"Gitmeyeceğim" dedi silikçe gülümseyerek. " Ama ne yapacağımı da bilmiyorum. Tek bildiğim sensiz nefes alamayacağım. Özellikle bu saatten sonra." diye devam etti. Sesi bir melodi gibi geliyordu şimdi. Dudaklarından dökülen her kelime bana hayat veriyordu sanki.

Eğilip alnımdan öptüğünde tuttuğum nefesimi rahatlıkla bıraktım. Beynime kan gitmeye başladığında, kalbimi kenara itip, beynime hükmü verdim. Bana yaşattıklarının cezasız kalmamalıydı. Göğsüne peş peşe yumruklarımı indirirken, bir yandan da bağırıyordum.

"Bir daha gideceğim dersen, seni asla affetmem Hakan. Bir daha beni bırakıp gitmeyi aklına bile getirme. Gideceksin diye nefes bile alamadım ben!" yumruklarım göğsüne peş peşe inerken, ilk başta şaşkınlıktan dona kaldı ama sonrasında yumruklarımı havada yakaladı.

"Acıdı" dedi yüzünü buruşturarak. Yaralı olduğunu unutmuştum. Ah aptal kafam. Normal birisinin en az bir hafta yerinden kalkamayacağı bir kurşun yarası vardı vücudunda. 

"Özür dilerim, unuttum ben. Çok mu acıdı mı?" dediğimde pişmanlığım sesime yansımıştı. Az önce acımadan vurduğum yerlere şimdi şefkatle bakıyordum. 

Dilini damağına vurarak hayır anlamında ses çıkardı. Alaylı bir şekilde gülerken, ben hala onun canını acıttığım için kendime kızıyordum.

"Acımadı, şaka yaptım" dedi bileklerimi serbest bıraktığında. Ters bir şekilde ona bakarken içimden tekrar vurmak gelse de yapamadım. Yaralıydı, iyileşmemişti henüz. Bana çektirdiklerinin acısını çıkaracağım uzun yıllar olacaktı önümüzde. Gitmeyecekti ve biz birlikte bir gelecek kuracaktık.

"Burası ne olacak, kırdın dağıttın" dedim elimle etrafımıza saçılmış cam kırıklarını gösterirken.

"Bir daha yaparız boş ver" deyip elimi tuttu. "Dikkatlice peşimden gel" dediğinde onu ikiletmeden peşinden ilerledim. Güzelim manzaranın tadını Nil yüzünden çıkaramamıştım. Dar kapıdan girip tekrar odasına indiğimizde, burada kalacağımızı sanmıştım. Ama o odadan çıkıp merdivenlerden alt kata indirdi bizi.

Giriş salonundaydık. Koltuğa oturdu. Elimi bırakmadan beni de yanına çektiğinde kollarını boynuma doladı. Başımı göğsüne yaslarken, bacaklarımı da koltuğa uzattım. Önüme düşen parmaklarıyla oynamaya başladım.

"Söz verdiğim gibi her şeyi konuşalım" dedi saçlarımdan öperken. "Sor hadi ne öğrenmek istiyorsan" diye devam ettiğinde heyecanla yerimde kıpırdandım.

"O zaman bir güzel şeylerden, bir de kötü şeylerden soru sorayım. Sırayla hepsini cevapla tamam mı?" diye sordum. Kulaklarıma doğru huzur veren kısa bir kahkaha attı. "Tamam, nasıl istersen öyle olsun" dediğinde soru mu sormak için hazırlandım. Ama bir şeyler eksikti.

Yaslandığım göğsünden ayrılıp, oturarak hafifçe ona döndüm. "Dünden beri bir şey yemedim. Önce yemek mi söylesek" dedim. Dün sadece kahvaltı da bir şeyler atıştırmıştım. Sonrasında ise hiç bir şey yememiş, geceyi de hastanede serumlarla geçirmiştim. Neredeyse akşam olmak üzereydi ve ben açlığı yeni yeni hissetmeye başlamıştım. 

"Haklısın, unutmuşum. Hiç bir şey yemedin sen değil mi?" dedi yerinden kalkarken. Ciddileşmişti. Ceplerini yoklayıp telefonunu aradı ama bulamadı. Çünkü Nil'e sinirlenip kırmıştı. Benim güzel cam odamı da.

"Bekle" deyip hızlı adımlarla mutfağa doğru ilerledi. Başımı uzatıp ne yaptığına bakmaya çalıştım. İlk önce yemek yapacak sandım. Ama o dolaplardan birini açtı. Daha sonra dolabın içinden bir yerlerden bir dolap daha çıktı. Ağzım açık her hareketini dikkatle izliyordum. Resmen gizli bir bölme yaptırmıştı dolabın içine. Bu ev sandığım kadar basit bir yer değildi. Ve çözmesi çok eğlenceli olacaktı eminim.

KARANLIK ŞEHİRTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon