İlkokul hayatımda hiç kimse benimle oynamak istemezdi. Herkes birleşip kovalamaca gibi oyunlar oynasa da beni hiçbir zaman aralarına almazlardı, istemezlerdi beni. Bedenen değil belki ama ruhen büyüdüm zamanla. Ortaokul hayatımda ise lakaplarla tanışmıştım. Çirkin, Uzaylı, Böcek... Bunlar en az can acıtanıydı. Her zaman yaşıtlarımdan daha olgun bir insan oldum, çünkü birçok acıya katlandım, katlanıyorum.

Küçük bedenimin taşıyamayacağı yükleri kaldırmıştım. Sadece çevremde, okulumda değil, aile içinde de durum bundan ibaretti. Annemin hiçbir zaman, hiçbir yerde bana sevgi gösterdiğini hatırlayamıyordum. Benden her an, her yerde nefret edebilen bir tipti. Her anne çocuğunu sever, felsefesini küçük yaşta yitirmiştim ve o cümle benim için sadece kelimelerden ibaret, basit bir uydurma olarak duruyordu. Ailenin tek çocuğu olmak, diğer insanların sandığı gibi şımartılmak demek değildi benim için. Açıkçası bir abim olsun isterdim. Ağladığım zaman beni güldüren, saçlarımı okşayan bir abi... Kim istemez ki?

Arkadaşım ise hiç olmadı zaten. Ne ailemden, ne de dış dünyadan hiç destek görmemiş olan biri olarak söylüyorum; dışarısı çok acımasızdı. En azından yanımda bir kişi dahi olsa, bu kadar acımazdı canım, diye düşünürüm bazen. Küçükken arkadaş edinmeye çalışırdım, fakat etrafımdaki insanların yaptıklarını yapmadığım, tasvip etmediğim için kolayca sıyrılmıştım içlerinden. Onların gülmelerine karşın, rahatsız edici ve boş bakışlara sahiptim. Bir günlüğüm vardı, hatırlıyorum. Mor kapaklı, üzerinde pembe çiçeklerin ve birde güzel, alımlı bir kızın bulunduğu bir kapak. Kırtasiyeden ucuza alınmış bir defter işte, demiştim babam onu ilk verdiğinde. Daha sonra yazmıştım içine.

Her şeyi. Hislerimi, ağlamalarımı, gülmelerimi, korkularımı... Aklınıza gelebilecek her şeyi yazdım, çünkü bu şekilde hafifliyor olduğuma inandım hep. Hayatımdan kaçışımda birçok darbe almış, yaralanmıştım, hepsini içine yazmıştım defterimin. Konuşacak kimsem olmadığından mı, bilinmez ama yazmayı yaşam felsefem yaptım kısa sürede.

İnsanlarla konuşmayı uzun zaman önce bırakmış olduğum için kitaplara sarılmıştım aslında. Etrafta insanlardan nefret ediyorum diye dolaşan emo tipli insan sınıfına dâhil değildim. Sadece insanların karakterlerinin konuşulacak seviyede olmadığını daha çok küçükken kanaat getirmiştim.

Ben daha çok hayalimde ve kitaplardaki karakterlerle konuşmayı, insanlara tercih eden, hatta ve hatta kitapta ki karakterlerin gerçekteki insanlardan daha karakterli olduğuna inan sınıfa dâhildim. İnsanların karakterleri konuşulacak seviyede değildi fikrimce.

Rüzgâr beni zorlayarak esmeye devam edince pes ederek, defterimin kapağını yavaş olduğunu düşündüğüm bir şekilde kapattım ve minik balkonumdan odama geçtim. Yatağımın yanında bulunan siyah saatteki rakam gözüme iliştiğinde istemsizce gözlerim büyüdü ve elimdekileri çabucak bir şekilde gelişi güzel yatağın üstüne koyarak aşağı kata koşar adım indim.

Evin akıl almaz rutin bir düzeni vardı. Herkes, nerede olursa olsun; akşam yemeğine oturmak zorundaydı. Bahane kabul dahi edilemezdi. Annem kuralcı bir kadındı ve onun kızı olmama rağmen kurallara tahammül edemeyen biriydim.

"Hoş geldin, tatlım." Babam, annemin aksine sıcakkanlı biriydi ve evin neşe kaynağıydı. Hızlıca sandalyeme oturdum ve çatalımla yemekleri tepeleme dediğimiz bir biçimde doldurdum. Akıl almaz bir iştahım olmasına rağmen, kilo alamayan bir insandım. "Okulun nasıldı?" Elimdeki çatal bir anlık durdu, yutkunmam zorlaştı, nefesim soluk borusunda tıkandı ve aşağıya inemedi. Okulda olanlardan ailemin haberi yoktu. Bu yıl, üçüncü yılımdaydım ve iki yılım kendini beğenmiş biri tarafından bana eziyet olarak geçmişti.

BEN GRİWhere stories live. Discover now