💫 💫

"Bakarız dedi, bir daha da gelmedi " diye söylenmeye devam etti Kerem.

"Ben senden de bana yardım etmeni istemedim. Böyle yapacaksan yürü git Kerem" diye sinirle söylendim. Bugün beşinci gündü ve biz şimdi Kerem'le doktorun muayenehanesine gidiyorduk. Beş gündür sadece Kerem'i ve Fadime teyzeyi görmüştüm. Ali ve Hakan birden kaybolmuşlardı. Ya da doğal olarak beni pek umursamamışlardı. Ama en azından Kerem yanımdaydı ve bu da yeterliydi benim için. Tek başıma o bacağımla yürüyebilmem, hatta yürümeyi bırak, hareket bile edemezdim. 

"Ya gideyim de Hakan kafamı kırsın" arabayı söylene söylene park edip aşağıya indi. Şaşkınlıkla ardından bakakaldım. Beş gün boyunca hiç susmamıştı ve hala tam gaz konuşmaya devam ediyordu. Allah'ım neydi günahım.

"Bir şey diyeyim mi, ben de senin bana yardım etmenden hiç mutlu değilim" dedim kolumdan tutup beni arabadan indirirken. 

"Nankör" diye mırıldandı kıstığı gözleriyle bana bakarken. Aslında şu an onunla küsüp bir daha konuşmamam gerekiyordu ama beş gündür benim için nasıl endişelendiğini, ateşim çıktığında sabaha kadar benimle ilgilendiğini gözlerimle görmüştüm. 

Birbirimize takıla takıla doktorun yanına gittik. Bacağımın üzerine artık rahatça basabilecektim sonunda. Alçı çıkmış, yerine bandaj gelmişti ama bu bile beni rahatlatmıştı.

"Bandajı kendin çıkarırsın birkaç gün içinde. Geçmiş olsun" demişti doktor. Muayenehaneden çıkıp tekrar arabaya geçtik. 

"Seni eve bırakayım, sonrasında işim var. Malum beş gün evde mızmızın tekiyle mahsur kaldım" dedi arabayı çalıştırırken. Onu umursamadım ama eve gitme fikri hiç hoşuma gitmemişti. Yüzüm düşmüştü.

"Kerem" dedim sevimli çıktığına inandığım ses tonuyla. Bakışlarını yoldan ayırıp bana çevirdi.

"Ben de beş gündür evdeyim. Çok canım sıkıldı. Biraz sahile mi gitsek" diye sordum. Yalvaran gözlerle ona bakıyordum. Kabul etmesi gerekiyordu. 

"Hakan'ın haberi olmadan olmaz." dedi kesin bir dille. Bu beş gün, her ne yaptıysa hepsini tek tek Hakan'a telefonda anlatmıştı. Kendi gelmiyordu ama sürekli benim hakkımda bilgi alıyordu. Hatta ben uyurken Kerem'in fotoğrafımı çektiğini fark etmiştim. Ama Kerem'e anladığımı çaktırmadım. Sanırım o fotoğrafı da Hakan'a göndermişti. Neden böyle davrandığı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Zaten çoğu şeyi akışına bırakmaya karar vermiştim artık. Düşünmek çare olmuyordu bazen. 

"Ara o zaman" dedim umutla gözlerimi açıp. Kesin izin verirdi. 

"Arayamam." Dedi derin bir nefes alıp. "Neden?" diye sordum hayal kırıklığıyla.

"Belli zamanlarda böyle kaybolur ve kimsenin onu aramamasını ister. Zaten istesen de ulaşamazsın" diye açıkladı durumu. Hakan'ın hayatını anlamaya çalışmak çok zordu. Ne iş yaptığını bile tam bilmiyordum. Karanlıktı dünyası evet, ama Serdar Koçar gibi uyuşturucu mu satıyordu? Onun kadar kötü müydü, bilmiyordum.

"Hakan da mı mafya?" diye sordum. En azından Kerem'den bilgi alabiliyordum. Her soruma cevap veriyordu. 

"Mafyanın oğlu. Hem de tek oğlu" dedi Kerem. Yerinde dikleşti.  Ne sandın der gibi çıkmıştı sesi. 

"Ali?" diye sordum şaşkınca. Nasıl tek oğlu olabilirdi Hakan?

"Ali, Murat Erkmen'in manevi oğlu. Öz kardeş değiller Hakan'la" dediğinde ağzım şaşkınlıktan açıkta kaldı. Hakan'ı bıçaklayanları bulmak için Ankara'nın altını üstüne getiren Ali değil miydi? Öz olsalar anca bu kadar yakın olurlardı.

KARANLIK ŞEHİRWhere stories live. Discover now