Ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Yemeği iptal edersem, Renk ile birbirimize girecektik ve ben bir şekilde o iş teklifini de kabul etmek zorunda kalacaktım en sonunda, bunun farkındaydım. Vicdanımın üzerine aylardır karlar yağıyordu belki ama o bile dindiremiyordu ağrısını ve ben en sonunda en yakın arkadaşıma hep yeniliyordum.

Bir süre yatakta yatıp, en sevdiğim şeyi yaptım. Tavanı izledim. Nefesimi kontrol etmeye çalıştım ve Rüzgar'dan gelebilecek hamleleri tahmin etmeyi denedim. Tahminlerim tutarsa ona göre tedbir alabilirim diye düşünmüştüm. Ne büyük hata! Ben şimdiye kadar Rüzgar'ın hangi hamlesini tahmin edebilmiştim ki? Hadi ettim diyelim, o anda dilim lal oluyordu, bedenim sanki benim bedenim değilmiş gibi hissediyordum. Hangi planı yaptığımı hatırlamaya bile halim olmazdı, buna emindim.

Tek yapmam gereken belki de alışmak veya kabullenmekti... Öbür türlü inat ettikçe, sadece kendimi rezil ediyordum sanki.

Tavanı ne kadar izledim bilmiyorum, fakat kapının sesini duyunca yarım saat kadar bir süre geçtiğini tahmin etmek zor değildi. Tabi ki Rüzgar ışınlanmadıysa...

Elimde telefonun izinin çıktığına emindim, o kadar zamandır sımsıkı tutuyordum ki. Elim acımaya başlayınca bir şekilde yatakta doğrulurken telefonu da yatağa bıraktım. Serbest olan elimle, kıpkırmızı olmuş elimi ovuştururken, bacaklarımı yataktan sarkıttım. O kadar yavaş hareket ediyordum ki... Belki de Rüzgar evde olmadığımı düşünürse gider diye düşünmüştüm. Fakat o, aksine zili daha çok çalmaya başlamıştı. Evde olduğumu biliyordu, nereye gidebilirdim ki?

Resmen sürünerek yataktan kalktım ve aynadaki aksimle göz göze geldik. Altları morarmış bir çift göz, siyah bir tayt ve siyah bir kazak. Hayal'in özeti buydu. Her şey olması gerektiği gibiydi. Ruhuma ve ruhumu yansıttığım kıyafetlerime karşın turuncu saçlarım ve çillerim sanki bana meydan okuyordu. Omuzumdan aşağı sarkık duran saçlarımı masanın üzerinde bekleyen siyah bir tokayla başımın tepesinde gelişigüzel topuz yaptım ve daha fazla kaçamayacağıma emin olduğum gerçeğime ilerlemeye başladım. Eğer kapıyı biraz daha açmazsam yumruklayacaktı sanırım, aralıksız zil çalışının bir sonraki aşaması bu olmalıydı.

Parmaklarım evin giriş kapısının kulpuna dolandığında, kalbim yine çığlıklar atıyordu. Bedenim daha onu görmeden, dokunmadan, sadece orada bir kapının arkasında olduğunu bilerek bile alev alabiliyordu. Bu kadar şeye rağmen ben hala planlardan bahsedebiliyordum, ne acınası. Derin bir nefes aldım ve kulpu aşağı doğru indirdim. Kapıyı kendime doğru çekerken ellerimin, hatta tüm bedenimin titrediğini görmemesi için içten içe dua ediyordum. Benim düşüncelerimin aksine Rüzgar'ın bir şey görebilecek hali yoktu. Gözlerinden alev çıkıyordu. Sanırım kapıda bekletildiğindendi bu hali. Daha önce sizi kimse bekletmedi mi bayım?

Kapıdan içeri girerken ellerini saçlarından geçirdi ve bakışlarımız buluştu. Mavi gözler şimdi okyanusun derinlerinde boğuluyormuşum gibiydi; kopkoyu, uçsuz bucaksız. Yosunlar bacaklarıma dolanıyor, beni suyun dibine çekiyordu.

Büyükçe bir nefesi ciğerlerime doldurup kendimi rahatlatmayı denedim ve elim hala kapının kulpunda asılı dururken mimiksiz tutmaya zorladığım bakışlarımla onu izlemeye devam ettim. Sinirle bana bakıyor, elleri saçlarına dolanıyordu ve birkaç küçük adım ile evimin girişinde turluyordu. Bu üç hareketi birkaç kez tekrarladı ama konuşmuyordu. En sonunda dayanamadım ve "ne oldu Rüzgar," diye sordum.

Tam bir adım daha atacaktı ki, sorum onu durdurdu. Okyanus gözlerini tekrardan bana dikti ve bir süre ne diyeceğini düşündü. Bakışlarından anladığım tek bir şey vardı o da yalan mı söylemeli yoksa gerçeği mi onu tartıyordu. Omuzları aşağı düştüğünde gerçekte karar kıldığını anlamıştım ve bu ne duyacağımı daha fazla merak etmeme neden oluyordu.

Renkli Hayaller Balonu 🎈Where stories live. Discover now