Gökhan birkaç saniye düşündükten sonra mantığına oturtmuş olmalı ki başını salladı. “Benim adımla hesap açıp ne yazmış?”

“Bekle.” Karşı taraftan bir ses duyuldu. Atalay muhtemelen sekreteriyle konuştu ve bu beş dakikamızı aldı. Gökhan parmaklarıyla direksiyonda ritim tutturduğu sırada yeniden konuşmaya başladı. “Ne diyordum?”

“Benim adımla hesap açıp ne yazmış?” diye tekrarladı sabırsızca.

“Sırayla gidelim, olaylar kafanda otursun. Hesaba ait iki giriş yeri vardı. Birisi dediğim gibi yıllar önce hesabı kullanan kişinin giriş yeri. İkincisi ise Ecmel’in öldüğü gün yapılan giriş yeri. IP’den kullanıcının genel bilgilerini bulamadım ama hesap açtığı, mesaj attığı yeri buldurdum. Bir kahvehaneden yapılmış işlemler. Sonra telefon atılmış, hesap da kapatılmış ama büyük bir hata adamı ele verdi. Kahvehaneye adam gönderdim. Biliyorsun, o tip yerlerde müşteriler daimidir. Kahvehanenin sahibine sormuşlar ama hatırlamamış. Bunun üzerine o günün kamera kayıtlarını inceletip yabancı adamı tespit ettik. Sonra adım adım kamera kayıtları izlendi. Eğer aracını bir arka sokağa park etseydi muhtemelen izini kaybederdik ama neyse ki kameranın açısında olan bir yere park etmiş,” dediğinde şaşırmadım çünkü o kameraları kolayca görmek mümkün değildi zaten. “Her neyse, plakasından da kim olduğunu buldum. Ve senin hesabından da Merve’nin ağzından konuşmuş.”

Atalay’ın gelişigüzel verdiği bilgiyi hazmetmeye çalıştım. Derin bir nefes alıp yutkundum ve benim ağzımdan ne yazığını öğrenmek için tedirginlikle, “Ne yazmış?” diye sordum.

“Galiba bu şirket aynı zamanda o çocuğun iş teklifi diye kandırılarak geldiği şirket,” dedi daha çok kendine konuşurcasına. Atalay’ın tüm olayları bildiğini bu konuşmasından sonra anladım. Gökhan birine anlatma riskini göze almış görünüyordu. “Aynen şöyle: ‘Ecmel … Şirket’inin önüne gelir misin? Çok acil bir durum var. Kimseye bir şey söyleme lütfen. Gökhan’ın telefonu olduğu için bir şey yazarsan göremeyebilirim. Seni bekliyorum, lütfen acele et.’” 

Kulaklarım uğuldadı ve kafamın derisi sanki alev aldı. Geçici bir süre çevremde olanları idrak edemedim. Gökhan’la göz göze geldik. Benim aksime öylesine durgundu ki duygularının olduğuna şüphe ettim. “Şimdi tam olarak adresi gönderiyorum, adamı izlettiriyorum. Gerisi sana kalmış,” dedi Atalay ama sesi kalın bir perdenin arkasından geliyormuşçasına boğuktu. Birkaç diyalog daha geçti fakat odaklanıp anlayamadım.

“Sağ ol,” dedi kısaca ve ardından telefon kapandı. Gökhan ona az sonra atılan bağlantıya tıklayıp Navigasyon’u açtı. Belki suçluluk duyacağım bir durum yoktu fakat ben aksi gibi hissediyordum. Oraya benim başımın darda olacağını düşünerek gitmişti. Yalnızca benim için… Olmasaydım o var olacaktı fakat ben vardım ve bu yüzden o yok oldu… Nefes aldıkça boğazımın her tarafına dikenler battı. Ağlayabilmeyi, kendimi kasmamayı başarabilmeyi diledim fakat tek yaptığım keskin bir soluk bırakmak oldu.

“Senin bir suçun yok,” dedi Gökhan verilen adrese giderken. “Bir seçeneğin olsaydı kendini onun için feda ederdin ama sana bir seçenek sunulmadı, Balaban. Senin de onun kadar kurban olduğunu unutma. Onu oraya çağıran kişi sen değilsin, hiçbir şeyden haberin yoktu.” Kırmızı ışıklarda durdu ve çenesini sıvazlayarak ışıklara bakıp yeniden önündeki yola döndü. “Muhtemelen arkadaş olmasaydınız yaşayacağını düşünüyorsun ama kim arkadaşlarını ileride ölümlerine sebep olacağını düşünerek seçebilir ki? Geleceği göremezsin. Onunla arkadaş olduğunda da görmüyordun.”

Papatyalar Karanlıkta Büyür Where stories live. Discover now