36.Mucize

6.8K 392 20
                                    

Anne mi? Bu sözü duymaktan nefret etmişti bir zamanlar. Şimdi o kadının biraz önce yanında olduğunu düşünmek Helen'i alt üst etmişti. Ne düşüneceğini bilemez bir şekilde Marcus'a bakarak "Neden biraz önce söylemedin?" diye sordu. 

Yarım bir gülümsemeyle ona karşılık verdi Marcus. "Çünkü ona olan kinin yüzünden ona olan özlemini unutacak, ona sarılmayacaktın." 

Helen Marcus'a bakıp iç geçirdi. "Sen nasıl bir adamsın?" 

Marcus eğlenerek "Nasılmışım?" diye sorduğunda Helen "Mucize gibi." diye fısıldadı.

Bu düğünün son dansıydı ve bunu garip bir tartışmayla berbat etmek istemiyordu. Aslında gururu kabul etmek istemese de kalbi Marcus'un ne kadar da haklı olduğunu düşünüyordu. Bazen insan kızgınlığına yenip düşüp daha yoğun hissettiği sevgiyi unutabiliyordu. Hem annesi her şeye rağmen ona gelmiş ve sarılmıştı. Düğünü için onu tebrik etmek istemişti. Helen bunu düşündüğünde duygulanmadan edemedi. 

Belki  annesi pişmandı. Belki de onları çok özlüyordu. Helen bunları düşününce annesine çok da kızamadığını fark etti. Annesi her zaman onun için özel olmuşken ve yıllar sonra öldü sandığı annesini canlı bir şekilde karşısında görüp ona sarıldıktan sonra Helen her şeyi unutabileceğini düşünüyordu. 

Marcus Helen'in kafasının karışmış olduğunu biliyordu. Belki de bunu ona daha sonra söylemeliydi ama o zaman geç olabilirdi. Sonuçta söylediği zaman ne olursa olsun Helen'in annesinin peşinden gidebileceği kadar uzun bir zamandı. Helen her ne kadar farkında olmasa da Marcus ona bir şans tanımıştı. Bu yüzden kendini rahat hissediyordu fazlasıyla.

Helen Marcus'un gözlerinin dikkatle yüzünde gezindiğini fark edince buruk bir şekilde gülümsedi. "Şimdi sen benim kocam mısın?" Marcus omuz silkti. "Doğacak çocuklarının babası da olabilirim." 

Helen ister istemez gülümsedi. "Sana benzeyen bir oğlum olsun." dediğinde Marcus "Sana benzeyen bir kızım olsun." diye cevap verdi. Müzik bitince insanlar coşkuyla onları alkışlarken ikisi de küçük bir selam verdikten sonra salondan çıktılar.

***

Sophie şaşkın bakışlarla Anna'ya bakarken "Nasıl biliyorsun?" diye sorduğunda Anna omuz silkti. "Mina başka çocuk olmasını istememiştir, zaten hayatları kaçarak geçecek gibi görünürken bu mümkün olmamıştır. Şimdi geri dönme nedeni de yaşlandıktan sonra çocuklarına daha da ihtiyaç duyması, onları daha fazla özlemesi sanırım." 

Sophie "Emin olamayız." dedi.

Anna başıyla onayladı. "Çocuk bana haber getirdiğinde sormuştum." dediğinde Sophie düşüncelere dalıp gitmişti.

Aşk o kadar bencilse neden o kadar zaman sonra geri dönmüştü bu kadın? Hem de korkusuzca saraya gelmişti. Bunun tek bir nedeni olabilirdi. Sophie şaşkınlıktan gözleri açılmış bir şekilde Anna'ya bakıp "Yoksa?" dediğinde Anna başıyla onayladı. "Aynı şeyi mi düşünüyoruz?" dediğinde Sophie başıyla onayladı.

Sophie bu konu hakkında konuşmayı istemiyordu. Henry ondan bir adım ötede duruyordu. Artık onlarca adım ötesindeydi bu gece yaptıkları yüzünden. Helen ve Marcus salondan çıkarlarken oluşan gürültüyle ikisi de salona doğru bakıp yavaş adımlarla ilerledi. Mina yüzünden düğün hakkında da fazla bilgi edinememişti. Yarın Helen ayrıntılarıyla anlatmasını istediğinde ne yapacağını da bilmiyordu. Helen ve Marcus salonda çıkarken Helen ile göz göze gelince Sophie ona göz kırptı.

Salon yavaş yavaş boşalırken Sophie'nin gözleri Henry'i arıyordu. Bir süre sonra salon boşaldıktan sonra Henry de salondan çıktı. Sanki Sophie'yi görmemiş gibi giderken Sophie "Henry!" dedi yüksek sesle. Bir an herkes onlara bakarken Sophie Henry olayı uzatırsa herkesin içinde konuşmaya başlayacağını açıkça belli ediyordu bakışlarıyla.

Henry bir an kararsızca karısına baktıktan sonra sinirle başını sallayınca Sophie ağır adımlarla ona doğru yürüdü. Sophie yanına geldiğinde Henry yürümeye devam ederken dişlerinin arasından "Bu saçmalık da neydi?" diye sordu. Sophie cevap vermeme hakkını kullanmak istedi ama konuşmamak hiçbir şeyi çözmüyordu. 

"Seninle  konuşmamız gereken o kadar çok şey varken sen buna mı takılıyorsun?" 

Henry başıyla onayladı. "Odaya gidelim önce." dediğinde Sophie kavga etmek istemediğini düşünüyordu tüm kalbiyle. Böyle olmak zorunda değildi hiçbir şey.

Sessizce koridorlarda yürürken Sophie her adımda biraz daha gerildiğini düşünüyordu. Neden Helen ve Marcus gibi olamıyorlardı? Onlar birbirlerinin bakışlarından ne düşündüklerini anlayabilirken Henry ile konuşsalar bile anlaşamadıklarını düşünmek canını acıtıyordu. 

Odaya geldiklerinde Henry sinirle Sophie'ye bakıyordu. "Ne zaman büyümeyi düşünüyorsun sen!" diye bağırdığında  Sophie ne söyleyeceğini bilemiyordu. Ne söylese sarılıp barışabilirlerdi? Henry'nin gözlerindeki ateşi gördüğünde aslında bunu hiç de mümkün olmadığını görüyordu.

"Aramızdaki yaş farkını düşünürsek 8 sene sonra senin gibi düşünebilirim sevgilim." dedi son kelimenin üstüne bastırarak. Henry'nin bundan pek de etkilenmemiş olması canını sıksa da daha fazla devam edemedi.

"Sana abilik de yapayım mı ister misin?" dedi Henry alayla. Sophie ise onun bu kadar taş kalpli bir şekilde bununla alay edebilmesine sinirlenmişti.

"Sen önce bana kocalık yap!" diye bağırdığında Henry'nin yüzünün düştüğünü görebiliyordu. Odada uzun bir sessizlik olduktan sonra Sophie gözünden süzülen yaşa engel olamamıştı. Aceleyle yanağını silerken "Kusura bakmayın kralım, bu evlilik zaten bir anlaşmaydı. Fazlasını beklemeye hakkım yokken bir de böyle konuşmamalıydım." dedi çatlak sesiyle. Reverans yaptıktan sonra giderken Henry kolundan tutarak gitmesine engel oldu.

Koca saray üstüne üstüne gelirken karısını düşünmediğini, onun acı çekişini görmezden geldiğini fark ediyordu ama söyleyebileceği tek bir söz bile yoktu bu konuda. Sophie bir şey söylemesi için ona umutla bakınca Henry beynini zorlayan kelimelerden hiçbirini söyleyemedi. Sophie hafifçe kolunu çektikten sonra yatak odalarına doğru ilerlerken birden geri döndü. "Bugün için özür dilemeyeceğim. Belki sen hatalı olduğumu ya da zindana onun cezasını çekmem için benim girmem gerektiğini düşünebilirsin ama ben yanlış bir şey yaptığımı düşünmüyorum. Ayrıca... beni hala yanında istemiyorsan söylemen yeterli. Yarın babam ve abimle birlikte ülkeme geri dönebilirim." 

Henry derin bir nefes aldı. "Buradan gitmek o kadar kolay mı sanıyorsun?"  Sophie istediği cevabı alamayışının verdiği hüzünle odaya girdikten sonra zorla tuttuğu gözyaşlarının akmasına izin verdi.

Ona ne kadar kızmış olursa olsun yanında olmasına ihtiyacı vardı. Sophie giderse saraydaki ses giderdi, şen kahkahalar giderdi, gülümsemeye alışmış güzel yüz giderdi, ona sarılan kollar giderdi. Onun gitmesi demek sarayda Henry için hayatın bitmesi demekti. Bu kadar çok şeye sırf onun için katlanabiliyordu. Bencilce kendini düşünürken onun ne kadar üzüldüğünü görememişti.

***

Anna ne olursa olsun kardeşini düşünmeden edemiyordu. Kim bilir neler yaşamıştı? İnsanlar tercihlerinin bedelini ödemek zorunda olabilirdi ama bir anlık düşünce belki de ona bir ömür sürgün yaşatmıştı. Kuru ekmeğe muhtaç kalmış ya da insanlar onu tanıyacak diye hep diken üstünde yaşamıştı. Onlar en kaliteli kıyafetleri giyerken Mina belki de giyecek kıyafet bulamamıştı. Şimdi bunları düşününce kardeşi fazlasıyla acı çekmişti zaten onun gözünde.

Aynı kandan olduğu hayattaki tek kardeşiydi Mina onun. İnsan kardeşini seçemiyordu. Araya giren zamanı kapatabilirler miydi bilmiyordu ama aklında şu an düşündüğü tek şey giderken kardeşini de ülkesine götürmekti.

13.3.2019 düzenlendi.

Edit 2:19.04.2023


Çok Uzak Diyarlardan -Tamamlandı-Where stories live. Discover now