"Ne var!" dedim sertçe.

Birden bana dönüp, çatık kaşlarının altından öyle bir baktı ki, istemsizce yutkundum. Fazla mı tepki vermiştim acaba. Bir şey dememişti sonuçta. Korkutuyordu beni. 

Bakışlarım biraz daha yumuşadığında o da gözlerini benden ayırdı ve elindeki kağıda bakarak konuşmaya başladı.

"Bu kağıt, normal kağıtlardan değil. Filigranlı kâğıt. Bak!" dedi ve parmağının ucuyla kağıtta bir noktayı gösterdi.

Kâğıdın gösterdiği kısımda arma gibi bir şekil vardı. Biraz daha dikkatli bakınca şeklin aslında bir yazı olduğu anlaşılıyordu. İyice Hakan'a yaklaşmış kâğıttaki olayı çözmeye çalışıyordum.

"Haklısın, burada bir yazı var" dedim heyecanla. Başını belli belirsiz salladı. 

"Çözmeye gidelim hadi" dediğinde bakışlarını kâğıttan bana çevirdi. Ben de kâğıda bakma amacıyla Hakan'a çok fazla yaklaşmıştım. Yüzlerimiz arasında sadece milimler kalmıştı. Burunlarımız birbirine değecekti neredeyse. Bu garip durumu ilk bozan o oldu. Hiç bir şekilde bana yaklaşmıyordu. Tesadüf eseri yaklaşsak bile ilk kaçan hep o olmuştu. İyi de yapıyordu. Ben yapamıyordum çünkü. Kalbime söz geçiremiyordum. 

Birden hareketlendi. "Hadi bin arabaya." dediğinde yaslandığım kaputtan ayrılıp onu takip ederek arabaya bindim.

"Nereye gideceğiz, nasıl çözeceğiz?" diye sorduğumda arabayla çoktan trafiğe karışmıştık.

"Bize yardım edecek bir tanıdığa." dediğinde fazla üstelemedim. Ona güveniyordum. Bir fikri olması, bana bir çözüm yolu göstermesi içimi rahatlatmıştı. Yalnız olmamak böyle bir şeydi.  

Uzunca bir yol gittikten sonra neredeyse Ankara dışına çıkmıştık. Arabayı eski bir evin önünde durdurduğunda, arabadan inmeden mümkün olduğu kadar çevreyi kontrol etmeye çalıştım. Terk edilmiş bir yerdi burası. Ev olması ve birilerinin burada yaşıyor olması imkansızdı. Ama vardı ve biz o eve gelmiştik. Ürkütücüydü. 

Endişeyle bakışlarımı Hakan'a çevirdim. Gayet sakindi. Yaptığı şeyden de gayet emin gözüküyordu. Arabayı park edip indiğinde, ben de onu takip ettim. Hakan önde ben arkada eve doğru yürüdük. Evin bakımsız bahçesinden geçip kapıya geldiğimizde Hakan kapıya beş kere farklı tonlarda vurdu. Şifre miydi?

Hayretle onu izlerken o ise ciddiyetle etrafı kolaçan ediyordu. Tehlikeli bir durum vardı da benim mi haberim yoktu? Kapının açılma sesi geldiğinde bu sefer yol vermesiyle ilk ben girdim eve. Gıcırdayan eski ahşap merdivenlerden yukarı çıktık.

Merdivenleri tam bitirmiştik ki karşıma dağınık kır saçlı, üstü başı kir içinde bir adam çıktığında, boş bulunup çığlık attım ve Hakan'ın kolundan tutarak arkasına geçtim. Görünüşü evsiz birine benzerken, birden karşıma çıkmasıyla iyice korkmuştum.

Adam benim hareketime alınmamış, üstüne kahkahalar atmaya başlamıştı. Hakan'da elini ensesine götürmüş, omzunun üzerinden bana bakarak gülümsüyordu. Yine yeri ve zamanı olmayan bir tepki vermiştim galiba. Hakan'ın rahat davranmasıyla, korkum kaybolmuştu. Sığındığım sırtından ayrılıp öne doğru adımladım.

"Korkma yenge, dostum ben" dedi kahkahalarının arasında. Yenge mi?

"Yok yanlış anladınız ben yen.." cümlemi tamamlayamamıştım. Çünkü Hakan elini belime yerleştirip beni kendine çekmiş ve konuşmaya başlamıştı.

"Korkar tabii yengen, kaç kere dedim şu tipini düzelt. Mağarada mı yaşıyorsun lan" dediğinde ağzım açık bir şekilde Hakan'ı izliyordum. Neden yengen demişti şimdi. Yengesi olmam için benim Hakan'la sevgili olmam gerekti, ya da nişanlı, evli? Off neden böyle dedi ki şimdi.

KARANLIK ŞEHİRWhere stories live. Discover now