Pekâlâ, bunun büyük olanın hoşuna gittiği söylenemezdi. "Neden tanımadığın birinden su alıyorsun ki?"

Seungmin küçük bir çocuk gibi dudaklarını büzdü. "Gerçekten çok susamıştım, çok düşünemedim o an."

Chan başını salladı, son olaylar yüzünden her şeyden şüphelenir hâle gelmişti ancak kötü bir şey olduğunu düşünmüyordu. Jisung gözünün Seungmin'in üzerinde olduğunu söylemişti ne de olsa.

Seungmin sırtını yasladığı sıcak göğüsten ayırdı ve kucağında ters dönerek bacaklarını sevgilisinin beline doladı. Chan'ın siyah saçlarını küçük dokunuşlarla okşarken gözlerini gözlerine kenetlemişti.

"Bir daha... kanımı içecek misin?" Aralanmış dudaklarından dökülen sözcüklerde hafif bir merak vardı.

"Canını yakıyorum. Kan torbalarıyla beslenmeye devam etmem en iyisi" gözleri Seungmin'in hâlâ yara bandı olan parmağına takılmıştı.

"Buna gerek yok, alışırım. Benden beslen."

Chan gülmüş ve sevgilisinin alnını öpmüştü. Hevesli tavrı gözüne çok sevimli gelmişti. "Tamam."

"Hatta şimdi aç mısın? Beslenmek ister misin?"

Seungmin'in başını yana eğerek ve boynunu açığa çıkararak sorduğu soruya boynuna sulu bir öpücük bırakıp cevap verdi Chan. "Sanırım şu an kana değil sana açım."

Minsung
Minho gözlüğünü çıkarıp yorulan gözlerini ovduğu sırada telefonunun ekranı aydınlanmış ancak onu umursamayıp ilgilendiği kağıtlara geri dönmüştü. Bakması gereken bir sürü evrak ve şirketteki konumu yüzünden gözden geçirmesi gereken anlaşmalar vardı.

Telefonundan ard arda bildirim sesleri yükseldiğinde elindeki kağıdı sinirle masaya bıraktı, "Kim bu aptal?" diye homurdanarak telefonuna uzandı.

Az önce hakaret etmesine rağmen mesajların sahibi yüzünde bir gülümseme oluşturmuştu.

Sincap Çocuk
Hey
Minho
Merhaba
Hey
Konuşalım mı?
İstediğim zaman sana yazabileceğimi söylemiştin ama meşgulsün sanırım.
Müsait olduğunda yaz

Merhaba Sincapçık
Ne oldu?

Attığı mesajlar anında okunmuştu.

Sincap Çocuk
Bir şey olmadı
Seninle konuşmak istedim sadece
Bir de dün için teşekkür edecektim
Çok güzeldi
Ama işin var galiba

  Dün yaptıkları aklına gelince Minho'nun yüzündeki gülümseme büyümüştü. Önce Minho'nun dediği, baş başa kalabilecekleri romantik bir yere yani Seul'deki bir ormanın içinde bulunan akarsuyun yanına gitmişler tüm streslerini atıp doyasıya eğlenmişlerdi.

Bir ara Minho bulduğu palamudu sincaba benzediği için Jisung'a yedirmeye çalışmış Jisung da buna karşılık onun üzerini akarsuyun suyuyla Minho'yu ıslatmaya çalışmıştı.

Oradan çıktıklarında Jisung'un ısrarlarıyla yollarının üzerinde olan hayvanat bahçesine gitmişlerdi. Minho yine rahat durmayıp gördüğü sincapları Jisung ile karşılaştırmış ve birine Han ismini vermişti.

Hızla Jisung'a cevap yazdı.

Bence de çok güzeldi sincabım
İstersen yine tekrarlarız
Ve evet, maalesef işim var

Sincap Çocuk
Uh, anladım

Minho onun bu tatlılığı karşısında erdiğini hissediyordu.

Akşam seni almamı ister misin?
Dışarı çıkarız

Sincap Çocuk
Olur!

Bu arada
Hâlâ cevap beklediğimi unutma sincabım
Akşam görüşürüz

Bir kaç saniye boyunca mesaj okundu olarak gözükmüş ardından bir kaç şey yazıp silmişti Jisung.

Sincap Çocuk
Görüşürüz Minho

Telefonu bıraktığında yerinde gerindi Minho, sincabını çabucak görmek istiyorsa işlerini bir an önce bitirmeliydi.

Aynı saat, Vampir Sarayı
Bang Kwangsoo ıslık çalarak ve dudaklarının arasında kısık bir melodi mırıldanarak odasının kapısını açtı. İçeri girdiğinde ceketini çıkarıp rastgele bir yere attı ve bedenini yatağa bıraktı. Aklındaki binlerce düşünce boğulacakmış gibi hissettiriyordu ona.

Gözlerini kapattığında oluşan karanlıkta görünen iki farklı suret, iki farklı gülümseme vardı. Birisi sinir bozucu derecede güzel olan, tanışma fırsatını yeni bulduğu çocuk diğeri de yıllar öncesinden beri her karanlığına kabus olan, kendisini unutmasına bir türlü izin vermeyen yüz.

Bunları görmek, düşünmek istemiyordu. Şakağını ovalayarak gözlerini açtı, ancak o sırada gözüne çarpmıştı kırmızı zarf. Kaşlarını çatarak yatağından kalktı, bir kaç adımda masaya ulaşıp üzerindeki zarfı eline aldı.

Tereddütlü bir ifade vardı yüzünde. 'Chan'ın işi olmalı' diye geçirdi içinden ve kısık bir sesle güldü.

İnce parmakları zarfı incelemeyi bırakıp sonunda içini açtığında hiç açmamış, fark etmemiş olmayı diledi.

Kırmızı zarf donmuş parmaklarının arasından kayıp soğuk zemini boyladığında içindeki fotoğraf da yarısı açıkta olacak şekilde göstermişti kendini.

Yıpranmamış olmasından ve genç kadının görünüşünden yeni olduğu belliydi.

Kwangsoo kesik nefesler alırken titreyen elleriyle yerden aldı fotoğrafı. Gözlerinin ne ara dolduğunu fark etmemişti bile. Özlemişti, pişmandı, öfkeliydi, hissettikleri yüreğini sıkıştırıyordu...

Öylece durup ne kadar o fotoğrafı inceledi bilmiyordu ancak sonunda arkasını çevirdiğinde fark edebilmişti düzgün bir el yazısıyla yazılmış cümleyi.

'Merhaba, sevgilim.'

Bang Chan yüzlerce ağacın ortasında ilerlerken sonunda hedefindeki kulübeye ulaşabilmişti.

Bir kaç kez tıklattı ahşap kapıyı. İçeriden kısık sesler gelmiş ve kapı açılmıştı.

Büyük bir gülümsemeyle karşısındaki kadına baktı.

"Chan-ah! Hoşgeldin"

Birbirlerine sarıldıktan sonra kapıyı kilitleyip içeri geçtiler. Konuşacak çok şeyleri vardı.







Arkadaşlar, kızmayın ama bu fic beni sıkmaya başladı...
Bu yüzden yazabildiğim kadar hızlı yazıp bir an önce bitirmeye çalışacağım.

Bundan bahsetmek kötü olsa da değinmeden geçemeyeceğim, oy oranı okunmaya göre çok az. Okuyorsanız oylasanız çok güzel olur hani, ben de emek vererek yazıyorum bunları.

Son olarak OKUNMA 3K'YI GEÇMİŞ ÇOK MUTLUYUM😭 Okuyan, oy veren, yorum yapan herkese çok teşekkür ederim aşklarım💚

You Are || ChanMinWhere stories live. Discover now