1. Bölüm: ''Neden böyle davranıyorsun?''

38 7 8
                                    

13 Mayıs 2011

''El! Beni yine kiliseye getirmişsin. Neden böyle davranıyorsun?'' Beni karanlıktan çekip çıkaran sesle arkamı dönüyorum. Bu çocukluk arkadaşım Dylan. Onu yüzündeki çocukluktan kalmış derin yara izinden tanıyorum. Oldukça büyümüş -o iz olmasaydı onu asla tanıyamazdım. Ama neden burada? O kasabadan daha ben küçücük bir çocukken ayrılmış ve bir kaç yıl süren mektup arkadaşlığından sonra hiç görüşemedik bile. Sonunda kafamdaki soruları def edip cevap verebiliyorum. ''Ne? Ne demek istiyorsun?''


'Birazdan başlıyor! Girişte durma.''


Bir adamın arkamdan beni omzumdan dürtmesi ile arkama bakıyorum, geçmek için benim oturmamı bekleyen insanları görüyorum. Özür dileyerek Dylan'ın yanına oturuyorum. İçimde anlam veremediğim bir boşluk hissi ve beraberinde bir ürperti var. Ayin başlıyor. Papaz bir kaç merdiveni tırmandıktan sonra kürsünün üzerinde duran kağıtları bir kenara katlayıp koydu. Salondaki insanların yüzlerini inceleyip konuşmasına başlıyor.


''Tanrının sunduğu seçenekler ne denli anlaşılmazdır!' Bu cümleyi sık sık duyarız öyle değil mi? Hiç kimse bu cümlenin anlamını biliyor mu?'' Arkamda oturan -az önce geçmek için omzumu dürten adam fısıltıyla konuştu.


''Kaderimizi belirleyemeyiz..''


Papaz devam ediyor. ''Bu cümle evlatlarım, kaderimize hakim olamadığımız anlamına geliyor. Bütün sebep-sonuç ilişkilerini anlayamayız. Ama zaman gelecek ve anlayacaksınız..'' son cümlesini bana bakarak ve her kelimenin üzerine basa basa söyledi. Az önce hissettiğim ürperti ve karnımdaki sancı kat ve kat artıyor. Aniden arkamdan gelen çan sesiyle irkilip arkamı dönüyorum. O adam tam arkamda oturuyor. Sanki ben yokmuşum gibi dümdüz ve ifadesiz bir şekilde tam önüne bakıyor. Tekrar önüme dönüyorum. Papaz da ayin için gelenler de kayboluyor.


 ''Dylan?''

Çan sesleri sanki hareket edip üzerime geliyormuş gibi her geçen saniye daha yakından geliyor. Ayağa kalkıp tereddüt içinde etrafımı süzüyorum. Az önce neredeyse tek bir boş koltuk bile olmayan solan şimdi terkedilmiş bir harabeye benziyor. Çan seslerinde nihayet yavaşlayıp alçalıyor. Etrafı sarmış olan küf kokusu dayanılacak tarzda değil. Güneş ışığının hafifçe süzüldüğü aralık kapıya doğru ilerliyorum. Ayağımın altındaki parkeler sanki altı koca bir boşlukmuşçasına sesler çıkartıyor, her adımda çökme tehlikesi tekrar tekrar aklıma getiriyorum. Aralık olan kapıyı kendime doğru çekip tamamen açıyorum. Etrafta görünen tek şey koca bir orman, yosun tutmuş ağaçlar, yolun şeklini bozan irili ufaklı kaya parçaları. İstemsizce ormanın içine doğru ilerliyorum.


''Dylan! Dylan beni duyuyor musun? Herkes nereye kayboldu-'' Bir şeye takılıp yere normalden daha sert bir şekilde düşüyorum. Kalkıp bacağımdaki yarayı incelerken ayaklarımın altındaki kızıla boyanmış toprağı fark ediyorum. Bakışlarım yavaşça arkama, az önce takıldığım cisme doğru yöneliyor. Anında kaskatı kesiliyorum. Yerde bir ceset var. Bu kişi her kimse daha çok yeni saldırıya uğramış olmalı ki vücudunun çıplak bölgelerinde görünen vahşice açılmış yara izlerinden hala fazla miktarda kan bedeninden süzülüp kahverengi toprağa karışıyor. Alnında keskin bir cisimle kazılmış 'zodiac' sembolü var. Yerde yatan ruhsuz bedene her baktığımda başka bir ayrıntı gözüme çarpıp midemin kalkmasına sebep oluyor. Ancak bir kaç dakika sesli bir şekilde tepkiler vermeye başlayabiliyorum. Beklenmedik bir şekilde az önce benim geldiğim taraftan birisi geliyor. Önümdeki cansız bedene rağmen içim biraz olsun sonunda birine rastlayabilmiş olma gerçeği ile rahatlıyor.


Tam karşımda duran adamla normalden biraz daha yüksek ve heyecanlı sesimle konuşmaya çalışıyorum.


''Şükürler olsun! Bak, burada tuhaf şeyler oluyor! Bu..'' gözlerimle yerde yatan cesedi gösterip herhangi bir tepkisini ölçebilmek adına adamın suratını inceliyorum. Ama o kılını bile kıpırdatmadan bir cesede bir bana bakıyor. Sonunda konuşmaya devam etmeye karar veriyorum. ''Bu.. Bu kim? Tanıyor musun? Dikkatli bak lütfen.'' Adam kıkırdamaya başlıyor. Bu davranışlar normal değil ve beni tedirgin ediyor. İstemsizce dehşetle yüzüne bakıyorum. ''Evet. Evet tanıyorum.'' Suratımdaki dehşete düşmüş ifade giderek güçleniyor ve yutkunarak soruyorum. ''Kim?'' ''Senin ilk kurbanın.'' Sinir bütün vücudumun ısısını ani bir şekilde yükseltiyor. Ben kimseyi öldüremem. Sesim artık yükselmekten çıkıyor ve bağırmaya başlıyorum. ''Neden bahsediyorsun sen! Ben.. Ben kimseyi öldüremem!'' Gözlerinde hala eğlenen bir ifade varken sessizce ellerimi işaret ediyor. Ben ellerime gözlerimden akan yaşlar ile bakarken, o tiz ve rahatsız edici bir kahkaha atmakla meşgul. ''Kes gülmeyi adi manyak!'' ''Ne düşünüyordun Ellen Evans? Kimsenin öğrenemeyeceğini mi?'' Cümlesi bittikten sonra tekrar kahkaha atmaya devam ediyor. Gözlerimin üzerine ağır metaller yığdırılmışçasına ağır ağır kapanmaya başlıyor. 


BU KISMI LÜTFEN OKUYUN

Selam! Ben Yağmur. Bu benim internette yayınladığım ilk kurgum. Nedensiz bir şekilde heyecanlı ve mutluyum. 

Okumayı sevdiğim tek tarz kitap da gizem/cinayet türü kitaplardır ve beni deli gibi etkilerler. Bu hikayeyi de yazarken etkilendiğim bir dolu bilgisayar oyunu, kitap ve video olabilir. Hikayenin bazı kısımlarında tanıdık gelen bölümler olabilir^^

Yazarken yine her zaman kullanılan geçmiş zaman değil şimdiki zaman eklerini kullanmayı tercih ettim. Bana göre yazıyı daha rahat okunabilir hale getiriyor ve softluk katıyor.

Lütfen iyi/kötü yorumlarınızı ve oylarınızı atmayı unutmayın. Bu kitap için oldukça hevesliyim açıkçası. 


Stockbridge // Ellen EvansHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin