3000 bin yıldır buradaydım oysa,

657 40 62
                                    



zavallı trane,

ellerim hiç bahar şenlikleri gibi açmayacak senin sayfalarını. kalemim hiç siyah yapraklarında umutları fısıldamayacak, korkunç bir ihtimalin serzenişlerini saklıyorum 3000 bin koca yılın koynunda. sana bir şiir, her gün topladığım papatyalardan bir yaprak dahi bırakamıyorum diye kızmıyorsun ya bana? kızıyorsan da kızma, çok üzülürüm öyle ki; ölü toprakları uğurladığım göğsüm kabarır. olimpos dağı kadar yalnızlıklar sığdırdım zihnime, her biri şiddetli bir çarpışmaya ev sahipliği yapıyor. tüm tanrıların huzurunda durduğum o kadim günler ve geceler kadar yalnızım. mevsimler ne hızlı geçiyor, gündüzler ne kadar zalim bir sancıyı taşıyor. oysa geceler dilsiz bir hevesle ulaşıyor bana, dokunup yüzüme ufak bir tebessümle saçlarımı okşuyor. saçlarımı: 3000 bin koca yıldır kimsenin elinin değmediği, uzun tutamları. çağlar geçti sanki hepsini dört nala sürdüğüm atım ile değil de, nehirlerin insafıyla usulca ilerleyen bir sandalla geride bırakmışım gibi bir dinginlik var üzerimde. kimse görmüyor trane, kimse bilmiyor acılarımı. hepsini usulca sana anlatıyorum, parmaklarımdaki tüm acı beyaz bir kalem ile sana karışıyor. sayfalarında çok büyük bir ağırlık var diye bazı bazı benden nefret ediyorsun muhakkak, seni rüzgarda dalgalanan yapraklarından ayıran baltaya, hamuruna siyah mürekkebi bulaştıran parmaklara lanet ediyor, onlarca insanın içinde neden benim elime düştüğünü sık sık sorguluyorsun. biliyorum, duyuyorum her birini.

fakat bana hak vermelisin, insanlar 3000 bin yıldır sakladığım yalnızlığıma burun kıvırıp, tanrılarla olan hoş sohbetime inansaydı sana gelir miydim? elimdeki kılıcı, yıllarca savaş meydanlarında savurduğum o keskin bıçağı; bir çift merminin dizlerimde bıraktığı sızı yüzünden toprağa saplar mıydım? insanlar böyle zalim olmasaydı trane, koşa koşa sana gelir sayfalarında hiç saçlarımı okşamayan babamın sıcak göğsünü bulur muydum? bana kızıyorsun, duyuyorum söylenmelerini. geceleri daha bir başka oluyor serzenişlerin, bazı bazı uykularımdan uyandırıyor; yüreğime sevilmemenin haklı burukluğunu bırakıyorsun. oysa senden başka kimsem yokken, acısı bir duayı sırtlanmış yahut bir çocuğu annesiz bırakmış 3000 bin koca yılın o derin, sarsıcı ve yakıcı varlığıyla beni baş başa bırakmak isteyecek kadar zalim olan sana ben, kucak açıyorum. sana trane, göğsümde çiçekler büyütüyorum. belki sayfalarına hiç uğramıyor kokusu ama kaburgalarımın arasında usulca büyütüyorum. orada bir kadının nazlı gülüşleriyle yeşeriyor sana, çünkü sende o kadın kadar zalimsin trane.

'başka bir defter bul, bırak beni diyorsun' değil mi? 'zalimim işte, yüreğinde islerde kalmış kadın kadar zalimim bırak beni' diyorsun. başka bir defterin saman sarısı yapraklarına küçük bir papatya koyarak tüm acılarımı, o 3000 bin koca senenin içinde ki her bir yanızlığı tek tek paylaşmalı, bembeyaz tüyleri olan atımdan her düşüşümü, acemi binişlerim dolayısıyla kemiğimi her kırışımda hissettiğim o yok oluşu paylaşmalıydım. ama trane, senden başka kimse inanmıyor bana. senden başka kimse dürüst sözlerle saldırmıyor, kimse gizlice yaralarımı sarmıyor.

hem kaç kere diyeceğim! seni ancak o oğlan çocuğunu bulduğumda terk edeceğim. tanrıların evine konuk olduğum, 3000 bin yıllık yalnızlığımı bitirecek olan o çocuğun müjdelendiği şafak vaktine sadığım ben. üzerinden değil seneler asırlar bile geçse trane, bekleyeceğim. bir alacaklının zalim yumruklarıyla değil, bir sevgilinin hasta dudaklarıyla bekleyeceğim. ancak o zaman kimsenin görmediği-

"Bayan Mei, yeni hasta yatışı için Erkek 3 servisine gelir misiniz?"

Kalem, ellerim arasında birden durduğunda eğildiğim masadan doğrularak, gündüzleri açık geceleri ise kitli durmak zorunda olan kapıma doğru çevirdim başımı. Açık pencerenin tatlı Mayıs esintileri yüzünden saçlarım yüzüme değdiğinde gülümseyip yanağımı omzuma süreledim.

"Yeni hasta geliyor. Kesin bu odaya alırlar."

Siyah yapraklarla bezeli defterimi kapattığımda, kapağının alt köşesinde; çizdiğim timsah resminin derin boşlukları andıran gözlerine bir süre dikkatle baktım. Beyaz bedenini parmak uçlarımla okşadıktan sonra yüzümde doğduğumdan beri asılı olan gülümsemeyle ayağa kalktım.

"Bay 38, siz daha gitmediniz ki!"

"Seni lanet adım Sergey! Üstelik oda üç kişilik."

"Ama hep iki kişi kalıyoruz."

Benimle konuşmaya daha fazla dayanamıyormuş gibi gözlerini devirdiğinde omuzlarımı silkerek çıktım odadan.

"Yalan söylemiyorum ki, hep iki kişi kalıyoruz ama."

Koridora attığım üçüncü adımda kükreyen sesini duymuştum.

"Tanrı aşkına!"

"Lanet okuduğunda daha çok seviniyorlar. Zeus çok kompleksli."

Yemek odasına paketleri bırakan kadına kocaman gülümseyerek el salladım. Annem her daim gülümsemenin insanları iyileştirdiğini söylerdi, belki beni değil ama gördüğüm herkesi iyileştirsin diye sebepsiz bir tebessüm asılıydı yüzümde.

"Kolay gelsin Bayan Fang, bugün çok güzelsiniz."

"Teşekkür ederim Bay Zhan! Sizin de saçlarınız bugün çok güzel."

Bende teşekkür etmeli, onun kırışıklarla çevrelenen yüzüne karşı bir kaç övgü dizmeliydim. Fakat 18 adım ötemde duran gencin keskin gözlerine, gözlerim takıldığından olsa gerek öylece kalakalmıştım. Mumyalanmış gibi hissettiğim senelerin ardından sanki ilk kez gözlerimde bir yaşam belirmişti. Nefesimin varlığına aşinaydım ama bu gözler karşısında kesilmesi de çok doğal gibi geliyordu. Boğazıma bir düğüm otururken sebepsizce ağlamak geldi içimden. Öyle ya, annemin tüm tembihlerini unutup yere çökecek ellerimi yüzüme kapatarak saatlerce ağlayacaktım şimdi. Sırf bir kaç saniye değdi diye gözleri gözlerime, üç bin yıllık yalnızlığımı silip atacaktım hemen!

Görüşüşüm puslandı birden, tutamayacaktım kendimi! Yüreğimde birden kabaran bu çarpıntıya karşı koyamayacaktım!

"Tanrılar!" diye haykırdım. Aylarca benim tüm seslerime aşina olan hemşire bile irkildi, bir tek o sabit kaldı. Ne bedeni çevrildi bana ne de gözleri. Kirpikleri bile titremedi, öylece bomboş bakmaya devam etti önünde ki masaya. "Geldi demek!"

"Onu tanıyor musun?"

Ses, hemen yan odamda uyuklayan Bay 42' den gelmişti.

"Nasıl tanımam?"

Sözlerim bir parça dikkatini çekmiş olacak ki o soğuk gözler yine çevrilmişti bana. Anladım, o an her şeyi anladım.

"Üç bin yıldır bu gözleri arıyorum ben."

angst değil. tek bölümlük bir şeyler

albino trane, yalanlarını satışa çıkardı! | YiZhan ✓Where stories live. Discover now