Gece olmuştu. Koltukta oturmuş, Hakan'ı bekliyordum. Onun vereceği onay, benim özgürlüğüm demekti. Plan güzeldi. Hayır demesine hiç bir sebep yoktu. Koltuktaki yastığı düzeltip, başımın altına yerleştirdim. İçimde garip bir şekilde huzur vardı. Bilmediğim bir yerde bilmediğim bir geleceği bekliyordum. Ama yine de huzurlu hissediyordum.

"Tamam oğlum, geldum ben. Merak etmeyesun. Tamam dedum da, kapat şu telefonu" 

Kulağıma gelen sesler, bana çok yabancıydı. Gözlerimi açmak istesem de açamıyorken, bu yabancı ses, beni tedirgin etmemiş, aksine anne evinde gibi hissettirmişti. Sonra burnuma dolan, kızarmış ekmek kokusu...

Anında gözlerimi açtım ve sırtımı dikleştirdim. Dün gece Hakan'ı beklerken uyuyakalmıştım. Üzerimde battaniye vardı. Ben mi almıştım? Ve karşımda gülümseyerek duran kadın. Benim ikizim olabilir miydi? Ya da bundan otuz yıl sonraki halim? Zamanda yolculuk mu yapmıştım. Neler oluyordu? 

Elimi istemsizce başıma götürdüm. Başım ağrımıyordu. Aksine huzurla uyandığım nadir sabahlardan birine uyanmıştım. 

"Uyandun mi kizum?" diye konuşuyordu gelecekteki ben.

" Evet uyandım ama siz..?" diye kekelemeye başladığımda, elindeki domatesi tezgaha koyup, yanıma geldi ve oturdu. 

" Tabii sen beni tanımıyorsun. Kerem'in anasıyım ben. Ne olmuşsa yüzün gözün boya içindeydi. Ama şimdi seni iyi gördüm" dedi. Boya içindeki halimi tek onlar görmemişti anlaşılan. Burada yaşanan kaç kişi varsa hepsine ayrı ayrı rezil olmuştum demek ki. 

Sadece başımı salladım. Mavi gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Neşesi, biraz şive karışmış konuşması,  benim solmuş benliğimi bile biraz olsun canlandırmıştı. Gülümsedim belli belirsiz. 

"Hadi hazırlan. Birlikte kahvaltı hazırlayalum" deyip ayağa kalktığında ben de onunla birlikte ayaklandım. Az önce üzerimde olan battaniye yere düşünce eğilip aldım. 

"Teşekkür ederim" dedim minnetle. Dönüp bana baktığında anlamamış gibi duruyordu. Battaniyeyi işaret edip minnetimi yineledim. 

"Ben örtmedum. Üzerindeydi geldiğimde" dedi ve tekrar sırtını bana dönüp, mutfağa ilerledi. Ben de almamıştım. Hakan mıydı yoksa?  Gelmiş olmalıydı ve ben uyuyordum. Bir daha onu nerede bulacaktım. Buraya gelmesini beklemekten başka bir yolu var mıydı ki? Uyumanın tam sırasıydı yani Ezgi. Kendime kızarken, odaya doğru ilerledim ve banyoda işlerimi tamamladıktan sonra tekrar salona döndüm. 

Hakan'ı bulmam gerekiyordu. Salonda bir tek Kerem'in annesi vardı. Beni görünce eliyle beni yanına çağırdı. Yanına gitmemle bıçağı elime tutuşturdu. 

"Al bunları, küçük küçük doğra" dedi ve ocağın başına geçti. Bir sürü şey hazırlamıştı. 

"Kim için bunlar?" diye sordum şaşkınlıkla. 

"Bizim içun" deyince şaşkınlığım daha da arttı. 

"Hepsini nasıl yiyeceğiz ki?" diye sordum haklı olarak. 

"Üçü silip süpürür bunlari beş dakikada. Sen aç kalmamaya bak kizum" dedi gülerek. Bir yandan da tavadaki menemene yumurtaları kırıyordu.

"Onlarda mı gelecekler?" diye sordum heyecanla. Hakan'la tekrar nasıl karşılaşacağımı düşünürken, buraya benim yanıma gelecek olması beni rahatlatmıştı. 

"Hep beraber yiyeceğiz bunları" dedi bana bakarak. Gözlerindeki neşenin yanına, bir karanlık yerleşti sanki ve anında da kayboldu. Neden öyle bakmıştı ki bana şimdi? Önemsemedim. Birlikte sofrayı hazırladık. İsmi Fadime'ydi. Ve ben onunla kahvaltı hazırlarken, sofraya tabakları sığdırmak dışında başka bir şey düşünmemiştim. Ve bu çok nadir olurdu. Tüm düşüncelerimin geçici de olsa benden uzaklaşmasını sağlamıştı. 

KARANLIK ŞEHİRKde žijí příběhy. Začni objevovat