4. BÖLÜM~ GECENİN YANGINI~

10.3K 781 665
                                    

"Zaten kader böyle değil miydi? Ansızın olan her şey, bir başlangıca gebe olurdu.."

Yanlış başlangıçlara..

***

1 HAFTA SONRA...

Dila, telaşla yaptığı tatlının şerbetini döktü. Eli ayağı birbirine girmiş, yaptığı topuz, her yerinden fırlamıştı sanki.
Nefesiyle önüne gelen saç tutamlarını üfleyip her yerinde gezdirdi kızgın şerbeti. İnşallah yetişirdi. Yetişemezse yiyeceği azarı, alamayacağı parayı düşünmüştü. Daha da telaşlandı. Geç kalmıştı. Düğün başlamıştı. Yemek merasimine daha geçilmese de anca şerbeti yerini bulur dinlenirdi diye düşündü heyecanla. Koca koca tepsilerle baklava yapmış, beli yanı kopmuştu bir haftadır ağrıdan.

Hızla şerbetini döktüğü baklavaları köşeye çekip üzerine bez kapattı dinlenmesi için. Dolaba attığı vişne hoşafını da çıkarıp bardakları hızlıca tepsilere dizmeye başladı. Sırayla doldurmaya başladı hepsini. Her şey hazır olsundu. Sonra aceleye gelir, herkes şaşırırdı ne yapacağını diye düşündü.

Hoşafları da doldurduktan sonra tepsileri masaya dizdi. Etrafına bakıp yapması gereken başka bir şey var mı diye düşündü. Derin bir nefes alıp kendini sandalyeye bıraktı yorgunlukla.

Ölmüştü bir haftadır.

Her gün sabah akşam Cihadoğlu konağına gelmiş, yardım etmişti halasına. Bir yandan da sevinçliydi aslında. Tarlaya gitmekten kurtulmuştu. Ellerine baktığında artık iyileşiyordu.. Hafif izleri kalmıştı yaraların ama acıtmıyordu canını. Bir haftadır ayaklarına kara sular inmişti lakin. Ağanın evlenmesi böyle bir şey demekki, diye düşündü şaşkınca. Konak dolup taşmıştı bir haftadır adamla, insanla. Koca Mardin'e kurbanlar kesilip dağıtılmıştı. Ellerini anlına götürüp ovuşturdu sıkıntıyla. Parayı da gönderememişti daha. Eli mi değmişti? Başını kaşıyacak zamanı bile olmamıştı ki. Mehmet'le olacak olan buluşmaları da kalmıştı.

İyi olmuştu.

Uğraşacağı en son şey bu meseleydi. Uzak durmak en iyisiydi. Gözlerini ovuşturdu Dila yorgunca. Uyku akıyordu gözlerinden. Halası da kendisi de çok yorulmuştu bir haftadır. Her gün gelmiş ya dolma, ya tatlı yapmışlardı. Ucu ucuna anca bitirmişlerdi işleri. İç çekti usulca. Bir bardak buz gibi şerbeti öylece içti, yanmıştı içi. Koşuşturmaktan karnını bile doyuramamıştı. Tekrar doldurup tekrar içti dila kana kana.

Onu kapıdan izleyen yeşilleri, hala farkedememişti yorgun zümrütleri.

Baran ağa, gidemiyordu. Kala kalmıştı mutfağın kapısında öylece. Bir haftadır baktığı kıza, sessiz sedasız yine bakmıştı. Bakışları, bakış olmaktan çıkmıştı bir haftadır.

Yanmıştı Baran Ağa.

Bir haftadır ne söz geçirebilmişti kalbine, ne uyabilmişti mantığına.

Öylece izlemişti uzaktan zümrüt gözlü kızı. Yapsa ne yapacaktı? Cayamazdı düğünden. Teyzesine sözü vardı onun, tutacaktı sözünü. Evlenecekti kızıyla. Çaresizlikle nefesini bıraktı hole. Gözlerini çekti güzel kızdan.

Tutacaktı kendini. Bu günaha girmeyecekti. Ne kendine yapacaktı bunu, ne karşısındaki güzele yapacaktı. Bir haftadır, sanki herkesi ezip geçebilecek kadar öfke doluydu gözleri.

Yakmıştı önüne çıkanı acımadan. Herkes nasiplenmişti gazabından. Derin bir nefes alarak bakışlarını gelen adamına çevirdi hiddetle.

Mehmet, bir umut Dila'yı görme umuduyla mutfağa yöneldi. Kapıda ağasını görür görmez önünü ilikledi saygıyla.

ZÜMRÛD-Ü AŞK (ASKIDA)Where stories live. Discover now