"O zaman neden buradasınız?"

Purodan çıkan keskin koku bir an için babamın çalışma odasındaki kokuyla benzerliğini çağırıştırdı. Duman önce Bay Thompson'ın boğazına inip, kalanı da havaya geçerek sislere karışırken kollarımı birbirine soğuktan bağladım. Bana cevap vermek için hiç de acele etmiyor gibiydi.

"Annem. Bayan Griffiths'in sizin hakkınızda ne kadar endişelendiğinden bahsetti. Ben de siz ortadan kaybolmadan önce gördüğümü, konuşma şansı yakaladığımı söyledim."

"Ve anneniz birden ziyaret etme kararı aldı? Onu buraya getirmeye etki edecek kadar hakkımda ne söylediğinizi merak ediyorum."

"Usul bilmeyen, kaba ve başına buyruk orman çocuğu olduğunuzu düşündüğümü söyledim."

Şaşkınca yüzüne bakakaldım. Yine. Tüm gecemi daha da çekilmez hale getirip, üstünlük taslamaya çalıştığı tavrının eline yüzüne bulaşmasına sebep olduktan sonra şimdi bir de karşıma geçmiş benim mi usul bilmeyen olduğumu söylüyordu?

Yüz ifademe kahkaha attı. Tüm vadi boyunca yankı yaptı sanki. Tipper gelip pantolonunu koklarken üstüne işeyeceğini umdum ama James kulaklarını okşayınca biraz daha sürtünüp başka bir köpeği kovalamaya gitti. "Şimdi ben mi kabalık ettim?"

"Hayır," genzimi temizledim. "Kabalık etmeniz için düşüncelerinizi dikkate alacak biri olması lazım karşınızda."

Purosunu söndürdü. Hareket ederken gözlerini bir an için bile benden ayırmıyordu. Bakışlarındaki küçümseyicilikten nefret ettim. Ama bana özel değildi. Kendi bakışları buydu. Kendisi buydu. James Thompson olmayan herkese böyle bakıyordu herhalde. Belki de aynada gördüğü James'e bile. Çünkü o da James değildi. Yalnızca yansıması olabilecek kadar iyiydi.

"Annem aramızda geçen konuşmanın, Bayan Griffiths'le arasındaki dostluğu bozmasından endişelendi. Beni de zorla buraya getirip, korkunç bir komşu ve aile dostu olmadığımı annenizin anlaması için zorladı. Size yanlış bir düşünce sunmak istemem. Hele de hayal gücü geniş küçük bir kız çocuğuna."

Hayal gücü derken neyi kastettiğini ses tonundan anlayabilecek kadar farkındaydım. Kurallara uymadan, olmak istediğim kişiyi devam ettiremeyeceğimi düşünüyordu. Bu davranışlarımın geçici bir era olduğunu varsayıyordu. Sırf 'etik viktoryen kadını' olmadığım için ciddiye alınmayacak bir çocuk olduğumu düşünüyordu.

"Ne gibi bir düşünce?"

Ona cevap vermeme şaşırmış gibi kaşlarını kaldırdı. "Sizinle aramızda bir samimiyeti ilerletmek isteyeceğime dair bir düşünce?"

"Bunu neden isteyeyim? Sığ ve etrafından habersiz bir aristokrat çocuğunun ilgisine muhtaç birine mi benziyorum?"

"Hayır," sanki her kelimem onu daha da neşelendiriyordu. "Kesinlikle ilgiye muhtaç birine benzemiyorsunuz. Hatta ilgiden sıkılmış gibisiniz. Ama ilgiden de korkmuyorsunuz. Sanıyorum."

Ben evimden aşağı yürümeye başlarken o da bana katıldı. Dizlerime ve üst bacaklarıma vurup yürüyüşümü yavaşlatan otların arasında ilerlerken uzakta kalacağını düşündüğümde bile beni takip etti. Ellerimi üstlerinde gezdirip, bir avucumun içinde sürünüp bir geriye düşen otları hissettim.

Buradaki en kalın, neredeyse beş metre genişliğindeki, ağacın bir tanesine oturdum. Onun bu pahalı kumaşlı, tek bir tane kırışık bile olmayan pantolonunu kirletmeyeceğini bildiğim için ayakta dikilip durmasından keyif alacaktım.

Ama benim de çimenlerin ve toprağın içine oturmama güldükten çok kısa bir süre sonra oturdu. Bacaklarını bağdaş yapıp ağacın arkasındaki dereyi dinledi.

Lake in the MoorHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin