Yibo gözlerini büyüttü ve heyecanla dudaklarını araladı. " Vay! Çok havalısınız bayım. Biliyor musunuz, benim babamda oraya gitmeyi çok ister, ama hiç gitmez."

Adam uzaklara bakarken turtasının sonuna gelmişti. Yibo'ya baktı, çok ciddiydi. "Gitmeli, baban oraya gitmeli. Maksim Gorki aşkına, Dostoyeveski hatrına oraya gitmeli ve Puşkin'e hayran kalıp geri dönmeli."

Yibo rus edebiyatına derinden bağlı olan bu adama gülümsedi ve gözlerini yeniden önünde duran binaya çevirdi. Öğle vakti yakındı, bu yüzden yerinde duramayarak kalkıp parkta biraz gezmek istedi.

Vaktinin çocuğu parkın çimenleri arasında türeyen yabani otlara ayırdı. Onları beğenmişti. Kendi başına hayat mücadelesi veren ve garip bir güzelliğe ev sahipliği yapan bütün her şeyi severdi.Onların en güzeline, yani Xiao Zhan'a ise aşıktı.

O parkta, ötede beride gezinip dururken bürosunda yeni davası üzerinde çalışan Xiao Zhan,öğle vaktini iple çekiyordu. Gözü sürekli saatteydi.

13.01'de garip bulduğu ve çevresinde olmasına ne ara müsaade ettiğini bilmediği çocuk hep onu arardı. Arar ve heyecanla iyi günler diler, hemen ardından da onu aşağıya, ya yemek yemeye, ya da yürüyüş yapmaya davet ederdi. Giderdi Xiao Zhan, istemiyormuş, meşgulmüş gibi yapar yine de koştura koştura inerdi aşağıya.

Belki hiç gülmezdi, bazenleri de Yibo'nun korkmadan konuşmalarına, özellikle de bahsedip durduğu aşkına yabancılık çekerdi. Ama çocuğun küçük varlığı, içinde bir yerlerde duran ve kocaman olan boşluğu doldurmaya yetiyordu. Bu çok önemliydi.

Son günlerdeki dağılan dikkati ve garip dalgınlığı çalışma arkadaşları tarafından fark edilmişti. Her gün mutlaka bir arkadaşı ona neyinin olduğunu soruyordu. Garip bir çocuğun rüzgarına kapıldım ve onun bana bir gün ezilmiş petunyalardan, şefkatli elmadan ve hiç patlamayan altıpatlardan bahsetmesini merakla bekliyorum diyememişti hiç.

Hafif bir kırgınlık var üzerimde demişti bunun yerine.

Saat tam 13:00 olduğunda gözünü ekrandan çekti ve kalemini bıraktı. Telefonunu eline alıp, beklemeye başladı.

Ancak telefon çalmadı. Bir dakika geçti, üç dakika geçti hatta on dakika geçti. Kaç gündür aynı saatte arayarak, onu buna alıştıran çocuk, o gün aramadı.

Xiao Zhan kaşlarını çattı ve bir ilki yaparak çocuğu kendisi aradı. Aramasını hemen açamayan çocuk,sonunda ona yanıt verdiğinde  korku dolu bir sesle seslenmişti.

"Bay Xiao!"

Adam bu sesten sonra ayağa kalktı garipseyerek sordu. "Ne oldu?"

O anda parkın en yüksek ancak zayıf bir ağacında mahsur kalmış Yibo ağlamaklı bir ses çıkarttı. " Ağaçta kaldım, kurtarın beni!"

Büyük olan sanki mümkünmüş gibi daha çok kaşlarını çattı ve bürodan ayrılıp hızlıca aşağıya inmeye başladı.

"Hangi ağaç, ne yapıyorsun sen?"

Yibo oturup kaldığı ince ağaç dalında ayaklarını salladı ve korkarak daha çok bakındı etrafına. "Parktayım, arka taraftaki en uzun ağaçtayım. Lakin bu sefer kuş olamadım Bay Xiao. Çünkü uçmayı bilmiyorum."

"Bekle, oraya geliyorum."

Xiao Zhan adımlarını hızlandırıp binadan çıktı ve koşturarak caddeyi geçip parka yöneldi. Çocuğun bahsettiği ağacı ararken duyduğu sesle kafasını yukarı kaldırdı.

"Bu açıdan bile yakışıklısınız."

Gözlerini devirip, yukarıda ince bir dalda oturan çocuğa daha dikkatli baktı. Giymeyi sevdiği şortunun açıkta bıraktığı, ince ama beyaz bacaklarını aşağıya doğru sarkıtmıştı. Saçları dağınık, gözlüğü aşağıya düşmek üzere ve gülümsemesi de kocamandı.

Amélie'nin Öyküsü [Yizhan]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin