11

48.1K 2.4K 10.2K
                                    

Bu sefer, gözüme vuran güneş ışığından, daha berbat bir şekilde uyanmıştım. Çalan telefonun yüksek sesi, başıma tığ iğneleri gibi saplanıyordu. Ses kısa sürmüştü aslında. Fısıltıyla edilen küfür ve hızlı ayak sesleri sonrasında kesilmişti. Ama bir kere uyanmıştım. Boş yatakta, en uca gelinceye kadar döndüm. Çarşafın serin yerlerini arıyor, bacaklarımı sürtüyordum. Geçen sefer, resmen odaya doğan güneşten iz yoktu. Camlara siyah perdelerle çekilmiş, hala gece yarısıymış gibi karanlıktı etraf.

Ağzımı şapırtadıp, doğruldum. Bir süre, bomboş şekilde duvarı izledim. Dün geceki aksiyondan sonra, Jungkook Yugyeom'la küfürleşe küfürleşe arabayı kullanmıştı. İlk defa onu bu kadar rahat görüyordum. Benim yanımda da tabi rahattı- ama insanın bir de en yakın arkadaşıyla olduğundaki hali vardır ya; ben onu görmüştüm. Ve sevmiştim. Bu halini çok sevmiştim.

Tartışmaları yol boyu sürmüş; Yugyeom'un Türk döneri yiyelim önerisine kadar devam etmişti. Sarhoşluk yanında açlığı da getirdiğinden, ikimizde kabul etmiştik. Yemekten sonra da Yugyeom, sevişmem lazım sizinle mi uğraşıcam diyerek, bizi bırakıp gitmişti. Garip bir çocuktu.

Duvarla bakışmam bittiğinde, banyoda kısa bir duş aldım. Eve geldiğimizde artık yarı baygın olduğumdan, üstümdekileri çıkarıp direkt yatmıştım. Geçen sefer geldiğimde giydiğim çamaşırların, farklı rengini de almıştı. Saçımın ıslaklığını havluyla alıp, salona geçtim. Yine üstü çıplaktı. Koltuğa yayılmış, ayaklarını masaya uzatmış; laptopuyla uğraşıyordu. Ama beni gördüğü gibi kapamış, yan tarafa bırakmıştı.

"Telefon uyandırdı dimi? Üzgünüm, bebeğim." dedi, gözlerini üzerimde gezdirirken. Eliyle bacağına vurup, beni çağırdığında; beklemeden kucağına gitmiştim bile. Eli hemen belimi sarmıştı. Kalçamı kasıklarına bırakıp, kollarımı boynuna doladım. Yanağımı omzuna yaslayıp, gözlerimi ovuşturduğumda güldüğünü duymuştum. "Çok güzel kokuyorsun."

Dudağını burnuma ve dudaklarıma sürttüğünde yerimde kıpırdandım. Hala biraz başım ağrıyordu. Kucağı da çok rahattı. Biraz daha uyumak istiyordum, aslında. Elini çamaşırdan içeri sokup, sırtıma doğru çıkardı ve tenimi mıncıklamaya başladı. Kaşlarımı çatıp, geri çekildiğimde kıkırdamıştı.

"Kahvaltıyı dışarıda ederiz diye düşündüm. Sonra da, parti için kıyafetler alırız. Olur mu?"

"Sen kahvaltı etmiyorsun ki. Beni izliyorsun." dedim, geri çekilip. Kafasını geri atıp, koltuğa yasladı. Yüzünde nadiren gördüğüm, sevimli bir gülümseme vardı. Diğer elini yanağıma uzatıp, nazikçe okşadığında; gözlerim istemsizce kapandı.

"Gözlerim her zaman senin üzerinde, bebeğim. Buna engel olamıyorum." dediğinde, gözlerimi açmıştım. Bakışları yüzümde geziniyordu yine. Biraz eğilip, dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Belimdeki eli gerilmiş, hemen beni kendine çekmişti.

Daha önceki öpüşmelerimizden farklı olarak; sakindik. Elim boynunda ve yanaklarında uysalca dolaşıyordu. Alt dudağını emerken, dilim baskınlık kurmak için değil- tadını almak için uğraşıyordu. Kendimi ona bastırmıyordum. O da her zamanki sertlikle değil, yumuşak bir şekilde, elini bacağımda gezdiriyordu.

Şapırtılar eşliğinde ayrıldığımızda, bakışlarının bayıklaştığını fark ettim. Dağılmış saçları yüzüne düşmüştü. "Sen bana aşık olmuşsun." dediğimde, kaşları şaşkınlıkla aralandı. Kasıklarına kendimi bastırıp, doğruldum. Yüzümdeki gülümsemeyi görünce, dudakları kıvrıldı onunda. "Yanmışsın sen he. Bitmişsin. Yazık."

"Öyle mi olmuş?" dedi, bacağıma şaplak geçirip. Beni çekip, boynuma yönelmişti.

"Evet." dedim, dudakları tenimde gezinirken. "Çok aşık olmuşsun. Tüh! Ne yapacağız şimdi?"

Your Choice | TaeggukWhere stories live. Discover now