Birinci Kısım Bölüm Bir

192 10 46
                                    

Denge taşını ve Claire'in tahta geçişini hatırlıyoruz, değil mi?


Claire

5 Aralık 2019

Günler öylece geçip gidiyordu. Her gün bir şeyleri daha kaybediyordum. Aklım pek yerinde değildi. Zaman zaman öyle bir boşluğa düşüyordum ki sadece beyaz tavanı izliyor ve tüm gün yatağın içerisinde yatıyordum. Git gide iştahımı kesen bu durum, enerjimi tamamen sömürmeye başlamıştı. Kolumu kaldıracak hâlim kalmıyordu. Aiden, her gün yanıma uğruyor ve bir şeyler yemem, konuşmam için beni ikna etmeye çalışıyordu. Eli boş dönüyordu her seferinde. Onun da canını sıktığımı, hatta yanımda olmak isteyen herkesin canını sıktığımı biliyordum ama ne yazık ki içimdeki negatif boşluğa esir olmuş gibiydim. Bir üzüntü bulutuna sıkı sıkıya sarılmış, bomboş gözlerle etrafı inceliyor ve battaniyeme sarılıp kaybolmak ister gibi yatağın içine siniyordum.

Artık gün ışığından nefret ediyor, yalnızca karanlığın gökyüzünü sarmasını ve yıldızların buradan zayıf görünen ışıltısını seyretmek istiyordum. Ancak o zaman kalkıyordum yatağımdan, odanın içinde bir - iki turluyordum; ne düşündüğümü, ne yaptığımı bilmeden öylece adım attığım parkenin damarlarını izleyerek. Ne kadar zayıfladığımı çökük yanaklarımdan, ortaya çıkan elmacık kemiklerimden ve bileğimin inceliğinden ayırt edebiliyordum.

Her şey daha da kötüye gidiyordu. Artık umudumu yitiriyordum. Her şeye ve herkese karşı bir bezginlik duyuyor, yalnızca kaçıp gitmek istiyordum. Kaybolmak, bu dünya üzerinde herhangi bir kimliğe ve işe sahip olmamak istiyordum. Çok uzakta yaşamak, yaşadıklarımdan ve tanıdık tanımadık herkesten uzaklaşmak istiyordum. Herkesin beni unutmasını, hatta kendimin bile beni unutmasını istiyordum.

Hiçbir şey çözüme ulaşmıyordu ve ben gittikçe dibe battığımı hissediyordum.

Kendimi kaptırdığım bu gerçekliğin neden artık gerçekliğine inanmıyordum?

Biliyordum, gördüm. Gördüm ama hatırlayamıyordum. Eski anılarımı da kaybediyordum hatırlayamamakla birlikte, yenilerini zar zor aklımda tutabiliyordum. Kendim bu kadar mecalsizken nasıl üstüme yapışan bu pisliği kazıyacaktım tenimden? Ne kadar keselersem keseleyeyim sonuç aynı kalıyor, hem kese kirleniyor, hem de temizlenmiyordum hiçbir şeyden. Umutsuzluğun beden bulmuş haliydim. Suçlayabileceğim kimse yoktu. Aiden'ı mı suçlayacaktım? Hayatıma girmenle her şey mahvoldu mu diyecektim? Eva'yı mı suçlayacaktım? Anne ve babanın intikamını neden benden alıyorsun mu diyecektim? Gerçek ailemi mi suçlayacaktım: Beni neden dünyaya getirdiniz, neden bıraktınız ya da neden kurallara uyup öldürmediniz diye?

Her şeyi biliyordum ama aynı zamanda bilmiyordum. Gördüklerimin kırıklığı üzerimde, sürekli ağlamak istiyordum, müthiş bir iç sıkıntısının kölesi olmuştum. Zifiri karanlıkta neresi bilmeden süratle koşuyor gibiydim. Hiç çıkış yoktu, hiç ışık yoktu. Hep karanlık ve karanlık... İlerledikçe sonu daha da uzayan ve uzaklaşan bir yoldaydım.

Ağlıyordum, neye ağladığımı bilmiyordum. Bir şeyler beni çok üzüyordu ama ben hatırlamıyordum. Yine de ağlıyordum. İçim açılmıyordu bir türlü. Bu yataktan çıkıp yeniden işe koyulsam, yeniden gün ışığına çıksam her şey düzelir miydi? Hayır, sanmıyordum. Göğsümün ortasına oturan kocaman bir ağırlık vardı, sırtımı ağrıtan bir ton yük vardı.

Şımarık mı davranıyordum? Hayır, hayır. Bir şeyleri gördüm ama kimseye anlatamıyordum. Kendime bile anlatamıyordum. Anlatmak istediğim an benden kaçıyorlardı ve ben, yalnızca ağlıyordum.

Element: HayaletWhere stories live. Discover now