1.5

764 109 276
                                        

"Afiyet olsun."  Küçük bir tebessümle müşteriye bakarken kahveyi masaya bıraktım. Tepsiyi karnımın önünde tutup ilerleyecekken müşteri tarafından ismimin söylemesiyle olduğum yerde durdum.

"Gwen Martin, değil mi? UCL, Arkeoloji," dedikten sonra kısaca güldü. "Ve Matematik."

Kaşlarımı çatarak karşımdaki insanın yüzünü, onu tanıyıp tanımadığımdan iyice emin olmak tekrar incelemeye başladım. Muhtemelen benim yaşlarımdaydı, belki bizim okuldandı veya Lond'dan. Kemikli bir yüzü vardı, keskin çene çizgisi ilk bakışta göze batıyordu ve bu, genç adamın yakışıklı kategorisine zahmetsizce ait olduğunu gösteriyordu. Açık kahverengi gözleri, kemikli ve ince gözlüğünün arkasından dikkat çekici bir sıcaklık sunuyordu. Kırmızımsı kahverengilikte kıvırcık saçları vardı, yanları tıraş edilmişti.

Biraz yaklaşıp bakacağınızda, burnunun üzerinden başlayıp elmacık kemiklerine doğru yayılmış çilleri bulabileceğiniz etkileyici bir yüzdü. Tanımıyordum, ve daha önce gördüğümü düşünmüyordum da.

"Evet, benim," diye mesafeli bir ses tonuyla onayladım. Yine de müşteri olduğu için tonumdaki sıcaklığı korumaya çalıştım.

"Joe Styles," deyip gülümsedi. Sanki tepkimi yüzümden daha iyi izleyebilmek için bir adım geri çekiliyormuş gibi başını uzaklaştırdı.

Kaşlarım kalktı ve yüzümde sevecen tutmaya çalıştığım bir gülümseme oluştu. Harry'yi düşünebileceğim veya onu herhangi bir yerde bulabileceğim her anda bana eşlik eden yakıcı sızı kalbimi sıkıştırdı, saklamayı güçlükle becerebildim. Pazartesi'den bugüne, cumartesi gününe, kadar onunla hiç görüşmemiştim; ne metroyu kullanmıştım ne de derslerden sonra toplanılan kafelere gitmiştim. Paraya ihtiyacım oluşu bana arkasına sığınabileceğim sağlam bir bahane çıkarmış, tüm okuldan sonralarımı işte veya birebir derste geçirmiştim.

Hayatımın iplerini Harry'nin ellerinden kendi ellerime aldığımı yeni yeni hissediyordum. Yalnızca kendimle ilgilendiğim, ödevlerimi yapıp şarkılar dinlediğim bu birkaç gün kalp kırıklığıyla atan kalbimin biraz olsun canlanmasını sağlamıştı.

Joe'ya artık bir müşteri gözüyle bakmıyordum; benzerlikler ve farklılıklar resimlerin karşılaştırıldığı bir oyunmuş gibi geçen her saniyede kırmızı çemberler içerisine alınıyordu. Joe ile Harry'nin burnu adeta kardeşlermişçesine aynıydı, fakat asıl benzerlik Alice ile idi. Yüz hatları, gözlerinin yuvarlaklığı birbirine çok yakındı.

Joe ve Alice'in kardeş olup olmadığı sorusunu bir kenara bıraktım. "Harry'nin kuzenisin," dediğimde başını salladı. "Tanıştığıma memnun oldum."

Aynı şekilde karşılık verdi. Konuşmaya çalışırken bir yandan beni incelemek istediğini görebiliyordum, gözleri yüzümde ve üzerimde dolaşıyordu.

"Anlatılanlara bakılırsa gerçekten iyi bir Matematikçiymişsin," dedikten sonra önündeki kitabı, kağıtları gösterdi bıkmışçasına. "Ve ben Topoloji yapamıyorum. Hiç hem de. Anlayamıyorum."

Cümlelerini abartı ve aynı zamanda komik bir yüz ifadesiyle aktardığında kıkırdadım. Başımı çevirip saate baktım. Mesaimin bitmesine az kalmıştı ve ben saatlerimi Harry'nin ev arkadaşı akrabasıyla geçirme konusunda tereddütteydim. İsmini anmak bile canımı yakıyordu; anılarımızı tetikliyor, her birinin Becca ile yeniden canlandırılmış olma düşüncesi beni diri diri yiyip bitiriyordu.

Ve ben tüm bunlara katlanabilecek kadar güçlü biri değildim. Başımı önüme eğerek yürür, sağlıklı nefeslere ihtiyacım olduğunda herhangi bir parka gider, bir banka oturur, sessizce kitap okur ve müzik dinlerdim. Evime gelir, yemeklerimi yapar, bazen alt kattaki yaşlı dul kadınla emlak programları izler, bazen de bir film seçer akşamımı öyle geçirirdim. Yaşadıklarıma, başıma gelenlere isyan etmezdim; sakince kabullenir, susardım. Aynı bir kitap karakterinin dediği gibi, hayatı yaşarken göze çarpmazdım ki kör talihin dikkatini çekmeyeyim.

theory of constructed emotion | stylesWhere stories live. Discover now