp gel."

Kurtuluş'un homurtusuyla keyfi yerine gelen Turan genişçe sırıttı. Şu hayatta hiçbir şey sarı solcunun öfkesi kadar keyif vermiyordu ona. Araba yavaşça harekete geçtiğinde kafasını koltuğun başlığına yaslayıp gözlerini yumdu. Bir hafta önce yumruk yumruğa dövüştüğü, köye kadar şoförlük yaptığı sarışın şimdi kendisini evine bırakıyordu. Hayat insana hiç beklenmedik şeyler yapıyordu işte; düşmanını sana yol arkadaşı, kardeşini düşmana damat yapıyordu.

Araba durduğunda gözlerini yavaşça aralayıp tanıdık sokağa baktı. Gözleri Kurtuluş'u bulduğunda onun da dalgın bir bakışla kendisini izlediğini fark ederek kıpırdandı.

"Ne var?"

Ela gözleri alayla kısılırken "İnsene oğlum. Bir de ne var diye soruyor ya." diye güldü sarışın. Onun uyarısıyla kendine gelen Turan kapıyı açıp aşağı inerken arkasından gelen kısık kahkahaları duyabiliyordu.

Bozuk bir suratla Kurtuluş'a dönüp "Çenen kopsun, siktiğimin malı." diye söverek çarptı kapıyı. Aynı saniye içinde aşağı inen camın arkasında Kurtuluş belirdi.

"Gitsene lan, bir ayrılamadın benden amına koyayım!"

Yüzünde deli bir gülüş olan sarışın, yolcu koltuğuna doğru eğilip "Bende bir emanetin vardı, onu verecektim unutmuşum." diyerek torpidoyu açtığında Turan da arabaya eğildi.

"Ne emaneti?"

Sorusuyla birlikte yumruk halindeki elini esmer oğlanın yüzüne doğru sallarken "Bu, al bende kalmasın." diyerek güldü. Turan daha sarışının çektiği el hareketini sindiremeden gaza basıp geldiği gibi çıktı sokaktan.

size düşeş, ben yek Where stories live. Discover now