Şimdiyse bu yabancılara karşı meraklıydım. Belki de hepsi burnu havada burjuva insanlar değillerdi. Belki sonunda kasabaya gelip, koskocaman bir malikane inşaa eden bu ailenin çocukları dünyadaki en kötü insanlar olmazlardı.

"Komik olma, Connie. Evlerini görmedin mi? Hepsinin kendine özel eğitmenleri vardır. Pek anlaşabileceğinizi düşünmüyorum yine de."

"Neden?" Hayal kırıklığına uğrayarak annem beni rahat bıraktığı anda sıkı korseyi çözmesi için Luni'nin yanına gittim. Ardından da üç metreye kadar yakınıma kimseyi almama izin vermeyecek tarlatanı çıkardım. Pamuklu, beyaz ve bol geceliğimi üstüme tekrar geçirdikten sonra hissettiğim özgürlük hissi sayesinde daha parlak görmeye, daha iyi duymaya ve ateşte kaynayan yemeğin kokusunu almaya başladım. Kimse beni bunları giymenin sağlıklı bir yolu olduğuna inandıramazdı. Birkaç gün üst üste giyecek olursam, en basit insani becerilerimden birini kaybeceğimden de emindim. Annemin neden genelde endişeli ve gergin olduğunu şimdi daha iyi anlıyordum sanırım. Korsesini hep bu kadar sıkarak gezerse elbette kanından tüm mutluluk çekilirdi.

"Onları korkutabilirsin. Seni ormanda yetişmiş bir yabani sanabilirler."

"Luni," dedim annemin dediğini duyup duymadığından emin olmak için ona baktım. Şikayet edercesine gösterdim ama hiç oralı olmadan gülmeye devam etti. Kendi öz annemin beni yüreklendirdiğini görmek şevk vericiydi. Kötü bir isteğim yoktu. Yalnızca arkadaş edinmek için heyecanlıydım.

Kapı tıklanıp açılırken başımı kaldırdım. Bedenim olduğı yere çakılı kaldı. İçeri Oliver'ın girmesiyle köpeğimiz Tippet hızlıca bahçeye kaçtı. Lütfen git. Kalma. Git.

"Oliver!" Annem ona sıkıca sarılınca Oliver da gülümseyip, elini annemin sırtına koydu. İkisi de birrlerini görmekten epey mutlu görünüyorlardı. Ben değildim. Oliver'la görüşmeyi ileriye erteleyebilirdim. "Şu haline bak, ne kadar yakışıklı olmuşsun."

Oliver'ı içeriye çekip masaya oturtunca ona bakmaktan kaçındım. Onu günlerdir görmüyordum. En son konuşmamızdan sonra pek evden çıkasım gelmemişti. Ne kadar onu görmemek eziyet olsa da karşılaşmaktan çok daha kolaydı.

"Louise," dedi Oliver kızarırken ama keyfi yerinde olduğu her açıdan belliydi. "Annem davet için elbisesini almaya beni gönderdi."

"Çok iyi, çok iyi. Tam da bitirmiştim. Connie, belki yeni arkadaşlar edinmeden önce tek arkadaşını örnek almalısın. Gördün mü? Nasıl bir centilmen gibi giyiniyor ve şık görünüyor."

Tabii. Oliver'ın yine hiçbir şey yapmadan övgü almasına katlanmam gerekiyordu şimdi de. Ama kendimi tutamamıştım. "Bana da bir pantolon dikersen ben de şık giyinmeye razı gelebilirim."

Annem destek almak için bir elini masaya diğerini de alnına koydu. Yorgunca iç çekip dururken başını iki yana sallıyordu. "Bu kıza nasıl sabredebiliyorsun?"

Oliver gözlerini annemden çekip, bana bakınca ayak bastığından beri ilk kez göz göze geldik. Kalbim, vücuduma bağlı olduğu tüm liflerinden, kaslarından ve damarlarından koparılıp bir köşeye atılmış hissettim. "Kolay olmuyor," dedi. Hızlıca gözlerimi duvara sabitledim.

"Ben odama gideceğim," tek nefeste konuştum. "Kendi öz annem tarafından her yerime iğne batırıldığı için kan kaybediyorum sanırım. Yatağımda ölümün tatlı uykusunu bekleyeceğim."

Annem beni başından atmak ister gibi elini havada savuşturdu. O elbette ki benden kurtulmak istiyordu şimdi. "Git, git. En azından sessizlik içinde çalışabilirim."

Merdivenleri çıkarken çıplak ayaklarımın çok ses çıkartmamalarına özen gösterdim. Merdivenler gıcırdadı. Oliver'ın ona karşı bir tavır alıp, dikkat çekmeye çalıştığımı düşünmesini istemiyordum. Son zamanlarda aramızda oluşan her konuşma daha çok mesafeye sebep oluyordu. Bu yüzden kaçmak daha kolay ve tek yön gibi geliyordu. Ya onun daha ileriye adım atmasına izin verecektim ya da kilometrelerce geriye gidecek, benden kopacaktı. Yatağıma uzandım. Aralık camdan içeriye giren hava yüzünden yorganı üstüme aldım. Geceliğin üstünde minicik kan izlerinde elimi gezdirdim. İğnelerin izleri artık canımı yakmıyorlardı ama bir nokta boyutundaki lekeleri görülüyordu.

Lake in the MoorUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum