19.BÖLÜM

281 40 10
                                    

  Oy ve yorumlarınıza ihtiyacım var.

  Sayısız bir notanın etrafında sanki ritim tutuyordum. Ben kendi müziğimin etrafında dönerken aslında sonsuzluğuma doğru ufak bir kibrit çakıyor ve müziğimin adı olan ''bilinmezlik'' ile gelgitler yapıyordum.

  Etrafımı saran dalgaların sessizliğine müziğim ne kadar arsız bir tonda eşlik etse de aslında ben, sonsuzluğa uzanan o denizde, yabancı bir kayıkta yapayalnız bir şekilde sallanıp duruyordum.

  Sallanan kayıkta ölüme doğru yelken açsam da karanlık suların en derinlerine bir tülü erişemiyordum. Ölüme hem bu kadar yakın hem de bu kadar uzak olmak beni çaresizliğin en uç noktasına taşıyordu. Sahi şimdi ölümün hangi şarkısı çalıyordu benim için? Hangi nota denizin en dibine düşüp beni de kendi serenatı ile içerisine hapsedecekti?

  Ölüm bir yerlerde beni izlerken, bu kadar düşünceyle boğuşmak ve pencereden özgürlüğü izlemek bana feci bir ızdırap yüklüyordu. Günler geçiyor, geceler tüm ihtişamıyla penceremizden odamıza yansıyordu.

  Bugün ise her zamankinden farklı bir gün değildi benim için. Odada anlayamadığım bir sessizlik hakimdi. Sanki bugün her zamankinden daha sessizdik. Sanki bugün tüm kapılar yüzüme kapanmıştı ve yağan yağmur tüm şehvetiyle bizi esir almıştı.

  Biraz sonra Ata odadan çıktı ve dakikalar içerisinde geldi. Elinde dışarıya ses veren bir müzik çalar vardı. Onu açtı ve yatağa uzandı.

''Ne yapıyorsun?'' dedim anlam veremediğim bir şaşkınlıkla.

''Müzik belki üzerimizdeki ölü toprağını atmamıza biraz da yardımcı olur.''

  Ardından Anıl hemen atıldı: ''Acaba üzerimizdeki bu ölü toprağı kimin yüzünden?'' Ata sesi biraz daha açtı ve gözlerini kapattı. Biraz sonra bizde ona eşlik ettik ve ''See Green Sea Blue'' şarkısını dinlemeye başladık. Daha sonra gözlerimizin kısa süreli bir yalnızlığa gömüldüğünü anladık.

--

  Uyuyordum ama sanki uyanıktım. Bağırtılar çağırtılar ve çığlıklar... Korkarak yerimden kalktım ve ilk iş dışarıya baktım. Hiçbir hareket yoktu. Aynı çığlık ve bağırtıları tekrar duydum. Ses koridordan geliyordu ama bizim tarafa ait değildi. Hepimiz biraz korkarak biraz da merakla dışarıya çıktık ve sesin olduğu tarafa doğru gitmeye başladık.

  Yaklaştıkça çığlıklar ve bağırtılar artıyordu. Olayın olduğu tarafa yaklaştığımızda bu seslere ağlama sesleri de eklenmişti. Bağırtıların olduğu yere tamamen yaklaştığımızda, koridorda kimse yoktu. Hemen yan odadan gelen ağlama ve tıslama sesine benzeyen bir inilti kulaklarımızı doldurdu. Biraz korkak biraz da temkinli adımlar ile kapıya yaklaştık.

  Gördüğümüz manzara tüm yaşadığımız korkulara bedel gibiydi. Diğerlerini bilmiyordum ama ben irkilmiştim. Şu an elinde silahını kavramış bir ölünün perdesini izliyorduk. Delirmiş gibiydi.

  Üzerinde tişört yoktu. Vücudu çürük morluklar ile doluydu ve sesi acı çeker gibiydi. Kısık bir ses tonundan daha sessiz ve intikam ile doluydu.

  Bu öfke taştığı vakit yapılabilecek tek şey, silahtan çıkan kurşunun kime isabet edeceğini beklemekti.

  Öfkeden ve hırstan gözü dönmüş çocuk silahı rehinelere tutarken, rehineler bağırıyor ve çığlık atıyordu. Onlar için ister istemez üzülmüştüm çünkü bu manzarayı uzun zamandır yaşamıyorduk.

  Az sonra öfkeli çocuğun vücudu hafif hareketlendi. Ve o sinirli ve ölümü andıran kahverengi gözler bizimle buluştu. Şimdi herkes susmuştu ve dışarıdan gelen tek ses polislerin çaldığı siren sesleriydi.

  İlk önce telaşlandı ve silahı önce bize doğrultu daha sonra ise bir anlık telaşla ve heyecanla rehin aldığı kişilere doğrulttu. Ne yapacağını bilmediği için korkuyla karışık bir şekilde siyah bir toz bulutunu andıran saçlarını kaşıdı.

  Daha sonra yerini değiştirdi ve açısını hem bize karşı hem de rehinelerine karşı ayarladı. Korkuyla bir adım geri attım ama beni fark etti.

  ''Eğer hareket eden ya da kaçmaya çalışan kim olursa olsun vururum. Zaten yakında öleceğim.'' Şimdi vücudundaki çürük morluklar daha büyük ve daha kötü görünüyordu. Onun için üzülmüştüm ve içime Ata'yı tekrar öldürme isteği gelmişti.

  Az sonra Ata'yı fark etti ve silahını bu sefer ona doğrulttu. ''Sen..'' dedi tehditkar bir şekilde, ''ölmeyi çoktan hak ettin.'' Ata'ya bakmak istiyordum ama arkamdaydı. Tepkisini ölçemiyordum.

Sadece hemen yanımda duran Sude'yi göz ucuyla görebiliyordum.

Titriyordu.

  Biraz sonra etrafımız hareketlendi. Artık koridorda bizden başka insanlarda vardı. Bunu çıkan fısıltılardan anlamak mümkündü. Sude'ye tekrar göz ucuyla baktığımda aynı durumdaydı. Sanki şok geçiriyordu.

  Biraz sonra rehine kızlardan birisi şiddetli bir şekilde ağlamaya başladı. Silahı tutan genç bir anlık öfkeyle, o kısık sesine rağmen adeta kükredi ve ağlayan kıza bir el ateş etti. Herkes derin bir çığlık kopardı. Bu sefer tavana bir el ateş etti. ''Kesin sesinizi!''

  Herkes susmuştu ama bu sessizlik iyi bir şey değildi. Biraz sonra bir polis dışarıdan megafon aracılığı ile konuşmaya başladı: ''Hemen teslim ol!'' Genç derin bir kahkaha patlattı ve cama bir el ateş etti. Yine herkes bir çığlık kopardı.

  Camda orta büyüklükte bir delik oluştu ve çatladı. Bu konuşmadan verilebilecek en iyi cevaptı. Saniyeler sonra gözlerini kapadı ve derin bir nefes aldı. O sırada Sude hareketlendi ve geri geri gitmeye başladı. Sude tam kaçacaktı ki, genç gözlerini açtı ve o tehlikeli gözleri Sude ile buluştu.

  Sude buna rağmen kaçmak için bir adım daha attı ve o sıra silah patladı. Sude kanlar içinde yere yığıldı. Çığlıklar tekrar koptu.

  Şaşkınlık ile çömeldim ve Sude'ye baktım. Yerde ölü mü yoksa yaralı mı olduğunu bilmediğim birisi yatıyordu. Sude'yi titreyen ellerle koridora doğru taşıdık. Şimdi gözlerimden nedenini çözemediğim pınarlar damlıyordu.

  Sude'yi hiç sevmemiştim. Ölürken bile. Ama yine de böyle bir ölüm şeklini ve böyle bir hayatı kimse hak etmezdi. Ölmüş müydü bilmiyordum ama kalbe yakın olan yerinden vurulan bir insanın yaşama olasılığı ne kadardı?

  Anıl titremeye yüz tutmuş elleriyle Sude'nin ölüp ölmediğini kontrol etti. O sırada bir el silah sesi daha duyuldu. Korkuyla ayağa kalktım ve kapının kenarında dikildim. Yerde çürük morlukların sahibi olan, ölümün piyonu yatıyordu. Bu sefer kimse bağırmamıştı. Çünkü artık gözlerimizi ölümün perdesi örtmüş bizi bir silah sesinin uğultusuna hapsetmişti. 

KARANTİNAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin