"Kusura bakma. İki gün boyunca yormuşum seni" dedim başımı eğerek. 

"Saçmalama ne yorulması. Dinlendim hatta. Bir sürü işten yırttım sayende" dediğinde güldüm. "İyi bir işe yaramışım en azından" diyebildim. İçimde insanlar karşı olan kırgınlıktan çok kendime olan öfkem ağır basıyordu artık. Her şeyin sorumlusu bendim sanki. 

   Yavaşça yatakta oturur pozisyona geçip odayı incelemeye başladım. İlk geldiğim yer değildi burası. Daha geniş bir odaydı ve duvarları renkliydi. Açık yeşil renkte boyanmıştı. Açık kahverengi tonlarında giysi dolabı, iki komodin ve bir tuvalet masası vardı. Bir odada olması gereken her şey vardı. Yerdeki tüylü beyaz halıya ayaklarımı basıp ayağa kalktım. Hala başım dönüyordu. Sersemliğimi üzerimden atamamıştım. Kerem kahvaltı için beni bekleyeceğini söyleyip çıkmıştı. Ben de odanın içindeki banyoya ağır adımlarla ilerledim. Bandajlı elime su değdirmeden duş aldım. Valizim odanın köşesinde duruyordu. İçinden çıkardığım boğazlı krem bir body ile bilekte biten hafif bol krem renk pantolonumu giyip aşağı indim.

"Burası neresi" diye sordum Kerem'e. Amerikan mutfağın ortasındaki ada tezgâhta sandalyeye oturmuş tabletiyle ilgilenirken fincanından kahve içiyordu. Ben de geçip karşısına oturdum. Haşlanmış yumurta, tost ve çeşitli kahvaltılıklarla masayı donatmıştı.

"Müştemilatlardan biri. Ama en iyi olanı" dedi bana göz kırparak. Gerçekten ultra lüks bir müştemilattı. " Sen mi hazırladın bunları" diye sorarken tosttan bir parça koparıp ağzıma attım.

" Tabii ki. " dedi. Egosu tavandı her zaman ki gibi. Başımla onu onaylayıp yemeye devam ettim. Bana çay demlemişti. Gülümsedim. Sıcak çay boğazımdan akarken, rahatladığımı hissediyordum.

  Açılan kapı sesiyle omzumun üzerinden arkamdaki kapıya baktım. Evin giriş kapısıydı. Direk salona açılıyordu.

"Afiyet olsun" deyip içeri giren Ali'yle yüzümde gülümseme oluştu. Uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımı görmüş gibi hissettim.

   Her zaman yaptığı gibi elini kısa kesilmiş saçlarında gezdirdikten sonra alttan bakış attı. Tüm heybetine rağmen bu hareketi onu çok sevimli gösteriyordu. İçine giydiği dar beyaz tişörtünün üzerine kot bir gömlek giymişti. Kollarındaki dövmeleri ilk defa görmüştüm. Onlarda gözlerimi gezdirirken yanıma doğru hareketlenince ben de önüme döndüm. Yanımdaki sandalyeye oturup önümde yemekten çok oyalandığım tostu alıp kocaman ısırdı. Bana doğru dönmüştü. Sol dirseğini sandalyenin sırt kısmına dayamıştı.

"Yaa, bitirdin hepsini" diye sitem ettim. Gerçekten kocaman tostu tek ısırıkla yarıya indirmişti.

"Çok lezzetliymiş" dedi ağzı doluyken. Sinirli bir bakış atıp önüme döndüm. Güldüğünü işittiğimde kaşlarımı iyice çattım.

"Gelmezsin sanıyordum" dediğinde tekrar ona çevirdim başımı. Kıstığı gözleriyle bandajlı elime bakıyordu.

"Gelmemem gerekirdi değil mi?" diye karşılık verdim. 

"Gelmeyecektin" dedi. "Nerede olursan ol. Bizim yanımızda olmandan daha güvenli olurdu" diye devam etti. Her şeyden bıkmış gibi bir hali vardı. Hakan'ın dediklerinin tam tersiydi söyledikleri. Burası daha güvenli değil miydi?

"Ama, hayatım tehlikede" dedim. Hakan'ın söyledikleri gerçek değil miydi? 

   Sesli bir nefes alıp, gözlerini benden ayırarak önüne döndü. Ben hala ona bakıyordum. Yan profilden de oldukça yakışıklıydı. Dirseklerini masanın ucuna koymuş ellerini aşağı sarkıtmıştı. Çok durgundu.

"Beni ilgilendiren bir şeyler var değil mi" diye sordum. Sesim beklediğimden de kısık çıkmıştı.

Cevap vermedi. "Bana her şeyi anlatır mısın?" dedim. Yine cevap vermedi. "Lütfen" dedim son kez. "Bilmemek çok kötü bir his. Benimle ilgili olan şeyleri neden kimse bana anlatmıyor!" dedim. Bu kez sesim yüksek çıkmıştı. Buna rağmen Ali hiç tepki vermedi.

KARANLIK ŞEHİRWhere stories live. Discover now