Ben ona gidemedim yine. Ama o koşarak benim yanıma kadar geldi. Hep o geldi ya zaten. Nefes nefese kalmıştı. Beni yakan sesiyle adımı seslendiğinde, ardımı dönüp o güzel yüzüne baktım. Mavi gözleri, sarı saçları akşamın karanlığında parlıyordu resmen. Bu kadına hep bir şeyler olmuştu, oluyordu. Telaşlandım. Yanına iki adımda ulaşıp, iyi olup olmadığını sordum. İyiyim dedi ama iyi değildi. Onu tanıdığım günden beri iyi değildi. Biliyordum.

Aylin için, sevdiklerim için dedi. Beni de sevdiklerinin içine dâhil etti. Hak etmiyordum ki. Bana beni sevdiğini söyledi. Bağırarak 'Seni seviyorum' dedi. Hayalini bile kurmamıştım. Beni sevmezdi. Sevemezdi. Benim gibi biri sevilemezdi. Hem de Ezgi gibi biri tarafından. İnanmadım.

İnanmadım. Hatta ona kalbinden gelmedikçe kurma bu cümleyi dedim. Ama o cümleyi kurarken içim yandı. Benden başkasına, kalbinden hissederek seni seviyorum dediğini düşündüm birden. Kaldırabilir miydim? Hayır, ölürdüm. 

Babamın ona dediklerini anlattı. Kendimden bile uzak tutamazken, benim de hayatımın celladı olan babamdan ve onun hayatından koruyamıyorum onu. Hiç bu kadar aciz hissetmemiştim. Anlattığım saçma planı, sahte yüzüğü kabul etti. Yine başkalarını kurtarmak için. Babamın oyununun içinde, benim oyunumu kabul etti.

Ona olan öfkemin çoğunluğu da bu yüzden. Kendine hiç değer vermiyor. Herkese gülümsüyor, yardımcı olmaya çalışıyor. Güçsüz bedeniyle, dimdik durmaya çalışıyor ya kötülerin karşısında. En kötüsünü kendine yapıyor. "Daha ağlayamıyorsun bile. Kime kafa tutuyorsun sen?" diye düşünmüştüm onu ilk gördüğümde. Ben olmasaydım sokaklarda geçen o bir ay içinde başına neler neler gelirdi. Ama sanki şimdi gelmedi mi? Yanındayım şimdi. Ne oldu? 

Bu düşünceler bana kafayı yedirtecek. Ne yandan bakarsam bakayım zarar görüyor. Etrafını çevrelemişler. Ben de dahil. Nasıl koruyacağım onu? Hem kendimden, hem diğerlerinden.

Hastanedeyken onu Ali ile sarılırken gördüm. Önce ilaçlardan hayal görüyorum sandım. Ama değildi, canlı kanlı karşımdalardı. O hissin tarifi yok. Ayağa kalkıp yıkıp dağıtmak istedim önce. Sonra ölmek istedim. En sonunda da onu istedim. Bencillikti. Ama onu başkasıyla görmek istemediğimi anladım o an. Ben bunu kabul edemezdim. O benim sevdiğimdi.

Gözlerinin içine bakarak ona onu sevdiğimi söyledim. Hissettiklerim bu iki kelimeye sığmayacak kadar büyüktü. Ama ona bunu hiç göstermedim. Görmek ister miydi ondan da emin değilim. Ona beni sevme dedim. İçimden de 'başkasını da sevme ne olur' diye yalvardım. O bunu duymadı. Sevgime karşılık verme. Verme ki, ben gittiğimde acı çekme. Acıların bitsin diye uğraşıyorum ben. Sevme ki benim yokluğum sana acı çektirmesin.

Seviyorum dedim ama tepki veremedi. Benden böyle bir şey beklemiyordu. Çünkü ona hep kötü davrandım. Kendimden uzak tutmaya çalıştım. Nil ona kafayı takmasın diye, ona bağırdım, zarar verdim. Kahretsin. Beni sakın affetme Ezgi.

Afallamıştı. Her şey üst üste gelmişti. Beni kocaman evde tek bıraktığında, derin bir nefes aldım. Her şeyi başlatma zamanı gelmişti. Ona acı çektirenlere misliyle karşılık verme zamanıydı.

Onu şaşırmış haliyle müştemilata gönderdikten sonra cebimden telefonumu çıkardım ve aramayacağımı söylediğim kişiyi aradım.

" Hakan, gerçekten sen misin lan?" diye açtı telefonu. Yıllardır beni yanına çekebilmek için elinden geleni yapıyordu. Artık onunla çalışmaya hazırdım. Tabii Ezgi'yi koruyacaksa.

"Bulut, bu gece buluşalım" dedim. Sesimdeki kararlılık beni bile şaşırtmıştı. Beş yıl önceki görüşmemizde asla onunla çalışmayacağımı söyleyen ben miydim gerçekten? 

KARANLIK ŞEHİRWhere stories live. Discover now