Kızıl Belam "İlk Karşılaşma"

Start from the beginning
                                    

O günü hatırladıkça çenesinin hala sızladığını düşünüp gülerdi.

"Dertleri ne?"

Yılmaz karşındaki serseriye yumruk attıktan sonra arkasındaki adamla boğuşan Yusuf'a kafasını hafif çevirip sormuştu.

"Dertleri biraz sopaymış. Eh, bizde de kaşıyanı, kasırlar dostum" dedi Yusuf püskürttüğü adamın karın boşluğuna geçirirken nefes nefese.

Yılmaz bu genci sevmişti. "Tam da benim kafadan" diye içinden geçirirken, son anda farkettiği yüzüne gelen yumrukla geri çekilince ayağı yerdeki mazgala takılmış ve düşecekken Yusuf'un kolundan tutmasıyla pis su bikintisinin içine düşmekten kurtuldu.

"Eyvallah birader" dedi ve ikisi de aynı anda karşısındaki dört adama girişti. Bir ara o karışıklıkta, Yılmaz çenesine gelen yumrukla şaşkınca Yusuf'a bakınca, Yusuf sırıtarak "Biz buna Osmanlı tokadı diyoruz" dedi.

Yılmaz oğuşturduğu çenesini tutarak, yüzünde beliren arsız bir sırıtışla "Anladık kardeşim de... O tokat yanlış adrese gelmiş olmasın!.." diye bir hamle yapınca, Yusuf kendisine geleceğini düşündüğü yumruğun, çaprazındaki adamın suratına inmesiyle rahat bir nefes vererek, yarım bıraktığı kavgaya geri döndü.

Sonunda serseriler, polis sirenini duymasıyla kaçmışlar ve böylece kavgada bitmiş oldu. Yılmaz elleri dizlerinde nefes nefese kalan ve yavaşça doğrulan Yusuf'a dönüp, yumruğunu yukarı kaldırıp "Burada da kaşıyanı kaşırlar kardeşim" deyip çenesine bir tane indirdi.

Yusuf çenesine inen yumrukla önce şaşırıp sendelese de, kendisini kısa sürede toplayıp, Yılmaz'ın yüzündeki benzer bir sırışla elini uzattı Yılmaz'a.

"Yusuf Hazerbeyoğlu"

"Bende, Yılmaz Aslan. Memnun oldum Hazerbeyoğlu" diyerek tokalaşmışlar ve o gün sağlam dostluklarının temellerini atmışlardı.
****
Yılmaz o günü hatırladıkça, iyi ki o sokaktan geçmişim diye düşünüyordu. Çünkü Yusuf çevresindekilerin aksine gerçek bir dost olmuştu ona. Şimdi ona ve sevgi yumağı oluşturmuş ailesine baktıkça, içinde biriken sevgiye aç adama küfürler yağdırsada, dışından her zaman ki Yılmaz'dı işte. Umursamaz, egosu yüksek, kararlı ve kendine güveni tam. Onu tanımlayan kelimelerdi bunlar. Ailesi onunla hep gurur duyardı ama Yılmaz'ın beklediği, gurur ve beğeni dolu bakışlardan çok, yıllarca özlemini çektiğı sıcacık bir aile ortamıydı. Yılmaz kendi annesinin de tıpkı Yusuf ve diğer arkadaşlarının anneleri gibi ona şefkatle bakmasını, derslerinden önce halini hatırını sormasını istiyordu. Babası az önceki adam gibi oğluna sarılıp aslan oğlum diye sarılsın istiyordu. Yılmaz bunlardan hep mahrum kalmıştı. Onların aile saadetleri fotoğraf çerçevelerinde bile sahteydi. Zoraki bir duruştu o resimdekiler bile. Dışarıya gösterilen sahte mutlu bir aile tablosuydu sadece, o donük çerçeve.

Aralarında sadece 25 metre vardı bu sevgi yumağı oluşturmuş aileyle. Dikkatini Yusuf'un kolunun altına girmiş kızıl bir kafa çekti Yılmaz'ın. Sonra aklına geldi. Yusuf bir kız kardeşi olduğundan bahsederdi hep. Küçük cadı, tam bir baş belası diye hem hayıflanır hem de sevgiyle hatırlardı kardeşini. Yılmaz merak etti Yusuf'un 5 yıl boyunca yaka silke silke anlattığı ama bir o kadarda çok sevdiği kardeşini. Küçüklük resimlerini görmüştü. Orada bile o gözlerde ki muzip bakışları yakalamıştı. Adının Beste olduğunu hatırlıyordu. Adı gibi müzik gibi ruha iyi geliyor muydu acaba? Nedense içinden bir ses tam tersini söylüyordu. İçindeki meraka engel olamadı genç adam.

Bir kaç büyük adım atmıştı ki, Yusuf'un kollarının arasındaki kızıl kafa hareket etti ve yüzünü ona taraf döndü. Bembeyaz bir ten, abisinin aynı renk çikolata kahvesi bir çift göz ki, kesinlikle o gözlerde muzurluk alıyordu. Kırmızı dudaklar ve çatılmış kaşlar. Çatılmış kaşlar mı? Bu kız niye ona kaşları çatık bakıyordu ki şimdi? Tavuğuna kışta denemişti ki! Zaten bu kadın milletini bir türlü anlamıyordu Yılmaz. Tek kaşını havaya kaldırarak, imalı bir bakış attı kızıl kafaya. Yada kızıl belaya demeliydi. Bu tatlı şeyin bakışları bile ben belayım uzak dur der gibiydi. Eh, Yılmaz severdi belayı. Hele böyle tatlı belaysa. Kızın aksine alaycı bir gülüş yerleşti yüzüne.

Beste abisinin dilinden düşürmediği Yılmaz'ı merak ediyordu. Bu sebeple haps olduğu abisinin kollarının arasında zorlukla dönerek bakışlarını uzun boylu adama çevirdiğinde onunda kendilerinin olduğu tarafa geldiğini görünce heyecanlanmıştı. Kızların beğendiği kadar vardı gerçekten de diye iç geçirdi genç kız. Uzun boyu, kaslı vücut yapısı ve bir erkeğe göre oldukça güzel diye tanımlandırabileceği yüzüyle, Yılmaz her kadının dikkatini çekecek kadar yakışıklı ve çekiciydi.

Gözleri adamın hemen arkasındakilere kaydığında ise kaşları kendiliğinden çatıldı. Çünkü iki kız ki, oldukça seksi kıyafetler giymiş biri kumral, diğeri sarışın bomba, resmen genç adamı arkadan kesiyorlardı. Bakışları tekrar adamı bulduğunda, onunda kendisine baktığını görünce üstüne tek kaşı havada, dudaklarında alaycı bir gülüş halide eklenince kalbi tekledi ama kızların ona yaklaşmak için hamle yaptıklarını görmesiyle kaşları artık çatılmaktan alnında derin bir çukur oluşturmasına yetecek hale gelmişti. Beste bakışlarıyla arkasını işaret edince adama, Yılmaz gayri ihtiyari dönmüş ve iki kahve rengi göz tekrar bir birine kenetlenince, Yılmaz kendine güvenen ve bilmiş bir tavırla, sırıtarak baktı genç kıza.

Beste bu bakışa ve egosu arşa ulaşacak kadar yüksek adama sinir olduğundan ona dil çıkarıp, abisinin sığınağına geri sokmuştu kızıl kafasını.

"Tabi insanın egosunun arşa değmesi için anca zürafa gibi boyu olması lazım" diye mırıldanmıştı, sinirle.

Yılmaz herşeyi bekliyordu da bir bunu beklemiyordu işte. Gerçi kız daha lise çağındaydı ve onun sübyanlarla işi olmazdı en nihayetinde. Ama bu kız tam da Yusuf'un dediği gibi bir cadıydı ve Yılmaz bundan çok hoşlanmıştı.

"Bak sen, havuç kafaya... Anlaşıldı! seninle daha çok eğleneceğiz, kızıl bela!.." diye mırıldandı, yüzünde beliren çekici gülümsemesiyle.

KIZIL BELAM Where stories live. Discover now