Adamlardan biri kapıya doğru yürüyüp kapıyı kapattığında, ben de vuç içlerimle destek alıp yerde sürünerek geriye doğru gidiyor, korkak bakışlarla adamlara bakıyordum. Bu halim hoşlarına gitmiş olmalı ki sırıtışları iyice arttı.

   Etrafıma kısa bir bakış atıp kendimi koruyacak bir şeyler aradım ama yoktu. Adamlar üzerime doğru adımlamaya başladığında nefesimi tuttum. Birisi saçlarımı parmaklarına geçirirken diğeri, kazağımın içinden ellerini sokmuştu bile. Her şey bir anda olmuştu. Bu sefer kurtaramamıştım kendimi. 

" Bırak beni" diye bağırabilmiştim sonunda. Yaşadıklarımın ve yaşayacaklarımın zirvesini yaşıyordum sanki şuan da. Kendimden, dünyadan, her şeyden iğreniyor, nefes bile almak istemiyordum.

"Bir an kabul edeceksin sandım! " adamın boynuma gömdüğü yüzü, sesini boğuklaştırmıştı. Midem bulanıyor, başım dönüyordu. Avazım çıktığı kadar bağırıyor, pis ellerin arasında debeleniyordum ama hiçbir işe yaramıyordu.

  Üzerimden kazağımı zorla çıkardıklarında çığlıklarım artık boğazımı yakmaya başlamıştı, aldığım nefes bile midemi bulandırıyordu. Aralarında konuştuklarını kulaklarım duymak istemiyordu. Nefesim dursun istedim o an. Gözlerimi, kulaklarımı kapattım dünyaya.

  Yüksek bir yerden kendimi uçuruma atmıştım ve havada süzülüyordum. Birazdan yere çakılacaktım ve bu kötülüklerin hepsi bitecekti. Canım acıyınca ağlardım belki de. Kimse olmazdı zaten yanımda.

   Adamların sesine kapattığım kulaklarım uğuldamaya başladığında, gözlerimde yavaş yavaş dünyaya dönmüştü. Bedenimde gezen eller yok olmuş, o ellerin sahipleri yerde cansız bir şekilde yatıyorlardı. Hızla bakışlarımı kapıya çevirdiğimde karşımda onu gördüm. Gelen Ali'ydi. Gerçekten gelmişti. 

"Aptal" dedi sık sık aldığı soluğu yüzüme değerken. Üzerindeki siyah parkayı çıkarıp omuzlarıma  koydu. Kötü olduğuna emin olduğum birisinden kaçarken, onu aratacak başka kötülüklerle karşılaşmıştım bu gece. Bundan sonraki hayatım kötüler arasında, kötünün iyisini bulmak olacaktı sanırım. Kendimi o kadar dipte hissediyordum ki, başımı yerden kaldıramadım. 

  Boğazımdan habersizce kaçan hıçkırığın sesini ellerimle dudaklarımı kapatarak engellemeye çalıştım. Bir yandan da" Özür dilerim, özür dilerim" diyerek tekrar ediyordum sıkı sıkı kapattığım ağzımdan mırıldanarak. Titreme sarmıştı çoktan tüm bedenimi. Hiç beklemediğim bir anda Ali'nin öfkesi ulaştı kulaklarıma. Bakışlarım artık yerde değil Ali'deydi. 

"Başlarım lan böyle işe!" diye bağırıp yerde yatan cansız adamlara tekmeler atmaya başladı. Her tekmesi daha çok titrememe neden olurken, bunu fark etmiş olmalı ki durdu ve tek dizinin üzerine oturarak bana doğru eğildi. Başım onun hareketleriyle eş zamanlı hareket ediyordu. Eliyle çenemi tuttuğunda mavi gözlerim, kahverengi gözlerinde kaldı bir süre. Derin bir nefes çekti içine. Acıyordu bana. Acınacak haldeydim. 

  Sonra sertçe tuttuğu kolumdan çekerek ayağa kaldırdı. Hiç beklemediğim anda gelen bu hareketle, zaten titreyen dizlerim yalpalamama neden oldu. Ama önemsemedi. Tuttuğu kolumu bırakmadan beni çekiştirerek kulübeden çıkardığında, soğuk havadan içime derin bir nefes çektim. Kulübeye girdiğimden beri nefes almamış gibiydim. Peş peşe aldığım derin sesli nefeslerim Ali'nin dönüp bana bakmasına neden oldu. Gözlerine değen bakışlarımı anında yere eğdim bir suçlu gibi. Neden böyle yapmıştım?

Omuzlarıma attığı mont yere düştüğünde, adımlarımı durdurdum ve bunu farketmesini sağladım. Kazağım yoktu ve yarı çıplak sayılırdım. Bu beni çok rahatsız etmişti. Ne olduğunu anlamamış olacak ki, öylece suratıma baktı bir süre. Daha sonra hemen önüne dönüp, yanındaki adamın da arkasını döndüğünden emin oldu. Kolumu bırakmıştı sonunda. Hemen yere düşen montu üzerime geçirdim. Hava çok soğuktu. Yeni farkediyordum. 

 Hazır olduğumda elini tekrar koluma kenetledi. Yeri orasıymış gibi. Alışmıştım sanki. Biraz yürüdükten pardon süründükten sonra otoyola çıktık. Saatler önce içinden özgürlüğüme doğru kaçtığımı düşündüğüm minibüs, orada duruyordu. Her şey tekrar başa sarmış gibiydi. Yürüyüş boyunca bırakmadığı  kolumu, beni siyah minibüsten içeri sertçe iterek bıraktı. Ama kendisi gelmedi. 

  Öndeki iki adamda yoktu. Kapı da kapalıydı. Karanlık yüzünden de bir şey gözükmüyordu. Beni bırakmış mıydı burada? Ya da bir şey mi olmuştu? Garip, saatler önce kaçtığım adam için endişeleniyordum şimdi.

Daha fazla dayanamayarak arabadan inmek için kapıya doğru eğildiğimde, ben açamadan, kapı kendiliğinden açılmıştı. Ve Ali karşımdaydı. Önce ifadesiz bakışlarına değdi gözlerim. Sonra bakışlarımı yavaş yavaş aşağı indirdiğimde elinde tuttuğu kalın halatı gördüm. Yaşadığım şaşkınlıkla hemen gözlerine baktım. Gerçekten bağlayacak mıydı beni? -Neden bağlamasındı?- Gözlerini gözlerimden ayırmadan ellerimden sertçe tutup arkamda birleştirdi. İtiraz edecek kadar bile gücüm kalmamıştı. Çok yorgundum ve ne olacaksa olsun artık deyip çoktan pes etmiştim. İtirazlarımın da bir işe yaramayacağını bilmek, her şeye boyun eğmeye itiyordu beni. Bu durumdan ve ruh halinden asla kurtulamayacak gibi hissediyordum.

  Ellerimi sıkıca bağladıktan sonra  karşımdaki koltuğa oturarak adamlarına işaret vermiş ve minibüs hareket etmişti. Hiç bir şey olmamış gibi. 

   Ne kadar yol gitmiştik, saat kaçtı ve neredeydik. Hiç bir şey bilmeden minibüsün camından karanlığı izliyordum. Üzerimde sadece, Ali'nin siyah parkası vardı ve fermuarı yarıya kadar açılmıştı. Ellerim arkada bağlı olduğu için önüm açılmasın diye dimdik oturuyor, omuzlarımı birleştirmeye çalışarak önümü kapatmaya çalışıyordum.

  Ali minibüse bindiğimizden beri başını telefonundan kaldırmamıştı. Bir kez bile yüzüme bakmamıştı. Telefonu kulağına götürdüğünde de bakışlarını kendi tarafındaki camdan dışarı çeviriyordu. Kimlerle ne konuşuyordu bu kadar. Ya da benimle konuşmamak için mi böyle davranıyordu anlamamıştım.

   Artık rahatsız bir şekilde oturmaktan yorulduğum için, oturduğum yerde biraz hareket ettim. Vücudunu hiç hareket ettirmeden, telefonda takılı kalan, göz bebeklerini bana çevirdi. Önce gözleirme baksa da, hareketimle açılan göğsüme kayan bakışlarını gördüğümde, zıplayarak yüzümü cama doğru çevirdim. Mümkün olduğu kadar da vücudumu.

  Birden kollarımdan tutup beni kendine doğru çevirdiğinde, bunu beklemediğim için korktum ve çığlık attım. Attığım çığlıkla yüzünü buruşturup öfkeyle gözlerime baktı.

"Ne yapıyorsun, bırak!" derken kollarımı hareket ettirip, ellerinden kurtulmaya çalıştım. Gözlerini gözlerimden ayırmadan, kollarımı tutanellerini göğsüme doğru uzattığında gözlerimi sımsıkı kapattım. Az önce yaşadıklarımı bir daha kaldıramazdım. Ve bunu Ali'den hiç beklemiyordum. Hangisi canımı acıtmıştı emin değilim. 

   Gelen fermuar sesiyle gözlerimi birden açtım. Başımı üzerimdeki parkaya indirdiğimde fermuarın boynuma boynuma kadar çekildiğini gördüm. Ali tekrar az önceki yerine oturmuş, telefonuna bakmaya devam ediyordu. Yutkunup, derin bir nefes verdim. Acıyan boğazımla yüzümü buruşturdum. 

   Camdan karanlığı izlerken, arada kaçamak bakışlarımı Ali'ye yolluyordum. Şuan aklımda dolaşan tek şey bir yudum suydu. İsteyecektim ama korkumdan ağzımı açamıyordum. Birden sessizliği delip geçen sesiyle konuştuğunda istemsizce irkildim. Öndeki adamlar da yerlerinde hareketlenerek oturuşlarını dikleştirdiler. 

" Ne istiyorsan söyle, dik dik ne bakıyorsun!" gözü hala telefonundaydı.

" Su" dedim sadece. Başını kaldırıp kısa bir süre bana baktıktan sonra arkasına uzanıp bir şişe su çıkardı. O kadar susamıştım ki, gözlerimin parladığına emindim. 

   Su şişesiyle birlikte yanıma oturduğunda, su şişesini açtı ve dudaklarıma dayadı. Nefes almadan bütün şişeyi bitirdim. Biten şişeyi dudaklarımdan çekip buruşturup minibüsün arkasına attığında ifadesiz bakışlarını gözlerimden çekti ve tekrar kendi yerine geçti. 

  Dün gece benden su isteyen adama ellerimle su içirmişken, şimdi ben onunla aynı duruma düşmüştüm. Hem de ona zarar verdiğimi sanıyordu bu insanlar. 

Bölüm Sonu...

KARANLIK ŞEHİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin