Geceleyin Kaçıp Giden Benliğim

17K 705 412
                                    


Yıkık dökük sıvasıyla çirkin mi çirkin duvarımın dibinde eski, kahverengi bir komodin var. Annemin, henüz ben çok küçükken, cılız eskicinin birinden kapmış olduğu bu korkunç komodin yıllardır orada sessiz sedasız durur. Şimdi üzerine kondurulmuş en az onun kadar eski ahizeli telefon durmaksızın çalarken, heyecanla komodinime yönelme isteği duyuyorum.

"Buldun mu, orada mıymış?"

Yanıt bekliyorum düşünceler aklımın dört bir köşesini dolduruverirken. Çünkü dün gece yatağımda oturmuş gökyüzüne küserken ruhumu kaybettim. İnce bir kumaş gibi sıyrılıverdi kollarımdan, bacaklarımdan, gözlerimden... Bir an için karşımda dikildi ve ben uzanmaya dahi yeltenememişken el sallayıp kaçıverdi. Sabahtan beri onu arıyorum. Oysa çaldığım bu kapıdan da elim boş döneceğim kanımca.

"Yok," diyor telefonun diğer ucundaki ses. Daha buradan iki yana salladığı başını görebiliyorum sanki. "Vallaha görmedim. Neye benziyordu ki ruhun?"

"Bilmem," diyorum düşünceli düşünceli. "Eciş bücüş bir şey olsa gerek."

Bir kez daha mırıldanıyor umutsuzca. Hayır demeye hazırlanacağını hisseder hissetmez telefonu kapatıyorum. Bilmek beni kahredecek.

Ayaklarımı sürüye sürüye oradan oraya volta atarken koridorumun tam ortasına yerleştirdiğim, komodinin yakınlarındaki ayna takılıyor gözüme. Aman Allahım, bir hayalet mi olmuşum? Aynaya bakıyorum bakmasına ancak orada bana bakan birilerini göremiyorum. İçim sızlıyor, ağlayacak gibi oluyorum. Amansızca elimi uzatıyorum, zannediyorum ki oraya dokunacak olursam kendimi bulacağım. Çünkü üç gün önce ruhum "Çevir başını Zayi," demişti sitemle. "İnsanları bırak da aynaya döndür başını." Ruhumun saçmaladığını düşünmüştüm. Annem hep saçmaladığımı söylerdi zaten. İçten içe ruhuma gülmüştüm.

Olmayan kendimden korkarak aynanın başından ayrılıyorum. Bir hayalete dönüşmüşsem bir daha insanlar beni göremeyecek diye düşünüyorum. İçim kıyılıyor, göğsüm ha çıktı ha çıkacak gibi oluyor. Oysa dün gece, ruhumu kaybetmeden birkaç saat önce onsuz her şeyin daha güzel olacağı kanaatine varmıştım. O nasıl da çirkin, nasıl da yetersizdi! İş yerinde terfi alamayışım da, Hüsün'ün hislerime karşılık veremeyişi de onun yüzündendi. Üstelik şimdi bile beni bir hiçe çevirmeyi başarmıştı.

Paltomu bir çırpıda kapıp dışarı atıyorum kendimi. Sanırım onu kendim aramak zorundayım. Sokak sokak gezecek, onu bulup geri getireceğim çünkü bana başka seçenek bırakmıyor. Patır kütür ilerleyen botlarım dün gece yağan yağmurun kalıntılarıyla şapırdıyor. Bugün ne vahim bir gün olacak ki sokak çocuklarının hepsi evlerine kapanmış. Güneş bir kasvetli ışıldıyor. Market sahibi Tahsin Ağabeyi görüyorum kaldırımın diğer ucunda. Beni görür görmez el sallayıp yanıma geliyor. Birilerinin beni fark ediyor oluşuyla içten içe seviniyor, naralar atıyorum.

"Zayi yüzünden kan çekilmiş gibi oğlum, bu ne hal?" Diye soruyor Tahsin Ağabey endişeyle.

"Ağabey, senin de ruhun bazen çekip gidiyor mu?"

Anlamsız bakışlarını yüzüme dikiyor, kara kara düşünüyor. Saçma bir soru mu sordum acaba? Keşke hiç sormasaydım, diye hayıflanıyorum kendimce.

"Yok oğlum," diye yanıtlıyor zaman sonra. "Ruhumu hiç görmedim. İnsanın ruhu kendinden ayrı olur mu hiç?"

"Oluyor, oluyor. Benim öyle çirkin bir ruhum var ki Tahsin Ağabey, bencil mi bencil, nankör mü nankör! Zaten patronum da öyle söylemişti vaktinde."

Tam Tahsin Ağabey dudaklarını aralamış bir şeyler söyleyecekken göğü yararcasına bir ses, beraberinde insan çığlıkları duyuyoruz. Merakla kaldırımın sonuna, iki meydan arasında kalan parka döndürüyoruz başımızı. Tahsin Ağabey telaşla kafasını sallıyor. Bizim burada etliye sütlüye kimse karışmaz ya, korkuyor adamcağız. Adeta asker adımlarıyla arşınlıyoruz bir çırpıda koca kaldırımı. Gerçekten de tüm mahalle parkın ortasına toplanmış, hatta sanki bir çember oluşturmuşlar. Ortalarına aldıkları her ne ise bağırıp duruyor, eziyorlar. Patronumun sivri yüzünü seçiyorum insanların arasında. Tıpkı işimi beğenmediği tüm o anlarda nasıl bir böcekmişim gibi bakıp kıravatıyla oynuyorsa, yine aynı tavırı sergiliyor. Yanında Hüsün var. Sırma saçlarını ensesinde topuz yapmış. Bana hiçbir zaman bakmayan gözleri kim bilir ne de güzel görünürdü şimdi, diye düşündürtüyor beni.

Soğuk soğuk kalabalığı gözlemlemeye devam ediyorum ki bir tanıdık yüz şaşkınlıkla olduğum yere çivilenmeme sebep oluyor. Annem kırgın bakışları ve üzerinden hiç çıkarmadığı şalıyla çemberin ortasındaki şeye gözlerini dikmiş bakıyor. Oysa benim annem ölüdür, diye iç geçiriyorum gözlerime inanamayarak. Daha dün onu toprağa gömmüştüm.

Tahsin Ağabeyi unutup anneme doğru koşuyorum. Üstüme giydiğim paltoyu beğenir miydi acaba, diye düşünüyorum. Bir beyefendi gibi giyinmem onu mutlu ederdi ya. Fakat yanına yaklaşır yaklaşmaz düşüncelerim sanki sel oluyor ve bir çırpıda kayıp gidiyor zihnimden.

Görüyorum ki çemberin tam ortasında benim çirkin, işe yaramaz ve bencil ruhum duruyor. Tıpkı dün gece benden ayrıldığı zamandaki gibi yorgun ve korkunç bakışları. İnsanlar ruhuma bağırıp çağırıyor. Annem huzursuzca gözyaşlarını döküyor ve bir yandan eşarbını ağzına bastırarak hıçkırıklarını dindirmeye çalışıyor.

"Bu proje çok saçma, Zayi. Senin aklın nerede?" Diyor patronum ve ruhuma bir fiske vuruyor.

"Yanıma yakışmazsın Zayi. Şu üstüne başına bir bak." Diyor Hüsün ve ruhuma bir fiske vuruyor.

"Adam olmayacaksın." Diyor annem hala gözyaşlarını dökerken ve ruhuma bir fiske vuruyor.

Babam vuruyor, dostlarım vuruyor... Bugüne dek kimi aldıysam hayatıma hepsi birer birer ruhumla savaşıyor. Kendime engel olamayıp kalabalığa dalıyorum. Ruhumun üstüne kapanıyorum ve bu sefer insanlar bana vurmaya başlıyor. Kaburgalarım çatlarcasına acıyor, vücudum adeta bir yangın yerine dönüyor.

"İnsanlara izin verdin, şimdi de seni kelimeleriyle öldürüyorlar." Diye bağırıyor ruhum kollarımın altında kıpırdanıp dururken. Oysa nasıl hala konuşmaya cüret edebiliyor, akıl erdiremiyorum. Belki de o yeterince iyi olsaydı, bunların hiçbiri yaşanmayacaktı. Zaten dün gece de kaçıp giden o değil miydi? Ne zarar gelse ondan geliyor.

"Buldum seni," diye fısıldıyorum acıdan önümü dahi göremezken. "Bu zamana dek yaptıkların yetmemiş gibi şimdi de beni öldürüyorsun."

Gözlerim kararmaya başlıyor. Artık zeminin neresi olduğunu bile seçemiyorum. Ayaklarım birer çubuk parçası gibi titriyor, saçlarım köklerinden kopacak gibi oluyor. Zannımca ruhum kadar karanlık oluyorum artık. Vücudum acıdıkça bir sessizlik yerleşiyor aklımın bir ucuna ve ruhumun tekrardan bana geri döndüğünü hissediyorum. Nasıl dün gece tek bir kelime etmeden beni sopsoğuk bırakıp gittiyse, aynı tek başınalıkla geri dönüyor. Ancak bu sefer sıcak ve dostane. Onunla konuşmak istiyorum ama gıkım çıkmıyor. Sözcükler boğazımı yakıyor fakat bir türlü dilime dökülmüyor. Ben insanların vahşetiyle öldüysem de sanırım ruhumu sözcükler öldürüyor ve o son yolculuğuna giderken huzurla veda etmek istiyor.

Belki de nihayetinde ben ruhumun, ruhum da benim katilim oluyor. 

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: May 04, 2021 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

İlk LitteraWhere stories live. Discover now