Birinci Bölüm

16 3 1
                                    

Gerçekten şimdi sırası mıydı?
Yağmurlu, sisli bir havada yüz kilometrelik yolu arabayla gitmiştim. Yorucu geçen uzun bir yolculuğun ardından nihayet sevgili teyzemin yaşadığı kasabaya ulaşmıştım.
Dakikada iki kilometre hızla gittiğim yolu azalttığım için hızımı düşürmüştüm. Kasaba yolunda kaldırımda insan olmaması içimi rahatlattı, en azından tedirgin olmayacaktım.
Normalde sevgili kocacığımla beraber Los Amgeles'in en görkemli binasında olmam gerekirken teyzemin acil çağrısı üzerine teyzemin konağına gitmek zorunda kalmıştım.
Ah, tabi size kendimden bahsetmedim. Adım Mia Jefferson, yirmi iki yaşındayım. Çok yakında hayalini kurduğum meslek için staj başvurusuna gidecektim. Başka... Kendim hakkımda başka bir şey söylemem gerekirse yirmi bir yaşında evlenmiştim, kocam Andrew başarılı bir CEO'ydu.
Kocamı arkamda bırakmak içimi parçalıyordu. Neyse ki iki hafta sonra Los Angeles'a geri dönecektim.
Arabanın ön camından zar zor görebildiğim yolu şimdi sis tamamen kaplamıştı. Kararlı bir şekilde ellerimi sımsıkı bir şekilde direksiyona sardım.
O an aklıma geldi.
Annem ve kız kardeşimi kasabaya varır varmaz arayacağıma söz vermiştim. Ah, ne unutkan bir hafızam vardı. Bu unutkanlık yüzünden bana kuş beyinli deseler şaşırmaya vaktim olmazdı, çünkü ben bir kuş beyinliydim.
Yol sisliydi ama risk alıp yan koltuktaki çantamın içinde duran cep telefonumu almam gerekiyordu.
Derin bir nefes aldım ve sağ elimle sıkı bir tutuşla direksiyonu tuttum, bir yandan hafifçe eğildim ve sol elimin parmak uçlarıyla çantama dokundum.
Çantamın içinden cep telefonumu aldığım sırada kulağımın dibinde işittiğim ses için başımı panikle kaldırdığımda artık çok geçti.
-Aaa!
Korku dolu çığlığım boşunaydı. Aniden fren yaptığımda araba birden yukarı doğru zıpladı ve birkaç saniye sonra kontrolsüzce yere indi. Zar zor arabanın anahtarını elime aldığımda araba durdu. Hiç vakit kaybetmeden kapıyı açıp araçtan inip aceleyle etrafa bakındım.
Birkaç adım attığımda ayağımın bir adım ilerisinde yerde yatan genç bir adam duruyordu.
Olamaz, şimdi ne yapacaktım?
Ne yapacağımı düşünürken yerde yatan adamın öksürük sesini işittim. Genç adam kendini toparlayarak ayağa kalktı. Burnundan derin bir nefes aldıktan sonra kaşlarını çatarak sinirle bana baktı.
Bir anlığına ne olduğunu idrak etmekte zorlanmıştım. Cesetin kendi kendine dirilmesi gibi bir şey olmuştu.
Ayakta duran genç adamın gerçek olup olmadığını anlamak için ona doğru bir adım attım ve parmak uçlarımla genç adamın omzuna dokundum.
Tanrım, gerçekti!
İşte şimdi başım gerçekten dertteydi!
"Hanımefendi, sizin gözünüzde bir problem var, gözlük kullanmazsanız her insana çarpmanız mümkün!"
"B-ben gerçekten üzgünüm, sizi görmedim! Ayrıca benim gözlerim bozuk değil!"
Güldü.
Alaycı bir tavırla kollarını göğsünün üstünde birleştirdi.
"Sizin gibi bir hanımefendinin sisli bir yol kasabasında ne işi olduğunu sormayacağım, çünkü bu durumda ben de hatalıyım. Sisli bir havada yola çıkmamalıydım."
"İyi olduğunuzu görüyorum ama lütfen sizi doktora götürmeme izin verin!"
"Ah, sizin gibi zarif birinin teklifini kabul etmek isterdim ama maalesef acil bir işim var."
Genç adam, elimi sıktı. Hiçbir şey söylememe izin vermeden sisin içinde kayboldu.
Burada daha fazla oyalanmamak için daha fazla vakit kaybetmeden arabama doğru yürüdüm. Araba kapısını açtım ve sürücü koltuğuna oturdum. Emniyet kemerini taktım, arabanın gazına bastım ve araba çalıştıktan kısa süre sonra oradan uzaklaştım.
...
Sonunda teyzemin evine vardığımda şaşkınlığımı gizlemedim. Küçük bir kasaba evi beklerken karşıma kocaman bir konak çıkmıştı. Ön bahçesi yemyeşil çimlerle kaplıydı, bahçenin köşelerini çam ağaçları sarmıştı. Bahçenin bakımı gözüme ilk çarpan etken oldu, belli ki bahçıvan vardı.
Heyacanlar bir şekilde arabanı garaja çektim ve arabadan çıktığım gibi soluğu konağın ön bahçesinde aldım.
Temiz bir bahçe kokusunu, doğanın kokusunu içime çektim.
Teyzemi en son ziyarete geldiğimde beş altı yaşında falandım.
Uzun zaman geçmişti, hatırladığım bir ortam yoktu artık.
Gözüm bahçedeki çiçeklere çarptı. Elime aldığım sulukla beraber çiçeklerin yanına
yaklaştım. Çiçekleri suladım, okşarcasına elimi çiçeklerin üstünde geçindirdim.
Tam çiçeklerin tadını çıkarırken kendimi nedensizce huzursuz hissedip sağa dola bakınmaya başladım.
Bahçede çiçekler, çim  ve havada uçuşan kuşlar dışında kimse yoktu.
Paranoya yapmaya başlıyordum, saçma bir hisse kapılmıştım.
Gözüm konağın ikinci katın sağ taraftaki oda penceresine takıldı. Perdeler kendi kendine oynamaya başladı. O an tedirgin olmuştum, saçma bir hisse kapılmadığıma ikna olmuştum.
Evde onlarca hizmetçi vardı, perde temizliği yaparken perde mutlaka hareket ederdi.
Tam o sırada arkamda evin hizmetçisi Rosa belirdi.
"Merhaba Bayan Jefferson!"
Seni küçük sıçan!
Rosa'nın tek amacının beni korkutmak olduğunu kıvrımlı ses tonundan anlamıştım.
"Merhaba Rosa," diyerek sakin bir sesle cevap verdim.
"Eşyalarınızı odanıza göndermemi ister misiniz?"
"Tabii..."
Biraz olsun rahatlamıştım, bir an olumsuz düşüncelere kapılıp içim içimi kemireceğim sanmıştım.
Evin hizmetçisi Rosa garaja girdi ve birkaç dakika sonra elinde koca valizlerle garajdan çıkıp konağa girdi. Kısa bir süre sonra tekrardan garaja girmişti.
Yönümü konağa doğru çevirdiğimde yürürken bir silüet arkamdan yaklaşarak omzumu sıkıca tutarak beni kendine doğru çevirdi.
Karşımda kuzenim Ethan'ı gördüm. Ethan'ın bu anormal davranışlarına bir gün uyarmam gerekirdi, yoksa bu davranışı başına bela olabilirdi.
"Selam kuzen!"
Ethan'ın heyecanlı sesine ayak uydurmaya karar verdim. Sonuçta sevgili kuzenimi görme şansı yakalamışken aramızın kötü olmasını istemezdim.
"Ethan? Sen buradasın, ne işin var burada?"
Ethan çocukçu bir tavırla üzgün olduğunu belli edercesine dudağını büktü.
Hafifçe güldüm ve Ethan'ı sakinleştirmek için elimi sağ omzunun üstüne yavaşça koyarak omzumu sıktım.
Ethan bir müddet sonra sessizliğini bozdu.
"Amcamın ticari işleri için gelmiştim, şu tablo..."
Sustu...
Sanki söylememesi gereken bir şey söylemişti.
"Tablo mu? Ethan neden sustun?"
Susmaya devam etti.
Tablo... Nesin nesiydi?
Teyzemin çok sevdiği bir eşya mıydı?
Yoksa eskiden kalma mıydı?
Aklımı kurcalayan sorular giderek artarken ve cevapsız kalırken bu tablo meselesini öğrenmeye karar vermiştim. Yüzümü Ethan'a doğru çevirdiğimde endişeli görünüyordu.
Tablo hakkında bildiği bir şey vardı ve söyleyemediği  ya da söylemek istemediği çok belliydi.
"Devam et Ethan... En son tablo dedin."
"Bak Mia, sana tavsiyem bu tablo meselesini kurcalamaya başlama. O mesele sandığından daha derin..."
Teslim olurcasına ellerimi havaya kaldırdım. Havadan sudan konuşurken yanımıza baba tarafından kuzenim olan Gracie geldi.
Oldukça mutlu gözüküyordu.
"E, nasılsınız gençler?"
Keyifli olması Gracie'ye ait bir şey değildi. Şaşkınlık içinde Ethan'la birbirimize baktık.
"İyiyiz, gördüğün gibi...."
"Ben de çok iyiyim, hatta aşırı iyiyim. Neden biliyor musunuz?"
Cevap beklercesine bize baktığında hayır anlamında başımızı salladık.
Gracie moralini bozmadan saçlarını savurarak konuşmaya devam etti.
"Çünkü Washington Hospital  adlı hastaneye bir iş için başvurdum."
"Sen mi? Ciddi olmazsın," dedi Ethan gülerek. Ardından, "Senin doktor olman için Mia kadar çalışman gerekiyor, o zaman gelince kadar kırk yaşında falan olursun."
"Çok kötüsün Ethan, biraz olumlu bir şey söylesen olmaz mı?"
"Cık, hayır..."
Ethan, Gracie'yi kızdırmayı severdi. Fırsat buldukça gerçekleri yüzüne vurmayı da ihmal etmezdi.
"Haklısın aslında... Mia'ya bak... Sen sevgili teyzeciğimizin en sevdiği yeğenisin, kimse senin yerini tutamaz," dedi  buruk bir şekilde gülümseyerek.
Gururla, "Hepimiz teyzemin biricik yeğeniyiz. Ben sadece sizden daha fazla çalıştığım için oluyor. Aslında geçen gün bir iş teklifi aldım."
Kuzenlerim şaşkınlıkla bana baktı ve tebrik ettiler.
"Tabi sen teyzemizin en sevdiği yeğeni olduğun  için şans hep senin yanında," dedi biraz üzgün biraz da alaylı bir ses tonuyla.
"Saçmaladınız işte, teyzemiz sizi de çok seviyor! Eminim sizin için güzel süprizleri vardır!"
"Yanılıyorsun Mia, ya da farkında değilsin. Teyzemiz ölse bile arkasında bıraktığı tüm mirasını sana devredecektir."
Saçmalıyorlardı iyice!
Teyzemizin evine geldiğimiz için sevinmek yerine şu konuştuğumuz konuya bak!
"Çocuklar, teyzemiz hala hayatta!"
Kuzenlerim utanarak başını öne doğru eğdiler ve hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp yanımdan uzaklaştılar.
Ben de kuzenlerimin arkasından yürüyerek konağa girdim.
Konağın  ön kapısının kalabalık olduğunu görünce arka kapıdan içeri girmeye karar verdim.
Kapıyı yavaşça ittirdiğimde kendimi mutfakta buldum. Yere düşmüş tencerelere basmamaya dikkat ederek mutfaktan çıktım.
Koskoca, kristal eşyaların bol olduğu koridorda yavaşça yürürken koridorun arkasından gelen bağrışma seslerini işittim.
Merak içinde seslerin geldiği en yakın duvarın arkasına saklandım. Konuşanları rahatça duyabilmek için uygun bir pozisyonu bulmak zaman aldı.
Erkek sesi: "Bu bir tek benim suçum değil! Eğer bu işi yapmak istiyorsak bana yardım etmelisin!"
O sırada bir kadın sesi işittim.
Kadın: "Yapamam, anla beni... Eğer bunu yaparsak ve bunu bizim yaptığımız anlaşılırsa..."
Duvardan yansıyan bir erkek figürü kadına sarıldı.
Erkek: "Söz veriyorum sana bir problem olmayacak. Bu işi tereyağından kıl çeker gibi halledeceğiz. Bunu yapmam için yardımın lazım."
Kadın onaylarcasına başını salladı. Yüzlerini, nasıl davrandıklarını yansımadan görüyordum.
Kız: "Mutfakta çantamı unuttum, çantamı alıp geleyim."
Kadının ayak sesleri yaklaşırken geri geri çekildim. Arkadan sandalye düşmesi koridorda yankıladı. Benim olduğum yere doğru gelen kız sıçradı ve arkasını dönüp uzaklaştı.
Ne konuştuklarından bir anlam çıkaramamıştım. Ufak bir ihtimal de olsa belki Ethan'ın bahsettiği tablo meselesiyle ilgili olabilirdi.
İyi bir şey yapmadıkları kesindi, gerisini çözmek için zamana ihtiyacım vardı.
Konuşmalar kesildi ve ikilinin uzaklaşan adım sesleri geldi.
Ayrıldıklarından emin olduktan sonra saklandığım yerden çıktım ve kapıya doğru ilerledim.
Tam o sırada evin hizmetçisi Rosa tekrardan önüme çıktı.
"Tekrardan merhaba Rosa," dedim nazik bir şekilde gülümseyerek.
"Efendim, sizin eşyalarınızı odanıza yerleştirdik. Ve size teyzenizin sizi oturma odasında beklediğini haber vermek için geldim."
"Tamam Rosa, sen gidebilirsin. Ben birazdan teyzemin yanına derim."
Rosa şüpheci bir şekilde gülümseyerek çaktırmadan etrafa bakındıktan sonra yanımdan uzaklaştı.
Buranın sessizliği korkutucu olabiliyordu ve sessizliğe yakalanmamak için bulunduğum ortamı terk ettim ve oturma odasına yöneldim.
Oturma odasının kapısının önünde durduğumda kapının açık olduğunu gördüm. Yalınayak içeri girdim.
Teyzem, şöminenin başında duruyordu ama yalnız değildi. Charles'te oradaydı.
Charles, evin kahyasıydı. Aynı zamanda teyzemin güvendiği birinci kişiydi.
"Mia, gelmişsin! Gelmene sevindim!"
"Evet teyze, ben de geldiğime sevindim!"
"Seni ne kadar uzun zamandır göremiyordum. Seni çok özlemişim," dedi teyzem.
Teyzem yüzünü Charles'e çevirdi.
"Charles, küçük bir kız şimdi kocaman doku. Baksana..."
"Evet, gerçekten de kocaman bir kız oldu," dedi Charles.
Teyzem şömineye bir odun parçası attı ve ateşin içinde yanan odun parçasını izledi, ardından derin bir nefes verdi.
"Mia..."
Sevecen bir tavırla beni odanın köşesinde duran devasa kanepeye oturmaya davet etti.
Kibar bir şekilde gülümseyerek kanepeye oturdum. Teyzem de yanıma oturdu. Teyzem anında ciddi bir yüz ifadesine büründü.
Göz ucuyla Charles'e baktığında Charles odadan çıktı ve kapıyı arkasından kapattı.
Kapı kapandığında teyzem bana şefkatle baktı.
"Mia... Bunu söylemeye korkuyorum ama söylemek zorundayım."
Yutkundu.
Ağzını açıp konuşacağı sırada zilin çınlayan sesi çağrı edici boyuta ulaştı.
Teyzem sinirle iç çekti ve ayağa kalkıp kapıya yöneldi. Kapıyı açtı ve dışarı çıktıktan birkaç saniye sonra gözden kayboldu.
Şu zil...
Acil bir durum olduğunda ve acil durum sırasında evin sahibi bulunamazsa zil çalınırdı. Aksi durumlarda zili kullanmak kesinlikle yasaktı.
Oturma odasının üst katından gürültülü sesler geliyordu.
Merak içinde yerimden kalkıp oturma odasından çıktım ve sesin geldiği yöne doğru yürümeye başladım.
Upuzun bir koridoru arkamda bıraktığımda karşımda kahverengi, ahşap bir kapı çıktı.
Solmuş metalik kısmına dokunup dokunmamak konusunda ikilemde kalsam da cesaretimi toplayıp elimi havaya kaldırarak kapının metalik tokmağına değdirerek tokmağı artarda iki kez kapıya doğru vurdum.
Tokmağın kapıya vuruş sesi içerdeki sesleri sessizliğe gömerken kapı arkasından ses gelmesini beklemeyerek kapıyı açıp içeri girdim.
Teyzem ve tanımadığım bir adam yoğun bir tartışma içinde gözüküyorlardı. 
Teyzemin asık suratı beni görünce ışıltılı bir gülümsemeye dönüştü.
Göz ucuyla yabancı adama baktım. Yabancı adam ise bana el sallamakla yetindi, ardından teyzeme döndü.
"Dediğimi unutmayın," dedi hafif sitemli bir ses tonuyla.
Teyzem cevap vermeyince sessizliği bozmaya karar verdim.
"Teyze, beni misafirinle tanıştırmayacak mısın?"
"Ah hayatım tabi ki de, hemen tanıştırayım sizi! Mia, bu Peter Alinson. Kendisi eski bir gemi kaptanı ve en yakın arkadaşım."
Yakın arkadaş?
Teyzem aralarında bir şeyler olduğunu mu ima ediyordu?
Her neyse, teyzemin o kadar çok misafiri vardı ki her birinin ismini hafızamda tutmak zor olacaktı.
"Memnun oldum Bayan Jefferson. Los Angeles'ten ayrılıp bu kasabaya geldiğinden pişman değilsin gördüğüm kadarıyla," dedi bana sorgularcasına.
"Ben de memnun oldum Bay Alisson, lütfen bana Mia deyin."
Kibarlığımdan ödün vermemek karşı insanda olumlu bir görüntü imajı çizerdi ve ben de bunda kararlıydım.
"Siz nasıl isterseniz..."
Odanın leş kokusu bir gram umurumda değildi. Etrafa bakındığımda oda yerine zindan tabiri kullanmak daha uygun olurdu.
Odanın leş kokusunu ister istemez içime çektim ve burnuma giren leş kokuyu hapşırarak uzaklaştırdım.
Teyzem elini pantolonun sağ iç cebine doğru götürdü ve elinde bir mendil kutusu duruyordu.
Vay!
Teyzem alakalı, alakasız her eşyayı yanında taşıyordu.
Kibar bir şekilde gülümseyerek teyzeme teşekkür ettikten sonra elinde duran mendil kutusunun içinden bir tane kuru mendil çıkardım.
Arkamı dönüp yavaşça burnumu sildim.
İçeriye panikle Rosa girdi.
Elinde tuttuğu süpürgeyi sımsıkı bir şekilde elinde tutuyordu, belli ki kötü bir haber getirmişti.
"Bayan Blackberry?"
Teyzem, Rosa'ya baktı.
"Evet, söyle Rosa."
"Bugün Caroline işe gelmedi."
Teyzem sinirli olduğunu belli etmemeye çalışarak Rosa'nın kolundan tutup onu bir kenara çekti.
"Bıktım artık kaytarıp iş yapmamanızdan!"
Rosa'nın son dakika haber vermesinin nedeni basitti. Teyzemin herkesin içinde kendisini azarlayamayacağını biliyordu. O da bu durumu avantajına çevirmişti ama çabası boşa çıkmıştı.
"Caroline'nin kız kardeşi rahatsızlanmış, ona bakması..."
"Önemli iş olur ya da olmaz! Bugüne ait ev temizlik planı yapıldı ve şimdi sayende bütün iş sana kaldı! Tebrik ederim seni Rosa!"
Rosa üzgün bir şekilde gülümseyerek anlayışa başını eğdi.
Tam arkasını dönüp gidecekken öne doğru bir adım attım.
"Teyze, ben Rosa'ya yardım ederim!," dedim bir çırpıda.
"Ev işlerinde Rosa'ya yardım mı edeceksin Mia?"
Onaylarcasına başımı salladığında teyzemin şaşkınlığı yüzünden belli oluyordu.
Teyzem bir şey söylemedi sadece "tamam" demekle yetindi.
Rosa'yla birlikte odadan çıktık. Mutfağa gidene kadar Rosa, bana yapmam gereken ev işlerini anlatmıştı. Benim görevim masayı düzenlemekle yardım etmekti. Uzaktan bakılınca kolay gözüken bir işin aslında on metre yolu gidip gelince ne kadar zor olduğunu anlamıştım.
Yorgunluktan belim koparken kestirmek için kanepeye oturdum. O sırayı Rosa'ya soru sormakla kullandım.
"Rosa?"
"Buyurun  Bayan Jefferson."
"Teyzem ve Peter arasında ne gibi bir ilişki var?"
Bu soruyu sormak içimi acıtsa da sormaya cesaret etmiştim.
"Eskiden bir gemi limanının iki ortağıydılar, sonra..."
Omuz silkti.
"Yakın arkadaşlar."
Teyzeme inanamıyorum!
Bunların hiçbirini bana anlatmamıştı.
Rosa'yla kalan masa düzenini bitirdikten sonra yemek odasından çıktım ve salona yöneldim.
Tam salondan içeri girdiğim sırada çığlık atmamak için ağzımı elimle kapatmak zorunda kaldım.
Gördüğüm kişi bende bir şok etkisi yaratmıştı.
Gördüğüm kişi bu sabah yanlışlıkla çarptığı kişiydi.
"Sen... Ne işin var burada?"
Duraksadım.
"Yoksa sen beni takip mi ediyorsun?"
Gülerek, "Ha ha, evet seni bulmak için bütün kasabayı dolaştım!," dedi.
"Ne komik... Kimsin sen?"
"Ben Alex Moore, Peter Alisson'un yardımcısıyım. Sen de..."
"Mia Jefferson."
Şaşırdı ama şaşkınlığı kısa sürdü.
"Jefferson... Teyzenle aynı soyadınız olmadığına göre evli olmalısın, tebrikler ama bir sorun var. Kocanı burada göremiyorum."
"Çünkü burada değil!"
Alex memnun bir şekilde gülümseyerek yanıma yaklaştı. Ben de o yaklaştıkça geriye doğru gidiyordum, ta ki soğuk, beyaz renkli duvara çarpana kadar...
Onun tam burnumun dibinde belirince istemsizce irkildim. Alex sırıtıyordu. Alex keyifli bir şekilde hareket ederek birkaç adım geri çekildiğinde rahat bir nefes aldım.
"Hımm... Seni bu evdeki herhangi birine şikayet etmekten korkmuyor musun?"
Sorusu üzerine cesur bir tavırla kollarımı göğsümün üstünde katladım.
"Neden korkayım? Korkacak bir şeyim yok," diyerek cevap verdim.
Kalbim deli gibi çarpmaya başladığında onun bu sesi duymaması için içten içe dua ediyordum. Sonunda odaya Bay Peter, Ethan ve teyzem girince ondan geri çekildim.
"Hadi herkes yemek odasına!"
Teyzemin sesi üzerine salondan ayrılıp yemek odasına girdik. Odanın ortasında kocaman, görsel şölenli bir yemek masası duruyordu. Teyzem, yemek masasının başköşesine geçti. Kuzenim Ethan ise teyzemin sol tarafındaki sandalyeye oturdu. Bay Peter ve Alex ise boşta kalan ikili sandalyeye oturdular. Ben ise teyzemin karşısındaki sandalyeye oturdum.
Teyzem, Bay Peter ile bir şeyler konuşuyor, Alex göz ucuyla beni süzüyor, kuzenim Ethan ise gözleriyle etrafı tarıyordu.
Yemek masasındaki gürültü içeri giren hizmetlilerin tabaklara servis yapmaya başlamasıyla son buldu.
Tabaklara servis edilme bittiğinde hizmetliler odadan çıktı. Bu sefer tekrardan gürültü başladı.
Başımı çevirdiğimde Alex'in sabit bir bakışıyla karşılaştım. Gözünü bile kırpmadan bana bakıyordu.
"Ne bakıyorsun be?"
"Hiç.
Umursamaz bir şekilde gülümsedi.
"Mia, sana bir şey söyleyeceğim. Mümkünse bu gece odandan dışarı çıkma, hatta gerekirse odanın kapısını kilitle," dedi teyzem aniden bana dönerek.
"İyi de neden ki?"
"Önemli işte, hem sen şimdi yemeğini yedin ve yorulmuşsundur. Rosa sana odanı göstersin."
İtiraz etmedim, çünkü gerçekten kendimi fazlasıyla yorgun ve bitkin hissediyordum. Misafirlerle vedalaştıktan sonra ayağa kalktım ve yemek odasından çıktım.
Rosa, üst kat merdivenlerinden çıkarttı. Üst kat koridorunun en köşesinde kalan odanın kapısını açtı.
İçeri girdiğimde gözümde eski anılar canlandı. Bir zamanlar bu odada annemle birlikte kalıyordum, şimdi ise bana geçmişi hatırlatan odada yalnız kalacaktım.
İçimde buruk bir şey kaldı.
Üstümü değiştirerek bugünkü yorgunluğumu atmak üzere yatağa geçtim.
Yorganı üstüme örttüm ve yatakta sağa sola dönerek kendimi uyumaya zorladım.
Yorucu bir gündü.
Önce bir yabancıya kazara çarpmıştım, bu da olmazmış gibi çarptığım yabancıyla teyzemin evinde karşılaşmıştım.
Off, ne gündü ama!
Uyursam kendime gelebilirim.
    "Hepsi senin suçun Mia!"
Teyzem öfkeli bir şekilde bana doğru yürürken bulunduğum sonsuz karanlık birden bire kendi etrafında dönmeye başladı.
     Kan ter içinde kalmıştım. Nefes nefese kalmış bir şekilde uyandım. Ter içinde kalmıştım ve gördüğüm rüyanın etkisinde olduğum için çok korkmuştum. Gerginlikten yatak örtüsünü sıkıp  örtüyü kendime doğru çektim.
Rüya görmüştüm ama bu nasıl bir rüyaydı?
Karşılaşmak istemediğim en kötü anlar rüya yolunda bilinçaltıma yerleşiyordu ve en kötüsü de buydu!
Olamaz!
Kötü rüyalar görmek genellikle kötü bir şeyin geleceğini, olacağının habercisi olabilirdi.
Yastığa sarılıp uyumak istiyordum ama hala gördüğüm o korkunç rüyanın etkisindeydim.
En iyisi teyzemin odasına gidip teyzemin iyi olup olmadığına bakmaktı.
Yerimde yavaşça doğruldum ve yataktan fırlayarak ayağa kalktım. Çıplak ayaklarımın altına yatak ucunda duran pofuduk beyaz terliklerimi geçirdim.
Yavaş adımlarla kapıya doğru ilerledim ve odamın kapısını yavaşça açıp koridora bir adım attım.
Kısa bir koridordu ama upuzun, aşağı doğru uzanan sarmal merdivenin etrafında dolanmak yorucu bir şeydi.
Merdivenin etrafında hızlı bir şekilde dolandıktan sonra nihayet teyzemin odasının kapısının önündeydim.
Tam kapıyı çalacakken teyzemin oda kapısının açık olduğunu görünce içeriye sessiz adımlarla girdim.
Teyzemin odası olduğunda kötü ve pis kokuyordu. Normalde odasının bakımını her gün yaptırırdı, bu olağan dışı durum beni  şaşırtmıştı.
Oda karanlıktı, lambayı açmak için uzandım ve lambanın düğmesine bastığımda lamba ışığı odayı aydınlattı.
Arkamı döndüğüm sırada çığlık attım.
"Aaaaa!"
Gördüğüm şey karşısında korkmuştum.
Teyzem kanlar içinde yerde yatıyordu.
Ölmüştü.
Cesetten bir adım uzaklaştım ve tedirginlikle etrafa baktım.
Teyzemi öldüren kişi buralarda bir yerde olabilirdi.
Tam teyzemin cesedini kontrol etmek için cesedin yanına yaklaştığımda el fenerini tutmuş bir şekilde içeriye Rosa girdi.
"AA, Bayan Jefferson ev sahibini öldürmüş!"
"Ne!!!"

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Jul 02, 2021 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

BelaWhere stories live. Discover now