Bölüm 11

2.4K 240 19
                                    

Şehir merkezine geldiğimizde babam arabayı boş bir yere park etti ve aşağı indik. Babama göre bugün benim günümdü ve benim isteklerime göre hareket edecektik. Bu yüzden karşıma geçip nereye gitmek istediğimi sorduğunda ona dünyanın en sıkıcı cevabını verdim. "Kitapçıya."

Şaşırsa da itiraz etmedi ve üçümüz birlikte kalabalık caddelerin arasında dolaşmaya başladık. İçine karıştığımız şehir bir dünya kenti falan olmasa da belki de bir kasabada yaşadığım için bana göre oldukça kocaman bir yerdi. Biraz yürüdükten sonra eski bir kapının önüne geldik ve Will benden önce içeri girerek kapıyı açtı.

İçeri adımımı atar atmaz gözlerim parıldamaya başladı. Sanki ağzına kadar hazine dolu bir odaya girmiştim ve değerli eşyaların ışıltısı dört bir yanımı sarmıştı. Galiba burası benim dünyadaki cennetimdi. Derin bir nefes alarak kitapların kendine has kokusunu içime çektim.

Babam yapacak bazı işleri olduğunu ve burayı o da sevse de bütün bir günü burada geçiremeyeceğini, isterse Will'in de onunla gelebileceğini söyledi. Çünkü ben kimse beni buradan almaya gelmezse birkaç yıl boyunca transa geçecektim. Will başını iki yana salladı ve burada kalmak istediğini söyledi. Bu cevap benim için yer çekimini bir anlık durdursa da uçmayı babam gittikten sonraya erteledim.

Ve babam işlerinin çok uzamayacağına söz vererek biraz önce girdigimiz kapıdan dışarı çıktı. Will'le ikimizden başka kimsenin olmadığı bu küçük cennette baş başa kaldık.

Bana bakarak "Nereden başlamak istersin?" diye sordu.

Başımı iki yana salladım. Kitap konusunda o kadar kararsız kalırdım ki asla hangisini seçeceğime karar veremezdim. "Bilmiyorum."

"Peki o halde. Ben ikimiz için de bir şeyler bakayım."

Will kitap raflarına göz atarken ben de etrafa bakındım. Bu sıcak ve uzun yaz gününde anlaşılan kimse buraya uğramak istemiyordu. Satış işlerini yapan kasa bile boştu. Buranın sahibinin nereye kaybolduğunu merak ettim. Kitaplardan kalan boş yerlerde birkaç saksı çiçek ve bir köşede sağa sola dönüp duran vantilatör duruyordu. Will bir kucak dolusu kitabı alanın ortasına yerleştirilmiş masaya koyup "Buraya gel," dedi.

Geçip yanına oturdum ve saatlerdir elimde sıkıp buruşturduğum şapkamı masaya koydum. Nedense bu kadar yakınında olunca ona bakmaya çekiniyordum. Bakış alanıma sadece siyah gömleği ve güçlü elleri giriyordu. Bir an kitapçı bana fazla sessiz gelmeye başladı.

"Hiç pişman olduğun bir şeyler yaptın mı Alice?" Ellerini kitaplardan çekip masaya koydu. Artık göz göze gelmemiz kaçınılmazdı. Aniden sorduğu soruya karşılık vermek için doğruca uzun kirpiklerinin altındaki koyu renk gözlerine baktım. Onda bir şeyler fena halde gözümü korkutuyordu ve işin kötüsü ondan korktukça yine ona yaklaşmak istiyordum.

"Bir keresinde annemlerin yatak odasında küçük bir fanusta yaşayan zavallı japon balığımızın ölümüne neden olmuştum."

Söylediğim çok aptalcaydı ama o bunu umursamıyordu. Sanki yüz ifadesi önemli bir şeylerden bahsesiyormuşum gibi bana odaklandı.

"Peki bu tam olarak nasıl oldu?"

Bu saçma çocukluk anılarıyla niye bu kadar ilgilendiğine anlam veremeyerek cevap verdim.

"Komşularımızdan bazıları bize gelmişti. Ve birkaç yardımcı çocuğu ve oğlan kardeşlerimle epey bir kalabalıklaşmıştık. Sırf onların dikkatini çekebilmek için herkesi gizlice annemlerin odasına soktum. Biraz balıkla oynayabileceğimizi düşünmüştüm. Aralarından biri balığı eline aldı ve o da zıplayıp yere düştü. O sürekli zıplayıp dururken kimse onu tekrar suya koymayı akıl edemedi."

"Sonra noldu?" dedi. "Yani japon balığına."

"Öldü." Sesim beklediğimden hüzünlü çıkmıştı. "Yani o zamanlar yaptığım şeyin farkında bile değildim."

"Seni anlıyorum," diyince rahatladım. "İnan bana bu bana da çok sık oluyor. Ama sen yine de çok safsın."

Sesli bir şekilde gülmeye başlayınca ne ara geldiğini bilmediğim kasa görevlisi bizi uyarmak için öksürdü. Bunun kapayın çenenizi demenin bir yolu olduğunu biliyordum. Ama Will'in bana iltifat mı yoksa hakaret mi ettiğini tam anlayamadım.

Bir süre kitaplarla oyalandıktan sonra babam geldi. Bizden birkaç dakika isteyip raflara göz gezdirmeye başlayınca Will elindeki bir kitabı kasaya götürüp satın aldı ve tekrar yanıma gelip plastik bir poşetin içine koyulmuş kitabı elime tutuşturdu.

"Sana benimle ilgili bir sır vermemi ister misin?"

Cevap vermek yerine başımı salladım.

"Bu kitabı okursan sırrımı öğrenirsin."

Benimle oyun oynadığından emindim. Ona tam bir şeyler daha soracaktım ki babam yanımıza gelip artık gitmemiz gerektiğini yoksa bugün başka hiç bir şey yapamayacağımızı söyledi.

Elimdeki poşeti sıkı sıkıya tutarak babam ve Will'i takip ettim. Kendimi sanki ölümsüzlüğün şifresini taşıyormuş gibi hissediyordum. Ve bir şey daha fark etmiştim. Will'in yanında ondan başka hiç bir şey dikkatimi çekmediği için kendimi bir cadı yerine normal bir insan gibi hissediyordum. Onun gözünde en kötü çocukluk hatırası bir japon balığı olan normal bir kızdım. Etraftan yayılan doğa üstü enerjileri hissetmek yoktu, eşyaların geçici hafızalarını yoklamak yoktu. Sadece o vardı.

Babam bana tekrar gitmeden önce son olarak ne yapmak istediğimi sordu. Koskoca şehirde eski bir kitapçıdan başka ilgimi çeken bir yer olmadığı için omuzlarımı silktim.

Babam en sonunda "Çok sıkıcısın tatlım," diye söylendi. Will, babamın söylediğine gülünce iyice canım sıkıldı ve bir anda "Alışveriş yapalım," dedim. "Evdekilere hediye almak istiyorum."

Babam bu defa da sanki uzak bir yere gidip uzun bir süre kalmışım gibi evdekilere hediye almak istediğim için benimle dalga geçti ve Will babamın söylediklerine yine güldü. Surat asıp kollarımı birbirine kavuşturdum. Uzak bir yere gelmediğimizi ve akşam eve döneceğimizi ben de biliyordum. Ama eğer onlara hediye alırsam eve döndüğümüzde oğlanlar hediyeleri görüp benden intikam almaktan vazgeçerlerdi ve böylece de kimse ayakkabılarımın içine işemez ya da diş fırçamı klozete batırmazdı.  

Bir şeyler satın alabileceğimiz kalabalık bir caddeye geldik. Babam hep okul alış verişi ve bunun gibi şeyler alacağımız zaman bizi yine buraya getirirdi ve her defasında ablam ya da ben de dahil birileri kaybolunca babam bir dahakine bizi iplerle birbirimize bağlayacağına dair yemin etti. Arabada ip olup olmadığını merak ettim.

Herkes kendine uygun bir şeyler bakmaya başlayınca ben de biraz çikolata ve şekerleme aldım. Eve tatlı türü ne alsak ya da mutfakta yapsak onun bitmesi saniyeler sürüyordu. Bir aktara girip annemin seveceği birkaç çeşit ot, yağ türü şeyler alacakken Will aniden yanımda belirdi. Parmaklarının uçlarında tuttuğu bir bilekliği gözümün önünde sallayıp kulağıma eğilerek saçlarımın arasından "Bu senin," diye fısıldadı. Nefesi saçlarıma değer değmez vücudumdaki tüm tüyler diken diken olsa da ona belli etmedim ve elindeki bilekliği aldım.

Ben bilekliği alır almaz Will tıpkı sıcak bir şeye dokunmuş gibi parmaklarına üfledi. Bilekliği koluma takıp düzgün durması için çevirdim. Ortasında bir çember ve çemberin içinde kırmızı bir gül vardı. Nedense bana gül tacını hatırlatmıştı. Tam kafamı kaldırıp ona teşekkür edecek ve bunu kaşla göz arasında nereden bulduğunu soracaktım ki aktarın hemen yanındaki dükkanın bir gümüşçü olduğunu hatırladım.

Cadı ve AvcıWhere stories live. Discover now