Korkudan irkilerek küçük bir çığlık attım. Bunu beklemiyordum işte. Boş bulunmuştum. Sevinmem gereken bir durumdu, ama yaşadığım korku, asıl hissetmeme gereken duyguların üzerine çıkmıştı. İri, koyu renk gözlerini öfkeyle, mavi gözlerime dikmiş, bileğimi tutan eliyle tenime tehditkar bir baskı uyguluyordu.

"Kimsin sen?" dedi buz gibi sesiyle. Dişlerini sıkarak kurmuştu cümlesini. Gözleri hala kapalıydı. Öfkesinden mi yoksa acısından dolayı mı böyle yapıyordu, anlayamıyordum. Ama yanına geldiğime pişman olmaya başlamıştım şimdiden. Tekin biri değildi. İlk gördüğümde, yanındaki adamlarla birlikte anlamıştım öyle olduğunu. Anlamıştım anlamasına  ama garip bir şekilde onu bırakamamıştım. Çünkü kalbim kazanmıştı içimde yaşadığım savaşı. Olanları, olacakları göremeyecek kadar, görsem bile umursamayacak kadar sarsmıştı beni bir çift bakış.

"Şey.." diye kekelemeye başladım. Aramızda bir çekim olduğunu düşünmüştüm. Bana bakışları normal bir bakış değildi. Biliyordum. Normal olsa, ona bir şey olma ihtimali kalbimi bu kadar acıtmazdı değil mi?

 Gözlerini açıp beni görse ne olurdu, öfkeli ifadesi değişir miydi acaba? Değişmezdi tabii. Kendine gel Ezgi. Herkes benim gibi, bir bakışın peşinden gitmez, kendini tehlikeye atmazdı. Benim farkımda bile değildi belki de. Onun için korkan beni göremeyecek kadar, önemsiz biriydim onun için. Normal, sıradan biri. Herkes benim kadar salak değildi ya. Benim suskunluğum onun kaşlarını iyice çatmasına neden olmuştu.

" Konuş, kimsin?" dediğinde sesini yükseltmeye çalışmış ama başarılı olamamıştı. Çatallaşmış sesi, inleme gibi çıkmıştı kurumuş dudaklarının arasından.  Ama sonunda gözlerini açmıştı. Bakışlarımızın ikinci buluşmasıydı bu. Belki onun için ilk. İlkinde beni etkileyen bakışları, şimdi korkutmuştu. Kendim için korkmuştum bu sefer. Kalbim yaptığı aptallığı anlamıştı sanırım. Ama, hayır. Gariptir, korkutması bile çekiyordu beni. 

Hayatım birilerinden korkup, kaçarak geçmiş olmasına rağmen, ilk defa başka birisi için korktum. Can korkumun yanına, ilk defa başka birinin can korkusunu ekledim bu gece. Korkumun sonuna kadar gitmeye hazırmışım gibi gözlerine bakmaya devam ettim. Deli gibi çarpan kalbimi yok saydım, titreyen elimi bacaklarımın arasına sıkıştırdım. Sonu nereye varacak bilmesem bile, her yola razıydım. Neden böyle olmuştu? Hislerim neden bu kadar saçmalıyordu bu akşam?

Kurumuş dudaklarından fısıltı gibi çıkan kelimeler canının gerçekten çok yandığını gösteriyordu. Anlık gözlemi kapatıp, derin bir nefes alarak kendimi toparladım. Düşüncelerden sıyrılıp ana dönmem gerekiyordu. 

"Ezgi ben... seni gördüm... yani içeride de görmüştüm ama... şey yaralısın. Yardım etmek için!" deyiverdim. Bir çırpıda. Ona zarar vermeyeceğimi bilsin istesem de, bunun bir önemi yoktu. Bakışları hala şüpheci, korkutucuydu. Hatta bakışları öyle keskindi ki, gözlerini kırpmadan, en derinlerime bakıyordu. Bu bakışmayı ilk bölen ben oldum. Karşısında çırılçıplak kalmış gibi hissettim çünkü. Her şeyim ortaya dökülmüştü sanki. Bakışlarımın acizliğimi ele verdiğini, bu zamana kadar birikmiş, korkularımın, öfkelerimin, nefretlerimin ona geçtiğini hissettim. Tek tek okumuştu sanki geçmişimi ve şimdimi. Duygularımı açık açık görebilmişti sanki. 

Sıkıca tuttuğu bileğimi daha kibar bir şekilde bıraktığında, şaşırdığımdan bakışlarımı tekrar ona çevirirken, acıyan bileğimi ovuşturmaya başladım. Ben onun koyu gözlerine bakarken, onun bakışları anlık ovuşturduğum bileğime takılsa da, yüz ifadesini hiç değiştirmedi. Karşımda belki bir katil vardı. Acımasız, kötü biri. Hatta benim katilim bile olabilirdi. Ama yüzüne vuran sarı ışık altında öyle masum görünüyordu ki, hayatında kötülük nedir bilmemiş bir insan vardı sanki karşımda. Bakışlarına tezattı bu görünüşü. Böyle güzel bir yüzün içinde, kötülük barınabilir miydi? 

KARANLIK ŞEHİRWhere stories live. Discover now