__ciceksenfonisi__

hediye ettiğin saksıdan darağacı yeşermesi toplumun bir sorunu olsaydı keşke. isyan çıksaydı ülkeler devrilseydi ve yeni doğan bir çocuğun adı deniz olsaydı gibi bir şeyler işte. biliyor musun o zaman içim rahatlardı o zaman suçu birilerine atabilmenin hafifliğini cebime koyar mutlu mutlu yürür dururdum coğrafyalar boyu. ağzımda namussuz bir cigara belirirdi. o mutlulukla öldürürdüm onu. zaten ben ki ne zaman mutlu olsam hep birileri ölür, birileri öldürülürdü ama öyle değilmiş ki. öyle değilmiş yaşam ve sevginin savaş halinde olduğu rahme düştüğümden beri sapsarı bir savaş veriyordum ben. öyle olmak zorunda değilmiş ilk adımlarım kavgayla atıldı benim. ilk cümlem kavgaydı. ilk aşkım kavga, ilk ağlayışım kavgadandı öyle olmak zorunda değilmiş buradayım işte! bak ben buradayım. sevginin yaşatma gücü diye bir şey varmış. minettarım ki sen beni uyutmadın kalk dedin. kalk oğlum uyku ısmarlamanın sırası değil aç gözlerini dedin. kendimi bir anda başka coğrafyalarda bulduğum olmuştu daha önce ne yapacağını bilmeyen aslan gibi ama sen beni öylesine kuvvetli adımlar atabildiğim sokağa sokunca geldim. yolumu bulunca yürüdüm. noktasını bulmuş bir cümle gibiydim orada. durum böyleyken senin aynalığını ben nasıl öpmem. burada nasıl olmam. buradan nasıl giderim. çağlar boyu insanlık evriminin hep pozitif yönde ilerlediği yanılgısının günde üç öğün önüme koyulduğu akşamlarda ben bunu bilmiyordum. kavga için nefes alıp verirken bunu bilmiyordum. öldürürken bunu bilmiyor, sevmeye çalışırken ve başarısızlığa uğradığımda bunu bilmiyordum teşekkür ederim bunlar için öğrendim bunları. darağacı için teşekkürler. kahve için, sokak için teşekkürler. yanında uyuyabilir miyim?

__ciceksenfonisi__

hediye ettiğin saksıdan darağacı yeşermesi toplumun bir sorunu olsaydı keşke. isyan çıksaydı ülkeler devrilseydi ve yeni doğan bir çocuğun adı deniz olsaydı gibi bir şeyler işte. biliyor musun o zaman içim rahatlardı o zaman suçu birilerine atabilmenin hafifliğini cebime koyar mutlu mutlu yürür dururdum coğrafyalar boyu. ağzımda namussuz bir cigara belirirdi. o mutlulukla öldürürdüm onu. zaten ben ki ne zaman mutlu olsam hep birileri ölür, birileri öldürülürdü ama öyle değilmiş ki. öyle değilmiş yaşam ve sevginin savaş halinde olduğu rahme düştüğümden beri sapsarı bir savaş veriyordum ben. öyle olmak zorunda değilmiş ilk adımlarım kavgayla atıldı benim. ilk cümlem kavgaydı. ilk aşkım kavga, ilk ağlayışım kavgadandı öyle olmak zorunda değilmiş buradayım işte! bak ben buradayım. sevginin yaşatma gücü diye bir şey varmış. minettarım ki sen beni uyutmadın kalk dedin. kalk oğlum uyku ısmarlamanın sırası değil aç gözlerini dedin. kendimi bir anda başka coğrafyalarda bulduğum olmuştu daha önce ne yapacağını bilmeyen aslan gibi ama sen beni öylesine kuvvetli adımlar atabildiğim sokağa sokunca geldim. yolumu bulunca yürüdüm. noktasını bulmuş bir cümle gibiydim orada. durum böyleyken senin aynalığını ben nasıl öpmem. burada nasıl olmam. buradan nasıl giderim. çağlar boyu insanlık evriminin hep pozitif yönde ilerlediği yanılgısının günde üç öğün önüme koyulduğu akşamlarda ben bunu bilmiyordum. kavga için nefes alıp verirken bunu bilmiyordum. öldürürken bunu bilmiyor, sevmeye çalışırken ve başarısızlığa uğradığımda bunu bilmiyordum teşekkür ederim bunlar için öğrendim bunları. darağacı için teşekkürler. kahve için, sokak için teşekkürler. yanında uyuyabilir miyim?

__ciceksenfonisi__

- Beni niye bırakıp gittin Müzeyyen?
          - Elimde değildi, kendime engel olamadım. Ona aşıktım. Seni üzmek istemezdim ama kendimden de vazgeçemedim.
          - Değdi mi peki?
          - Mesele bu değil ki, yaşamam gerekiyordu yaşadım. Ama, biliyorsun işte bitiyor en nihayetinde her şey gibi.
          - Çay için teşekkürler.
          - Gitme. Lütfen. Diyelim ki gitmedim. Seninle beraber olmaya devam ettik. Ne değişecekti?
          - Sevişirdik.
          - Başka?
          - Sabahları beraber uyanırdık. Ben senden önce kalkardım. Senin uyuyuşunu izlerdim. Sonra sen uyanırdın. Bana gülümserdin.
          - Sonra?
          - Sonra, sabahları çayı tek şekerli içtiğini, günün diğer saatlerinde şekersiz içtiğini biliyor olurdum. O ilk şekeri ben atardım çayına, zarifçe eritişini izlerdim.
          - Sonra?
          - Sonra, en çok boynundan öpülmeyi sevdiğini biliyor olurdum.
          - Güzelmiş.
          - Sonra dışarı çıkardık. Dışarda yağmur yağıyor olurdu. Biz şemsiyeyi almazdık. Sırılsıklam olurduk. Sonra sen bana sokulurdun. Ama saçağın altına hiç girmezdik. Sonra sen üşütürdün. Ayakların buz gibi olurdu. Ben sana en sevdiğin o mavi çoraplarını getirirdim. Sonra bayramları babaannenin mezarını ziyaret etmeye giderdik.
          - Gider miydik gerçekten?
          - Giderdik. Hayatta en sevdiğin kadın için ağlayışını izlerdim senin. Hiçbir şey yapmazdım, gözyaşlarını silmezdim, seni teselli etmezdim. Orada öylece ağlayışını izlerdim senin. Başka insanların mezarlarının arasında dolaşarak, hayatın ne kadar şahane bir şey olduğunu düşünürdüm. Sonra hiçbir şey yapmazdık. Öylece otururduk. Çok bilinmeyenli bu sorunun yanıtını arardık. Hayat bizi yalancı çıkarana dek, bulduğumuz cevapları doğru sanırdık.
          - O zaman, bir çay daha içelim mi?
          - Daha fazla çay içmek istemiyorum ben.

__ciceksenfonisi__

Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku
Reply