We Gotta Get Better

159 14 4
                                        

Medya: Coldplay- Don't Panic

Louis ölmemişti ama yaşamıyordu da. Eti ve nabzı olan bir iskeletti. Nabzı olan ama kalbi olmayan. Harry'yle beraber ölmüştü kalbi. 

Harry'nin ölümünün üzerinden bir hafta geçmişti, ve Louis kötüleşiyordu. Asıl problem, sadece umursamamasıydı. 

Halının üzerine hareketsiz yatıyordu. Kasları sonunda sertleşiyordu, acı verici şekilde sertleşiyordu, ama yataktan kalkmak bir soru bile olamazdı. Uykusuz gecelerin hayaletleri tarafından avlanmıştı yatakları, birbirlerinin bacaklarının birbirine karışmış şekillerinin hayaletleri. Camdan içeri giren, onları ısıtan günışığındaki tembel sabah öpücüklerinin hayaletleri tarafından. Yastık savaşlarının, film gecelerinin ve yarım yamalak sarhoş sekslerinin hayaletleri tarafından. 

Evet, kaslarındaki acıyla baş edebiliyordu. Hatta memnuniyetle karşılıyordu. Çok uzun zamandır hissettiği ilk şey buydu.

Sonunda, kapı çalındı.

Louis çığlık atmak istedi, ''Defol! Beni yalnız bırak! İzin ver siktiğimin yatak odasında çürüyeyim! Sikimde değil!''

Ama tek bir kelime etmedi. Tüm hafta boyunca tek kelime etmemişti, ve denese sesinin çıkacağından da şüpheliydi.

Nasılsa kapı açıldı.

Liam görüş alanına girdi, ve kalbinin sıkıştığını hissetti. Yapılmamış, yıkanmamış yatağında, kirli kıyafetlerle, küflenmiş bulaşıklarla, ve boş sigara kutularının çöpleriyle dolu olan bir oda vardı önünde. Louis her şeyin ortasında küçücük ve solgun bir şekilde yatıyordu. 

Kelimelerini kaybeden tek kişi Louis değildi. 

Bir anlığına Liam ona baktı. Gözleri tamamen acıyla doluydu, ama hala sıcaktı. Louis'nin gözlerini okumaya çalıştı, ama tek görebildiği camdan kabuklar oldu. Boş.

Liam iç çekti, ''Üzgünüm, Louis.''

Louis okunabilir değildi, dudakları gerginleşti ve kıvrıldı. Liam yavaşça Louis'nin yanına çöktü, onu korkutmayacakmış gibi tehlikeli derecede yavaş hareket ediyordu. 

''Sadece... yaşamayı bırakamazsın...'' Liam kendi sözlerinde tökezledi, ''çünkü o zaman... o zaman gerçekten ölmüş olur.'' 

Louis soğukça güldü ve bu hafta ilk defa konuştu. ''Bunlar hiç mantıklı değil.'' Sesi tamamen düşmanlık doluydu öyle ki kendi sesi gibi bile değildi. Gerçekten onun değildi çünkü, değil mi? Sadece acı konuşuyordu. Geriye kalan tek şey buydu çünkü şimdi. Acı. ''Seni kırmaktan nefret ediyorum ama açıkça o gitti.''

''Yine de pek öyle sayılmaz...'' Liam duraksadı, doğru kelimeleri bulmaya çalıştı. ''Seni düşündüğümde onu da düşünüyorum. Bunu yapmaktan alıkoyamıyorum kendimi. Ve onu düşündüğümde seni de düşünüyorum. Hep böyleydi bu ve hep böyle olacak.''

Louis'nin yüzü kafa karışıklığıyla soldu. Bununla nereye varacak?

Liam devam etti, ''Sen onun bir ekisin. Eğer sen yaşamaya devam edersen... sanki o hala buradaymış gibi olur... yani. Onun için yaşa, olur mu? Böylece o da bir şekilde yaşayabilir.''

...

O gece rüyasında, Louis sahili tek başına ziyaret etti.

I Want to Write You a Song || LSWhere stories live. Discover now