Bölüm 44 - Gerçekler II

510 28 106
                                    

İyi okumalar.

Leon karargahdaki odasında hâlâ elinde tuttuğu kağıda bakıp duruyordu. İçinde kocaman bir kırgınlık ve kızgınlık vardı.
Sabah sokak devriyesinden dönenler getirmişti bu yazı kağıtlarını karargaha, kağıtları dağıtılanlar elbette ellerinden kaçmıştı. Halit İkbal yazıları ile Leon alakadar olduğu için de kağıtları hemen ona vermişlerdi. Genç adam ise o esnada hâlâ Hilal'in Halit İkbal olduğu gerçeğini sindirmeye çalışıyordu. Tüm gece sokaklarda dolaşmış ve bir bankta oturup sabah etmişti. Fakat aklında sürekli bu öğrendiği gerçek vardı. Aylarca peşinde olduğu, Kumandan'ın bulduğu yerde hemen infaz edeceği, tüm orduyu huzursuz eden ve hatta Hilal'i bile ondan kıskandığı Halit İkbal aslında tam da Hilal'in ta kendisiydi. Konakta yazılarını eleştirirken Hilal'in bu kadar bozulmasını da şimdi anlıyordu Leon. Aslında bu gerçekle hem Hilal'e daha da hayran olmuştu, hem de onun için çok daha fazla endişelenir olmuştu.
Hayranlığı daha da pekişmişti, çünkü Hilal de tıpkı kendisi gibi yazmaya merakı vardı. Fakat biricik sevgilisi ondan yine daha becerikliydi. Yazıları insanların içine işliyordu. Leon yazılarını zorla okuyan babası hariç kimseye göstermese de zaten beğenilmeyeceklerinden emindi. Her defasından babasının dediği gibi, elinden bir şey gelmezdi ki zaten. Ama Hilal'in cesaret gösterip bunları basmasına epey imrenmişti. Hilal sahiden de cesur bir kızdı.
Fakat bu meselenin de tehlikeli bir yönü vardı elbette. Üstelik de Hilal'in hayatına kast edebilecek kadar tehlikeliydi. Eğer yakalanırsa hiçbir şekilde affedilmez ve tezden idama mahkum edilirdi. İşte bu ihtimal Leon'un boğazını sıkıyor ve onu nefessiz bırakıp boğuyordu. Korkudan gözlerinin önüne idam sehpasında beliren bir Hilal hayali, asıl onu nefessiz bırakıyordu. Öldürüyordu adeta. Bu yüzden Hilal'i korumak için her şeyi yapardı.

Lakin içini ezen başka bir hadise yaşanmıştı. O da Hilal yazısında yazdığı o satırlar.
"Sen, ey o kara gemilerle İzmir'e gelen; Bil ki senin sevdan dünyevi, benim sevdam uhrevi. Senin sevdan su, benim sevdam ateş. Sen zavallı bir aşık, ben vatanı için bir deli. Boş bir hayale hiç kapılma efendi!
Bir ananın evladına olan sevgisidir bizimki. Cemrenin hasret kaldığı toprağa düşmesi gibi belki.
Bizim sevdamız hürriyet. Bizim sevdamız şehadet.
Belki de bir anlığına, vatanı unutmak pahasına düşmüş olabiliriz gaflete. Lakin çok sürmez, zalimliğinle hatırlatırsın bize kim olduğunu. Asıl emelini.
Halit İkbal'in sevdası mehmetlerin uğruna şehit düştüğü topraktır ve ömrü oldukça da o toprağı yâr etmez size!
Siz süslü sevda mısralarına değil, ancak ve ancak denize dökülmeye layıksınız!"

Her satırla adeta içinde bir yerlerin kanadığını hissetmişti Leon. Her satır kalbine bir ok gibi saplanmıştı. Bu yazı ona ithafen yazılmıştı. Üstelik bunu Halit İkbal değil, Hilal yazmıştı. Aşkını hafife alıp küçümsemişti. Çok kırılmıştı Hilal'e. Onu dinlemeden yargılayıp bu yaralayıcı kelamları ona sarfettiği için. Onu aldatmakla, kandırmakla suçlamıştı yine.

Bu kırgınlığı kızgınlığa dönünce de hemen kendisini hastaneye atmış ve her yerde Hilal'i aramıştı. Fakat hiçbir yerde de bulamamıştı. Bu sefer yine içinde kırgınlığı ağır basınca karargaha dönmüştü genç adam. Şimdi de saatlerdir yaptığı gibi elindeki yazıyı çevirip duruyor ve düşünüyordu. O sırada Lucas odaya girdi. Ellerinde yığınla dosya vardı. Leon'un başına dikilip dosyaları onun masasına bıraktı.
"Yüzbaşı Nikos'un selamlarıyla. Limana gitmek zorunda kaldı. Nöbet çizelgesini sen hazırlayacakmışsın." deyip kendi masasına ilerledi.

Leon'un dikkati dağılsa da elindeki kağıda bakmaya devam etti. Sessizliğini korudu.

Lucas yerine oturunca Leon'a dikkatle baktı.
"Sen hâlâ o yazıya mı bakıyorsun? Sabah da aniden çıkıp gittin. Bir ipucu mu buldun?"

Mazi ile İstikbalWhere stories live. Discover now