BÖLÜM 2-Yaralar

50 3 0
                                    

19 yıl sonra...

Gözlerimi gökyüzünden ayırmıyor dudaklarımı birbirine bastırmış uçan kırlangıç sürüsünü izliyordum. Aralarından biri fazlasıyla arkada kalmıştı, yorulmuşa benziyordu ve ileridekiler arkasına dönüp ona sahip çıkmak için uğraşmıyor, ona yardım etmek için rotalarında bir süre mola vermek yerine son hız kanat çırpmaya devam ediyorlardı. Elimi havaya kaldırıp havada işaret parmağımla çizdiğim minik bir daireyle havada oluşan mavi ve siyah dumanlardan oluşan daire yükseldi ve yorulmuş hayvanı yavaşça ittirdi, hayvancağız ne olduğunu anlayamadan sürünün en başına geçmişti. Sanki benim yaptığımı hissetmiş gibi aşağıya baktı ve yüksek sesle ötmeye başladı.

Tebessüm ettim, gözlerimi sürüden ayırıp sarayın ilerisinde ki yıkık dökük evler, açlıktan birbirine saldıran insanları izledim. Az önce o hayvana yaptığım gibi bana da sihirli bir el dokunamaz mıydı? Bana da yardım edemez, yaralarım bakamaz mıydı?

Derin bir nefes verdim ve saçımı sertçe geriye savurdum, "her neyse ne." Dedim sert çıkarmaya çalıştığım bir ses tonuyla. "yine her şeyi drama bağlama Hera." O an arkamdan duyduğum kız kardeşim Minerva'ya döndüm. "yine mi kendi kendine konuşuyorsun, bozuk prenses?" dediğinde gözlerimi devirdim ve üstüne çıktığım duvardan aşağıya atladım. "bu seni hiç ilgilendirmez, Minerva." İstemsizce sert çıkardığım ses tonuyla yanından geçecekken kolumdan tuttu, "annem ve babam taht odasında seni bekliyor bozuk." Dediğinde kolumu sertçe çektim. "sebep?" güldü, "babamın sana muhafızlardan kılıç çalıp dövüş çalışmayı yasakladığını sanıyordum kardeşim, sense her zaman ki gibi kurallara uymuyorsun." Sarı saçını arkaya attı ve zalimce gülümsedi, "gerçekten de bozuksun." Dediğinde kaşlarımı çattım, Minerva hayatımda görüp, görebileceğim en zeki ve planlı kızdı. Bunu kendi için iyi anlamda kullansa gerçekten de işe yarar bir vizyonu olacaktı fakat bunun pek mümkün olduğunu söyleyemezdim. Kendisi fazlasıyla gereksiz şekilde erkek muhafız ve prenslerle ilgilenmekten cephede yıllarca süren savaşı pek umursamıyordu. Sarı saçları upuzun, gözleri yemyeşil aynı babamınkiler gibiydi, güzeldi ve bu güzelliği ve zekayı kendiyle beraber heba ediyordu. Muhtemelen talim kılıçlarından birini çaldığımı söyleyen de oydu.

Kolundan sıkıca tutup kendime çektim, "sözlerine her zaman dikkat etmeni söylerken şaka yapmıyorum kardeşim." Diye hırladığımda kendini geri çekti hızla, "sana bozuk olduğunu söylemekte haklıyım kardeşini tehdit eden, soyu ve ırkı bozuk bir prensessin sen." Durdu, yapmacık bir gülümseme sundu bana, "ah, doğru ya. Babam kanı bozuk bir varisi istemediği için seni varislikten def etmişti, sonuç olarak işlevsiz bir prensessin." Babamın beni bir hain olarak görmesini yüzüme vurarak her defasında beni üzmeye çalışsa da bunlar artık eskisi kadar canımı sıkmıyordu. Omuz silktim, "ne tahtınızda, nede babanızda gözüm yok benden korkmayı bırakın artık." Sertçe arakama dönüp yürümeye başladığımda hala söyleniyordu, "korkakmış, ben mi senden korkacağım? Hey! Bana baksana bende senden korkacak duruş var mı?" dediğinde beklemediği bir hareket yapıp ona döndüm. Dönüşümle birlikte siyah, mavi dumanlar hiddetle Minerva'ya çarptı. Kız geriye sendelediğinde yine de ayakta kalmayı başarmıştı. Gözleri korkuyla kocaman olmuştu, kanı bozuk ırktan gelen bir kızmışım ben, annemin genlerini korkusuzca damarlarında taşıyanım.

"ne diyordun en son?" dediğimde bana nefretle bakmaktan başka bir şey yapmadı. Arkama döndüm ve taht salonunun yoluna koyuldum.

Doğrusu şu ana kadar çoktan bir idam masasına çıkmalı, hatta doğduğum gibi öldürmelilerdi beni. Aslında babamın buna defalarca kalkıştığına eminim ama annem her defasında hayır diyordu bana, o senin ne olursa olsun baban böyle bir şey yapmaz diyordu, ama biliyordum ben tüm kahinlerin, yıkım krallığına düşman-ki insan diyarının tamamı öyle- olanların korkulu rüyasıydım. Doğar doğmaz, büyük bir savaşın içine karışmış, annemin yıllar önce arındığı genlerine sahip çıkmış, yıkım krallığından biri olmuştum. Sihirli güçlerim, hem açık hem koyu karışık onlarca tona sahip gözlerim, bembeyaz saçlarım, bembeyaz tenim ve vücudumda taşıdığım simsiyah şimşek izlerinin anlamı yıkım krallığından kalan tek kişi olmamdı. Sınırda ki savaş ise, yıkım krallığını savunan bazı insanların isyanıydı sadece. Yıkım krallığı ben doğduğum gece yok olmuştu, krallığın gücü ve kudretini aldığına inanılan lordu ise nerede kimse bilmiyordu.

Son Yıkımın FısıltısıWhere stories live. Discover now