Öncelikle olanlardan ve olacaklardan ben değil, bu ikisi sorumlu: Balaban ve Tunalı. Sizi izlerken sessizce kahkaha atıyorum. Vücutlarında bir damla kalmayana kadar kanları parmaklarımın arasından akacak. Sonra dilimi elime götüreceğim, kanlarının tadına bakacağım ve uyuşturucuyu ilk kez böyle tadacağım. Şimdilik bilmiyorlar ama bu bir bulmaca değil, hiçbir zaman öyle olmadı. Bu bir güç oyunu.

Ben kazanacağım ve ikisini öldüreceğim fakat söylemek istediğim bir şey daha var: ben hiçbir zaman yalnız olmadım. Nefret benden doğdu ve etrafıma da onu yaydım.

❄️

Merve Balaban; 

Duygu karmaşasının bedenimi kolayca terk etmesi mümkün değildi ama hâlâ Gökhan’a sarılıyorken ve o da bana sarılıyorken, en azından kendimi yalnız hissetmiyordum. Hem de hiç. Ayaz kokusunu bastıran hafif kokusunu içime çekmeye çalıştım. O harabe yerdeki ceset kokusunu burun direğimden kazıyıp yerine onun kokusunu oturtmak istedim.

Dudaklarını saçlarımda hisseder gibi olsam da emin olamadım. Belki yine o tereddüdü yüzünden yarım kalmış hareketlerinden biriydi. “Buradan bir an önce gitsek daha sağlıklı olur.” Sesi arka fondan kuvvetle geliyordu. Sarılalı uzun zaman olmasa da birkaç dakika olmuştu. Gökhan hâlâ ne yapacağını bilmediğini istemeyerek de olsa hissettiriyordu. Bir konuda bile olsa, bu kadar bilgisiz ve acemi olduğunu görmek onu gözümde daha insancıl yaptı.

Kollarımı ondan ayırıp derin bir nefes alıp verdim, ardından başımı kaldırıp kasılmış yüzüne baktım. “Orada iki ceset var,” dedim lafı dolandırmadan. “Günlerdir ya da saatlerdir orada olmalılar. Bir ölü ne kadar sürede kokar bilmiyorum ama iğrenç kokuyor ve yine uyuşturucu ile öldürülmüşler.”

Önce eve, sonra elimdeki kemere kısa bir bakış attı, yüzündeki ifade değişmedi. Ki zaten hayatında en çok şahit olduğu şey ölüm olan bir insanın dehşete kapılmasını da beklemiyordum. “İlk önce oraya bakalım, sonra neler olduğunu detaylıca anlatırsın.”

Başımı salladım ve gözümün üzerine düşen avare bir saç tutamını kulağımın arkasına ittim. Yan yana tek odalı eve yürürken gecenin çabucak bitmesini diledim. Yorgunluk damarlarıma akıtılmış cam kırıkları gibiydi. Kilidini elimde tutmaya devam ettiğim kemerle açtığım kapıyı ayağıyla iterek açtı. Daha saniyesinde o iğrenç koku burnuma doldu. Algılarım iyiden iyiye uyandığından mıdır bilmem, sanki şimdi daha da dayanılmazdı. Çürük et, kalmış kan kokusuyla karışık sidik kokusuydu.

Gökhan’ın arkasından içeriye girerken yüzünün aldığı şekilden kokunun onu rahatsız edip etmediğini anlayamadım ancak adımları tereddütsüzce hızını azaltmadan kadınla adamın yanına vardı. “Onlara dokundun mu?” diye sordu dalgın bir sesle. Tüm odağı cesetlerin üzerindeyken cebindeki telefonunu çıkarıp fenerini yaktı.

“Başka çarem yoktu,” dedim omuzlarımı silkerek. “Buraya geri dönüp ölüleri inceleyeceğimizin garantisi olmaz diye çıkmadan önce inceledim ve tedbir almak için uygun bir şey yoktu.”

“Anladım.” Eğildi ve çıplak elleriyle iğrenmeden adamı yüz üstü çevirdi. “O zaman işimiz bittikten sonra burayı yakacağız.”

Papatyalar Karanlıkta Büyür Where stories live. Discover now