4. Ölümsüzlüğün Gücü

Start from the beginning
                                    

- Hanımefendi yardım lazım mı? Beni duyuyor musunuz?

- He evet. Şey ben şey. Koşuya çıkmıştım ve ayağım takıldı da düşüncede bileğimi burktum kalkamıyorum. Telefonum yanımda değil de? Rica etsem taksi veya bana yardım edecek bir doktor çağırabilir misiniz? Hastaneye gitmem lazım da?

-  Sadece ayak burkulması için mi?

- Galiba acıdığını söylemedim ve ayağa kalkamıyorum.

- Canın tatlı senin. Sadece incinmiştir.

Çatık ya! Ulan neden tüm yakışıklılar uyuz olur? ( Tatlı yazar da aynı düşünüyor)

- Tamam etme yardım git!

- Sakin ol şampiyon. Yardım edeceğim.

Birde gülüyor ya ulan bende ayı çıkar diye korkuyorum ayının yakışıklı versiyonu geldi. Ben böyle düşünürken beni bir anda kucağına aldı. Hop yavaş!

- Hop koçum sen hayırdır? İndir beni!

Beni hiç dinlemiyordu ve yürümeye devam ediyordu ve tabi ki pis pis sırıtmasını da unutmayalım.

- Bak tatlım eğer seni burada bırakıp gidersem hem çok ayıp olur hiç centilmenliğe uygun olmaz. Hemde bir kurt gelip seni parçalar. Ama diyorsan ki yemişim centilmenliği. Diyorsan ki kurt bana koymaz. Tabi bırakırım.

- Offf!

- Çok kibarsınız hanımefendi.

Bunu dedikten sonra ona laf yetiştirmekten vaz geçtim ve beni götürmesini bekledim. Dur bir dakika nereye götürüyor beni!

- Sen beni nereye götürüyorsun?

- Burdan güvenli bir yere.

- Yani nereye?

- Güvenli yere dedim ya.

- Uyuz musun sen?

- Seni yere bırakabileceğimi biliyorsndur umarım.

- Ne bilim sapık olmadığını? Niye güvenim sana?

- Sabahın bu saatinde tek başına bu kılıkta telefonun olmadan koşuya çıkarken hangi aklını kullandıysan o aklın ile güven.

Beni mi susturdu o? Derin bir nefes aldım ve kollarımı boynuna doladım madem gidiyoruz en azından belim kopmadan gideyim.

Yaklaşık bir 10 dakika sonra patikadan çıktı ve ağaçların arasına girdi. İki dakika daha yürüdükten sonra boş bir araziye geldik ve o boş arazinin tam ortasında kocaman bir ağaç vardı. Ağacın üstünde bir ağaç ev ve ağacın hemen altında küçük bir kulübe vardı. Çok güzeldi. Ve yine o duygu burayı daha önce görmüşüm gibi. Beni kulübenin önündeki banklardan birine bıraktı ve kulübenin içine girdi. Elinde bir krem kutusu ile geri geldi ve önümde diz çöktü.

Kutunun kapağını açtı ve içinden biraz krem alıp bileğime yavaşça sürmeye başladı. Burdan bakınca tatlı görünüyor aslında. Ama burada ne işi var ki? Hadi benim evim var ama bildiğim kadarı ile burda benim evden başka ev yok. Acaba modern Tarzan falan mı?

- Ne düşünüyorsun?

Bunu sırıtarak söylemişti sanki ona ne düşündüğümü söylerim de.

- Burada ne işin olduğunu düşünüyorum.

- Senin ne işin varsa bende o yüzden burdayım.

- Soruyu ben sordum cevap vermek senin görevin.

- Ben burada yaşıyorum. Evim buradan bir 10 dakika uzaklığında. Hadi sıra sende senin ne işin var.

- Bende burada yaşıyorum evim 10 dakika galiba buraya gelirken yolları pek takip etmedim.

- Çünkü beni izlemek ile meşguldün.

- Ne alakası var.

- Alakası yok diyorsan öyledir.

Kremi sürmesi bitince cebinden bir fular gibi bir şey çıkardı ve bileğime bağladı. Doğrusu çok güzel bir fulardı. Belki sevdiği kızın falandır. Ya da çocuğu vardır.

- Senin için özel bir şey galiba boş ver sarma ben eve gidince sararım hem daha iyi hissediyorum.

- Evet benim için çok özel birine ait. Giderken vermişti bana o günden beri saklıyorum. Ama artık geldi ve ona ihtiyacım kalmadı. Artık onu özlediğim zaman yanına gideceğim.

- Sen yine de al yani gidip ona ver.

- Ona veriyorum zaten.

- Anlamadım?

- Doğrusu beni tanımayacağını biliyordum ama yinede darıldım Akşın.

- Sen benim adımı nereden biliyorsun. Ben sana söylemedim.

- Hiç unutmadım ki.

- Lütfen biraz daha açık olur musun?

- Batu ben. Sana mektup yazmıştım. Ve çocukluk arkadaşın. Biliyor musun seni çok özledim. Burası sen gittikten sonra çok sessizleşti ve sessizlik bazen çok gürültülü olabiliyor...

Bitti.

Bir zamanlar benimde vardı bir sevdiğim. Halen ölesiye sevdiğim!

Neyse hadi iyi okumalar:)

Soluk Ten Ve Karanlık Arzular ARAVERİLDİWhere stories live. Discover now