"Ne saçmalıyorsun sen!" dedi sert tonda. Kaşlarını çatmıştı. " Bu yüzük sahte Ezgi. Aynısından yaptırdım. Oyun oynayacağız o iki ihtiyara" dedi.

Kaşlarım onun sözleriyle eş zamanlı olarak çatıldı. Yanlış mı anlamıştım. Yalan söylememişti değil mi? Histerik bir kahkaha attım. Kafayı yiyecektim. Sinirlenmiştim, bir dakika sonrasında ise içimi sevinç kaplamıştı.

"Ciddi misin?" dedim zorlukla. Başını evet anlamında salladı.

"Özür dilerim." dedikten sonra ensemden tutup yavaşça başımı göğsüne yasladı. Hala yaşlarım akıyordu. Kendimi tutmaya çalışmıyordum.

"Seni bu kadar kırdığımın farkında değildim. Kahretsin. Seni bu işlerin içinden uzaklaştırmak istedim sadece. Ama bir bok beceremedim. Beni affetme olur mu?" dedi.

Yüzümü göğsünden ayırıp gözlerine baktım. Darmadağın olmuş gibiydi. Dudaklarını araladı önce. Sonra kapattı. Bir şeyler demek istiyordu ama bir türlü doğru kelimeleri birleştiremiyordu sanki.

"Seni seviyorum Ezgi" dedi. Islık gibi çıkmıştı sesi. Yüzüme çarptı nefesi. "Seni seviyorum" diye tekrarladı. "Ama sen beni sevme. Hak etmiyorum" diye devam ederken kollarını benden uzaklaştırdı. Sonra bir iki adım geriye attı. İyice uzaklaşmıştı benden.

Aldığım itirafın şaşkınlığını yaşıyorken, olduğum yerde kalakaldım. Hissettiklerimin tarifini yapamazdım. Benden nefret ettiğini düşündüğüm adam, hayatına mecburen aldığını düşündüğüm beni seviyordu. Rüyada mıydım? 

"Seni korumak için sana kötü davrandım. Beni sevmemeni sağladım ki kirli, karanlık çevremden uzak kal istedim. Ama seni ne kadar uzaklaştırmaya çalışsam da bir şekilde en orta noktasına düştün." dedi. Aramızda iki adımlık mesafe vardı ve biz sadece birbirimizin gözlerine bakıyorduk. Ben şaşkındım, o pişman.

"Kendimi kurtarmak için anahtarı almayı kabul ettim. Ama şimdi hem kendimi hem seni kurtarmak için o anahtara ihtiyacım var. Seni korumak için senden yardım isteyeceğim. Yarın gece o anahtarı oradan al ve sahte olanı babama ver" dedi.

"Sonra" diye sordum korkuyla. Beni yanından göndermek mi isteyecekti yine.

Zorlukla yutkundu. Derin bir nefes aldı dişlerinin arasından. " Sonrasına o zaman bakarız" dedi. Her şey bitince gideceksin demişti bir kere. Yine öyle demesini bekledim. Ama demedi. Git demedi bu sefer. Her zaman ben gitmek isterken, o izin vermemişti. Ama şimdi git diyecek diye ödüm kopmuştu. Hissettiklerimi hareketlerime yansıtamıyordum. Çünkü beni istemiyor diye düşünmüştüm. Ama peki şimdi beni tutan şey neydi? Kalbimi Hakan'a açmamı engelleyen şey neydi?

Aramızdaki mesafeyi cesur adımlarla kapattım. Yanına kadar gittiğimde elinde tuttuğu yüzüğü aldım. Gerçekten aynısı gibiydi. Hiçbir farkı yoktu.

"Nasıl yaptın bunu?" diye sordum yüzüğe bakarken. Onun ise bana baktığına emindim. Cevap gelmediğinde başımı yukarı kaldırıp yüzüne baktım. Tahmin ettiğim gibi bakışları üzerimdeydi.

"Seni limana aldıkları o gün. Kendimde değildim. İlaçlarla uyutmuşlardı. Uyanık olsam zaten direkt gelirdim yanına. Tek kaldın orada. Koruyamadım seni" dedi. Gözlerinde gördüğüm pişmanlık sesine de yansımıştı bu sefer.

"Uyandığımda bir gün geçmişti. Eve geldiğimde sen yoktun. Eşyaların yoktu. Yoktun. Hissettiğim boşluk beni sana getirdi. Sensiz asla dolmayacak bir boşluk. O zaman karar verdim işte. Bu güç her ne ise, ona sahip olmalarına izin vermeyecektim. Yüzük bendeydi biliyorsun. O zamanlar kopyasını çıkarmıştım. Nedenini bilmiyorum ama garantici davranmak istedim. İyi ki yapmışım, kurtulmanın tek yolu bu" dedi. Yaptığına kızsam da öfkelensem de o doğru olduğuna inanmıştı bir kere. Beni koruyacağını bildiğinden, ne olursa olsun yapardı. Daha önce yaptıkları gibi.

KARANLIK ŞEHİRWhere stories live. Discover now