Bir Delinin Hatıra Defteri

1.4K 64 34
                                    

3 Ekim

Sabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç dakika geçtiğini söyleyince korkumun sebebi anlaşıldı. Yine daireye geç kalmıştım. Eğer şu pinti muhasebecimizi yakalayıp birkaç kuruş avans koparma ümidim olmasa, bugün daireye gitmeyecektim.

Şube müdürümüzün suratını asıp beni nasıl azarlayacağı belliydi. Zaten birkaç gündür dırla-nıp duruyordu: "Bıktım senin şu dağınıklığından! Sen adam olmazsın azizim... Dairede aptalca dolaşıp, evrakı birbirine karıştırıyorsun. Tarihleri yanlış atıyorsun, noktadan sonra küçük harfle başlıyorsun.

lkokul çocuğu bile senden güzel yazar."

Şu bizim müdür kadar kendini beğenmiş adam zor bulunur. Uğursuz, leylek bacaklı, kısa kollu, tip bir herif. Beni kıskandığı kesin... Tatmin olmak için odasına çağırır, bütün kalemlerini açtırır.

Haydi müdür ne ise... Ya şu muhasebeci domuzu! Adam sanki basit bir daire muhasebecisi değil de hazine müdürü...

Çalımından geçilmez. Bir memurun anası bile ölse, maaşını peşin alamaz. Yalvar yakar, önünde diz çök, çatla, patla; kılı bile kıpırdamaz kâfirin... Karısından dayak yediğini sanki bilmeyen var. Adam, devlet kasasından maaş verirken bile eli titrer; sanki cebinden veriyor...

Ben hariç, bizim dairenin bütün memurları torpillidir. Her birinin sırtını dayadığı soylu bir dayısı vardır.

Maaşları az, havaları çoktur. Hepsi de kibarlık budalasıdır. "Efendim-"den, "lütfen"den geçilmez, etraf pırıl pırıldır. Başkenttekiler bile böyle temizlik görmemişlerdir. Masalarımız maundan, sandelyelerimiz cilâlı ağaçtandır. Amirlerimiz bizimle "siz" diye konuşur. Zaten bu aristokratik hava olmasa, çoktan istifamı basar giderdim.

Havı dökülmüş ve eskimeye yüz tutmuş paltomu giyip dışarı çıktım. Sağanak halinde yağmur yağıyor.

Şemsiyemi açtım, dükkânların kepenklerini kaldıran küçük esnaflara selâm vere vere ilerledim. Hızlı hızlı temizlik işine giden gündelikçi kardılardan başka sokakta kimseler yok. Đleride birkaç hademeye rastladım. Yol kavşağında, efendi kılıklı bir memura gözüm ilişti. "O da benim gibi daireye geç kalmış..."

diye mırıldandım. Sonra birden vaziyeti çaktım: "Yo birader! dedim, seninki daireye gitmek değil. Şu önde giden dişiye yetişmeye çalışıyorsun."

Ne namussuz, ne zamparadır şu bizim memur takımı! Subaylardan aşağı kalmazlar. Sokakta gördükleri her süslü kadının peşine düşerler.

Böyle düşünerek yürürken, bir mağazanın kapısında duran arabaya gözüm ilişti. Arabayı hemen tanıdım.

"Bizim Genel Müdür'ün gündüz burada ne işi var?" diye merak ettim. Arabanın kapısı açıldı; etek hışırtılarının ardından müdürün kızı göründü. Derhal köşye saklandım. Uşak yerlere kadar eği^rek temenna durdu. Küçük afet, gerdan kırarak sağa sola baktı. Kaş-göz oynattı ve değnek yutmuş gibi dim dik yürüyerek mağazanın kapısından girdi. Durduğum yerde bütün yağlarım eridi. Yakası yağ bağlamış eski paltoma sarılıp bekledim. Dengi olmadığımı bile bile bu kıza tutkundum.

Kızın küçük finosu, hanımı gibi hava atıp çalım satayım derken hızla açılıp kana kapıdan içeri girmeye fırsat bulamadı; dışarıda kaldı. Buna uşak sebep olmuş gibi, adamcağıza havlayıpkendi diliyle onu bir güzel azarladı.

Ben, hanımına tanıdığım kadar bu hoşhoşu da tanırım. Adı "Meci"dir. Paltoma sarınmış, kararsızlık içinde beklerken incecik bir sesin;

— Merhaba Meçi! dediğini duydum. Konuşanı görmek için merakla etrafa baktım. Yan yana yürüyen iki bayan gördüm. Biri genç diğeri yaşlıca idi. Yanımdan geçerken aynı ince ses:

Bir Delinin Hatıra DefteriWo Geschichten leben. Entdecke jetzt