"Connie?" Boğuk ve uykulu sesiyle seslendi. Sonunda ben de pes edip camı kapattım ve yatağın ucuna oturdum.

"Hey," gülümseyerek beni dövmek istiyormuş da bedenim onu zorla tutuyormuş gibi atan kalbimi ve soğuk terlerimi göstermemeye çalışarak gülümsedim. "Bu saatte uyuduğunu bilmiyordum."

Oliver yattığı yerde dönüp gerindi. Tüm bedenini açarken ne kadar uzun gövdesi, kolları ve bacakları olduğunu yeniden fark ettim. Yarısı kapalı yarısı açık gözleriyle kollarını karnına bırakıp güldü.

"Sabah çok erken kalkmıştım. Banyodan çıkıp papazın yanına uğrayacaktım ama uyuyakalmışım." Saçlarına dokunup kuruyup kurumadıkladını kontrol etti. Çıplak göğsünde parlayan gümüş renkli haç kolyesini, o dirseklerinin üstünde doğrulunca tuttum. Parmaklarımın arasına alırken sıcak göğsüne değen dokunuşumda nefesini tuttu. Fark etmediğimi sanıyordu. Benim gözlerim kolyedeyken, onunkiler bendeydi. Ona bakmıyor olmama rağmen bunu anlayacak kadar yakınındaydım.

"Annen çok kızacak."

"Belki evde olduğumdan haberi yoktur."

Kolyesini geriye bırakırken gergin ve çıplak göğsüne takıldı biraz gözlerim. Çabucak çektim ama Oliver'la göz göze gelince bunu yakalamış olduğunu kendi kendine tutamadığı gülümsemesinden anladım.

"Sana kitabını getirdim," dedim çantamdan İlahi Komedya'yı çıkarıp gösterdim.

"En azından kraliçe ölmeden önce getirdiğin için teşekkür etmeliyim sanırım."

"Hey, bende olduğunu bile bilmiyordum."

"Yeniden mi okudun?" Gözlerini ovuştururken yandaki sandığın üstündeki gömleğine uzandı. Sanırım banyodan sonra giymek için temiz kıyafetlerini çıkarmıştı. Sessizce giyinmesini izledim.

"Hayır. Yalnızca bende olduğunu hatırladım. James Thompson'la laflarken aklıma geldi."

Bir anda gülümsemesi silinince yanlış bir şey söylemekten korktum. Huzurlu, mahur ve uykulu ifadesinin bu kadar çabuk gitmesine hazır değildim. Güzel menekşe yansımaları olan kahverengi gözleri simsiyahlardı şimdi. Durgunlaşan yüzünden bir şeyler alabilmek için dikkat kesildim.

"Neden?" Diye sordu yalnızca.

"Çünkü kitabını geri okumak isteyebileceğini düşündüm."

"Hayır," sesi netti şimdi. "Neden onunla laflıyordun?"

Şaşkınca ona davetteki geceki karşılaşmamızdan ve annesiyle uğradıkları ziyaretten kısaca bahsettim. Oliver'ın tüm kasları kaskatı kesilip, olduğu yere put gibi dikilmişti. Sadece "hmm," diye mırıldandı.

"Onu tanıyor musun?"

"Hayır," yorganı kenara attı. "Sadece davette tanıştım. Züppenin teki." Uzanıp kazağını, hırkasını ve ceketini giydi. Sonra da sanırım hala yaz aylarında olduğumuzu hatırlamış gibi ceketi attı. Neredeyse tüm mevsimleri karanlıkta, gölgelerle ve sislerle geçirince insan bunu unutuyordu. Botlarını bağlarken oda rahatsız edici derecede sessizdi. Çünkü yanlış bir şey yapıp onu kızdırmıştım ama o ise bana söylemeyecek gibiydi. Jamie Thompson'dan hoşlanmamasını anlıyordum. Zenginleri sevmezdi. Byron'ı sevmesi bile çok uzun zamanını almıştı henüz bir çocuk olarak tanımasına rağmen onu. Ancak tüm bu bozulan ifadesinde de dahası da saklı olmalıydı.

"Neden kızdın?" Belki de ben onu yanlış okuyordum. Yalnızca uykudan uyandırıldığı için huysuzlanıcak bir şeyler arıyordu.

"Çünkü gecenin bir yarısı, tek başına, bilmediğin bir yolda hayatını tehlikeye atacak kadar aptallık etmen bir şey ama bir de tanımadığın, muhtemelen sarhoş ve dünyanın kendine ait olduğunu hak gören herifin tekiyle görüşmeye devam etmen? Artık küçük, yaramaz bir kız çocuğu olmandan öte gerçekten sadece kendini tehlikeye atmaktan zevk duyduğunu düşünmeye başlıyorum. Nasıl bu kadar aptalca davranabilirsin?"

Lake in the MoorHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin