Daha önce kötü denebilecek günleriniz oldu mu? Alarmı duymayıp işe geç kaldığınız, özenle hazırladığınız kahvaltı da ekmekleri yaktığınız, beyaz çamaşırları yıkarken bir tane siyah çorabı fark etmediğiniz, turşu kavanozunu açmaya çalışırken elinizden düşürdüğünüz, parasını ödemediğiniz poşetlerle marketten çıkmaya çalıştığınız, toplantıya yetişmeye çalışırken trafikte sıkışıp kaldığınız, yemek yiyecek bile vakit bulamadığınız halde, işleri bir türlü yetiştiremediğiniz günler gibi... Eminim bunlara benzer, en az bir gününüz olmuştur. Peki ya tecrübe yaratacak kadar kötü olan günler, onları hiç yaşadınız mı? Hani önem verdiğiniz şeyleri, yüzünüze geri tükürmekten zevk aldığı için çiğneyecek kadar berbat olanlarından bahsediyorum. En yakınlarınız tarafından hayatınızın çalındığını ve bunu yaşamaya mahkûm bırakıldığınızı öğrendiğiniz gün gibi mesela... "İyi niyetle söylenen bir yalan, kötü niyetle dile getirilen tüm gerçeklerden daha acımasızdır." Düğün arifesinde, hayatındaki tüm yalanlarla yüzleşen Oylum, elindeki bir avuç gerçeğe sığınarak ortadan kaybolur. Hiçbir şeye yetmeyen birikimi, kalemleri ve rengârenk post-itleri ile birlikte... Yaşam, bir mengenede soluğun kesilene kadar seni sıktığında, içinden çıkamayacağın hayal kırıklıklarına uğradığında ve hiçbir çıkış yolu bulamadığında bu kitap sana yoldaş olacak, belki bir harita belki de bir kaçış planı olarak karşına çıkacaktır. Bütünlüğüne ve yolunu kaybettiğin cennetine kavuşmak için... Prangalarından kurtulup hapisten çıkanların, en çok hasretlik çektiği duygu, ilk korktukları olurdu. Özgürlük... Oysaki hür havayı içine çekmek her şeyden güzeldi.