4. Bilinmeyeni Bilmek Üzerine

63 1 0
                                    

Günümüzün tüm edebi, felsefi ve bilimsel temelleri bundan 2000 yıl, hatta daha da önce atılmıştır. Peki bu temelleri kimler atmıştır? Mısırlılar, Hintliler, Mezopotamya Uygarlıkları ve Yunanlılar (ve aslında ilginçtir bu zamanda ortaya atılan fikirlerin çoğu yanlıştı)! Peki bu uygarlıklar neleri okudular ya da hangi dersleri gördüler de dünyanın geleceğini belirleyen fikirler ürettiler? Olasılıkla Aristoteles Plato’yu okumuştu, Plato da Sokrates’i, ya da İlyada ve Odysseia’yı okumuşlardı. Aslında o zaman onların okumuş oldukları bir çok eser günümüzde de hala mevcut; üstelik baskı adetleri binlerce olarak! Bu bizim zamanımızın bir avantajı, yani aynı kitabın binlerce adet basılması; ama antik dönemde her eser elle yazılıp çoğaltıldığından ancak belli sayıda, o da birkaç kopya halinde yayınlanabiliyordu. Dolayısıyla bunun çok geniş kitlelere ulaştığı da elbette söylenemez. Öyleyse antik dönemde ne okumuşlardı ya da o bilgiyi nereden ve nasıl almışlardı da günümüzde bile tartışılan fikirleri üretmişlerdi? Nasıl yapmışlardı bunu?

Günümüzde kitap basmak ve yayınlamak çok kolay, isteyen de istediği konuda yazmakta özgür. Yazılanlar onlarca baskıyla binlerce adet basılarak neredeyse tüm dünyaya ulaştırılabilmekte, hatta internetle bu çok daha kolay hale getirilmektedir. Ama söyler misiniz, günümüzde üretilen, ortaya atılan fikirlerden hangisi üzerinde 2000 yıl sonra da tartışılacak? Böyle düşünceler üreten birileri var mı? Ya da artık düşünce üretiliyor mu?

Ortaçağ’a kadar “Ipse dıxıt” (o böyle dedi) denen bir olgu vardı. Aristo’nun eserleri için kullanılırdı bu deyim ve Aristo’nun her konuda otorite olduğu düşünülürdü. Herhangi bir konuda danışmaya ya da bilgiye ihtiyaç duyulduğunda hemen Aristo’nun eserlerine başvurulur ve onun bu konuda ne dediğine bakılırdı. Daha sonra İncil’in egemenliği başladı ve tek otorite İncil olarak kabul edildi, her şeyin onda yazdığı (şimdi Kur’an’da yazdığı söyleniyor artık) söylendi. Günümüzde ise bizi kısıtlayan, sınırlayan başka bir otorite var; yani yeni bir “Ipse dixit” var: Bilim!

“Daha basit zihin yapılı olan atalarımız, bilinçdışının içindekilerini doğrudan doğruya yansıtıyordu. Bununla birlikte madde, bu gibi yansıtmaları kolaylıkla kabul edebiliyordu, çünkü o zamanlar hemen hemen bilinmeyen anlaşılmaz bir varlıktı.” Demektedir C.G.Jung ve hemen ardından ekler;”Ama kimyasal maddeler günümüzde iyi bilindiğinden, atalarımız kadar özgürce yansıtamıyoruz biz.”

“Artık bilim her şeyi açıkladı” ya da “Bilimin açıklayamayacağı şey yoktur!” deriz kimi zaman. Evet geçen her saniye bilim Tanrı’yı öldürme yolunda bir adım daha atmaktadır, ama gerçekten her şeyi açıklamış mıdır bilim? Ya da her şeyi açıklayabilecek midir?

İşte Jung’un dediği gibi, her şeyi açıklayan bilim, aslında bunu yaparken bizi de sınırlamakta, üzerimizde egemenliğini kurmaktadır. Bilim maddenin atomlardan oluştuğunu söylerken, ve hatta fotoğrafını bile çekerken, biz çıkıp da “Hayır efendim! Maddenin içinde bir öz, ruh vardır” dersek bize gülmezler mi? Oysa bilimin sınırlandırmasından yoksun antik dönem pagan insanı bunu söylemişti!

Bugün dünya edebiyatının, batı edebiyatının temelleri antik Yunan tragedya ve komedyalarına kadar uzanmaktadır. Tragedyalar ve komedyalar ise konularını ve kahramanlarını genelde Yunan mitolojisinden almaktadırlar. Mitoloji ise bilinmeyen karşısındaki bilgisizliğimizden doğmuştur.

Düşünün bir kere; bilim yıldırımın bir doğa olayı olduğunu açıklamışken ve en küçük çocuk dahi bunu biliyorken, bizim çıkıp da onun tanrı Zeus’un mızrakları olduğunu söylememiz biraz aptallık olmaz mı? Ama antik dönemde bu günümüz bilim ve düşüncesinin temel taşlarından biri olmuştu!

Günümüzde birileri bir yerlerde, başka birileri için düşünüyor, deneyler yapıyor; sonunda o birileri bu bilgilerden istediklerini bize veriyorlar. Biz de kabul ediyoruz! Ama bireysel anlamda hiç birimiz düşünmüyoruz, düşünemiyoruz; düşünsek de üretmiyoruz, üretemiyoruz. Hep bizim yerimize düşünen birileri bulunuyor.

Günümüzün kimya ve astronomisinin temeli olan, ama artık birer “safsata” olarak bakılan, simya ve astrolojiyle bugün de uğraştığınızı düşünsenize! Aslında astroloji ve simyayla bugün de uğraşanlar var, ama biz bunların birer safsata olduğunu bildiğimizden, daha doğrusu bilim bunları bize bu şekilde açıkladığından, onları ciddiye almıyoruz; ciddiye aldığımız zaman da çevremiz tarafından yadırganmamak için “fala inanma, falsız da kalma.” diyoruz. Bu düşüncemizi sınırlamak değil de nedir? Bilim bize belli sınırlar çizmiş ve bunları aşma demiş, aşsan da anlamazsın demiş.

Öyleyse, onca bilgisizliğine ve imkansızlığına rağmen antik dönem düşüncesini bu kadar değerli kılan şey nedir peki?

Günümüz iletişim, enformasyon ve bilgisayar çağı. Bir saat önce keşfettiğimiz ya da düşündüğümüz bir şey bir saat sonra çoktan dünyanın öbür ucuna ulaşmış oluyor. Böyle bir dünyada da insan keşfedilmemiş hiçbir şey olamayacağına inanıyor neredeyse! Tamamen yeni bir fikir düşündüğümüzde ya da ortaya attığımızda, “Canım adamlar uzaya çıktı, bunu mu düşünmemişlerdir?” diyoruz kendi kendimize ve belki de çok özgün fikrimiz bilinç altına itilip unutuluyor ve gelecek yeni fikirlerin de önü kapanıyor böylece. Yani bizi kuşatan bu iletişim ağı içinde ‘kendi’ düşüncemizi oluşturamıyoruz, bize açıklanan evrenle sınırlı kalıyoruz. Çünkü biz bilinenden başka bir şey bilmiyoruz; ya da bilmemiz istenenden fazlasını bilemiyoruz.

RİSALELERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin