Ağzımdan çıkan bir kelimeyle ellerine kılıçlarını almış olan herkes durdu ve başını kaldırdı. Onca insanın ve büyücünün arasındaki bir adam avazı çıktığı kadar bağırdı. "Cassandra!"

Binlerce kişinin her birini net bir şekilde görebiliyordum. Geldiğimi duyurdu, en başından beri izlediğim anlaşıldı. Benin yarattığım sessizliği fırsat bilen bir adam yayını gerip karşısındaki düşman olarak bildiği askerin başına yolladı. Adam yere düşerken çıt çıkmadı lakin gözler benden kaydı ve ona döndü.

"Sözümün üstüne..." diye fısıldadım. Elimi kaldırıp açık parmaklarımı bir bir kapatırken konuşmaya devam ettim. "ben dur demişken." Elim yumruk şekline geldiği an yayını bırakmamış olan adam nefesi kesilerek yere düştü.

Bir dizim kırık durmaya son verdim ve ayağa kalktım. Simsiyah tül elbisem rüzgarla birlikte savruluyordu.

Onların gözünde ölümden farksızdım ve ölümü getirdiğime inanıyorlardı çünkü ben böyle bilinmesini istemiştim. Cassandra, yakıp yıkar ve arkasına dönüp bakmaz, aldığı canları umursamaz.

Fakat hepsi benim bir savaşın içine bu şekilde atlamayacağımı, durdurmak istersem de binlerce kişiyi aynı anda öldürmeyeceğimi bilirdi. Ama savaşın olmasını istemezsem de o savaş durdurulurdu çünkü saldırıya geçen tarafın üzerine bir lanet gibi çökerdim.

"Aptal krallar hepinizi öldürecek. Çocuklarınız, kadınlarınız ve kocalarınız... bir hiç uğruna hayatınızdan olacaksınız. Bu sadece güç gösterisi, bu sadece bir gurur meselesi. Bu krallar, çocuklarının uçkuru için sizi ölüme götürüyor."

Bu savaş, bir kadın iki farklı krallığın prensleriyle birlikte olduğu ve ikisinden de kopamadığı için çıkan bir savaşın gösterilen yüzüydü. Prensler gurur yaparken babaları sadece düşmanları ortadan kaldırmak istiyordu.

"Bu kadar cana değer mi? Bu topraklarınız için savaşmak değil, bu tamamen aptal yerine konmak! Aklınızı kullanın." Son sözümün ardından bir daha kılıç sesi duymadım.

Yürürken ayağım bir taşa çarptığında kendime geldim ve düşüncelerden çıktım. Soğuk hava yüzüme çarparak tenimi kırmızılaştırıyordu ama üşütmüyordu. İçimdeki ateşi söndürmeye yetmiyordu.

Dakikalardır aynı tempoda tuttuğum yürüyüşüm etrafımı saran ve tanıdık olan büyüyle yavaşladı. Yolun ortasında durup karşıma baktım. Karaltı oluştu, küçüldü, duman misali şekil aldı. Git gide boyuma yaklaşan siyah duman tamamen kaybolunca hasret kaldığım yeşil gözlerle buluştum.

Onu görünce birbirine doladığım kollarımı açtım. Yüzümü küçük ama pek rastlanmayan bir tebessüm ele geçirdi. "Saya," Kız kardeşim karşımdaydı. Onun yüzündeki gülümseme çok daha büyüktü. Birbirimize yaklaşırken onu kısık gözlerle süzdüm. "Beni aradığını bilmiyordum."

Sarılmadan önce omzunu kaldırıp indirdi. "Bulmak zor olmadı. Dün gece bir yerlerde yangın çıkmış. Cassandra'nın işi olduğu ve ölümü getirdiği konuşuluyordu." Bana sarılırken hoşuna gitmemiş gibi cümleleri imayla sıralıyordu. Geri çekildi, omuzlarımdan tutmaya devam etti. "Yine."

Suratına değil, başka yerlere baktım. "Sebebi vardı."

"Gerçekten mi?" diye sordu.

"Hovardalar, sapkın tutkuları olan birkaç serseri... Pazardan dönen tezgahtarların yollarını kesip takip eden, köşeye kıstıran piçler."

"Öldüreyim dedin?"

"Şaşırtıcı olmazdı." dedim sakince. "Hak ediyorlardı."

"Senin burada olduğunu düşündüm ve doğru çıktı."

CassandraWhere stories live. Discover now