Benden önce gelen krallara çok kızdım: Neden böyle vahşi bir geleneği kaldırmamışlar! Tahta çıktığım ilk gün, bu ahmakça ve zalimce geleneği yasaklayacağım. Yoksa, bu kralın değil de engizisyonun işi mi?

öyle ise, baş vezir de kilisenin adamı!.. iyi ama, baş vezir de olsa, bir krala ne cesaretle işkence yapabilir? Mutlaka .u işte Fransa'nın parmağı var. Bizim eski şube müdürü de Fransa hesabına çalışan bir casus olmalı... Beni yok etmeyi kafasına koymuş bir kere... ingiltere'yi de unutmamalı! ingiliz büyük siyasetçi, fettan bir entrikacıdır... Her taşın altından çıkar. Boşuna dememişler: "ingiliz enfiye çekince, Fransız hapşınr." diye.

Ayın Yirmi beşi

Zalim engizisyoncu bugün yine geldi. Ayak seslerini duyunca sandelyenin altına saklandım. Beni göremeyince seslendi:

— Popriçev, neredesin?

Ses çıkarmadım. Tekrar bağırdı:

— Aksenti Ivanoviç! Yedinci dereceden memur, soylu kişi!

Cevap alamayınca, bu defa:

— ispanya Kralı Sekizinci Ferdinand! diyebağırdı.

Cevap verecek oldum; § ma hemen vazgeçtim: "Yağma yok!" dedim içimden, "yine başıma soğuk su damlatırsın..."

Sonunda yakayı ele verdik tabiî. Canavar engizisyoncu elindeki sopa ile kafama vurmaya hazırlanırken horoz taktiği uyguladım. Her horozun bir ispanya'sı vardır ve kuyruklarının altında saklarlar... Ellerimle kafamı saklayıp ispanya'mı herife döndürdüm... Adam sopayı havada sallayarak tehditler savurdu. Bir gün kafamı kırıp elime vereceğini söyledi. Anlaşıldı, bunlar kafasız bir kral istiyorlar!.. Engizisyoncu hışımla odamdan çıkarken homurdanmaya devam ediyordu. Aldırmadım tabiî. Onun bir ingiliz maşası olduğundan şüphem kalmadı.

349 yılının 34 Şubatı

Allah'ın artık dayanacak gücüm kalmadı! Bittim, tükendim!.. Neden dinlemiyorlar? Bakıyorlar, ama görmüyorlar. Kulakları var ama duymuyorlar... Benden ne istiyorlar? Onlara ne zararım dokundu ki, iykence ediyorlar? Başımla ne alıp veremedikleri var? Vücudum ateşler içinde yanıyor! Dünya gözlerimin önünde topaç gibi dönüyor... Ben zavallı bir adamım... Onlara verecek hiçbir şeyim yok... "Krallıktan vazgeçtim, yalvarırım beni bırakın da gideyim!" diyorum; gülüp geçiyorlar! Yok mu beni bu canavarların elinden kurtaracak birkahraman? Hani, ispanya'nın o şerefli şövalyeleri nerede? Bir çobanı korumak için krala kafa tutan o cesur yiğitlerden biri sürsün atını, kılıcı elinde dalsın içeri, alsın beni, uçursun bu cehennem diyarından! Uzağa, çok uzağa, hiçbir şeyi göremeyeceğim, duyamayacağım insansız bir dünyaya götürsün beni!..

Hikâyede geçen dairenin adını vermeyeceğim. Zira bu zamanda herkes kendisine yöneltilen her tenkidi bütün topluma yapılmış bir tecavüz sayıyor. Asker olsun, sivil olsun farketmiyor. Bir rütbe ve makam işgal eden her asker ve her memur, kendisini devletin temsilcisi görüyor. Böyle olunca, ahlâksız bir memurun rezaletlerini dile getirmeniz o memura değil de işgal ettiği makama, dolayısiyle devlete hakaret sayılıyor.

Geçenlerde duydum. Adım hatırlayamadığım bir vilaye-tin emniyet âmiri, ordu komutanlığına uzun bir şikayet di-J i lekçesi yazmış. Yüzbaşı rütbesi taşıyan bu emniyet âmiri, delil olarak kalın bir kitabı da dilekçesine ek yapmış. Dediklerine bakılırsa, bu kitap uzun bir romanmış.

Romanın her on sayfasında, yüzbaşı rütbesindeki bir emniyet âmirinden bahsediliyormuş. Yazar olacak o hain romancı, yüzbaşıyı okuyucusuna daima kör kütük sarhoş gezen bir adam olarak tamtıyormuş.

Yüzbaşı davayı kazanmış mı kazanmamış mı, kitap yasaklanmış mı yasaklanmamış mı, romancı hapsi boylamış mı boylamamış mı bilmiyorum. Her ihtimale karşı, ne olur ne olmaz, devlete hakaret etmiş sayılmamak için hikâyemizde geçen müesseseye "bir daire" diyeceğim.

Bir Delinin Hatıra DefteriDove le storie prendono vita. Scoprilo ora