In India | Larry ✔

By missingsound

36.7K 4.3K 13.9K

Fotoğraf çekimi için Hindistan'a giden Harry, fotoğraf çekerken birinin hırsızlık yaptığına tanık olup peşine... More

Holi Fest
Phew...
Rainy Night
In Taxi
Tac Mahal
Embarrassed
Hi, are you busy?
Message
Sorry, sir!
Planet Motorcycle
Peach Prince
Drunk
Ganges River
Hi, my dear family!
I don't deserve you.
News
I love someone.
Gulab Jamun
Final

Tickets

1.5K 184 555
By missingsound

"Bugün için hiç bilet yok, yarına var. Saat 16.00'da."

Louis ve Harry uçak bileti almak için girdikleri siteye bakarken, Harry ona durumu açıkladı. Louis başını sallayıp "Olur," dedi sessizce. Gece saat on bir buçuğa geliyordu.

Yarım saat önce teyzesinin kalp krizi haberini almış ve Louis on dakika kadar elleriyle yüzünü kapatıp, kendini suçlayarak ağlamıştı. Harry olmasa sakinleşmesi çok uzun sürebilirdi. Burnunun ucu, dudakları ve gözleri hâlâ pespembeydi. Harry ise Louis'yi suçladıkları için kuzenlerine büyük bir öfke ve nefret besliyordu.

Harry bilet almak için bir panele giriş yaptı. Alacağı bilet sayısının 2 kişilik olduğunu fark edince Louis hemen koluna dokunup, onun elini laptobun dokunmatik yüzeyinden çekti. Harry anlamadan ona döndüğünde Louis'nin endişeli bakışlarıyla karşı karşıya geldi.

"Bunu yapamazsın. Benimle gelemezsin Harry."

"Seni yalnız bırakacağımı düşünmüyorsun herhalde?"

"Sorun bu değil, henüz işin bitmedi. Bunu yapamazsın."

"Hayır hayır, ben seni yalnız bırakamam," dedi kesin bir ses tonuyla. "Bir söz verdik. Agra'ya gitmek istiyorduk ve şimdi yapacağız. Teyzen iyi olduğunda da İngiltere'ye gideriz."

"Harry... Teyzem ne zaman iyileşir bilmiyorum. Onun yanında olmalıyım. Bana değer verdiğini biliyorum, beni sevdiğini de... Ama işini yarıda bırakıp benimle Agra'ya dönersen tüm emeğin mahvolur."

"Yedi günüm var, bir şey yapmasam da olur artık. Bu süreçte senin yanında olurum, sonra da teyzen iyi olunca İngiltere'ye gideriz."

"Bu iş için çok emek verdin Harry, yedi gün boyunca benim yanımda kalamazsın. Joe'nun dediği yerlere gidip çekim yapmalısın, bu süreçte çok fazla şey elde edebilirsin. Hindistan büyük bir ülke. Sonra ülkeye dön, daha derginin düzenlenmesiyle uğraşacaksın! Bir de o ünlü fotoğrafçıyla randevun var. Adam senin için zar zor ayarladı bu buluşmayı, benim için riske atamazsın."

"Ama-" Louis'nin gözlerinden yorgun bir bakış geçince Harry dudaklarını kapatıp, kendi işine büyük bir öfke duyarak çatık kaşlarla ekrana döndü. Çenesini sıkı sıkıya kenetlemiş, bir yandan onun hali yüzünden itiraz etmemeye çalışıyordu.

Ramin Teyzenin kendi çocukları var da diyemiyordu. Yıllardır yanında kaldığı teyzesini bu halde bırakmazdı.

Sonra çenesinde onun hafif öpücüğünü hissetti. Sıktığı çenesi ve çattığı kaşları gevşerken, Louis'nin kolları onun boynuna dolandı.

"Seni seviyorum Harry. Ama şartlar ayrı kalmamızı gerektiriyor."

"Hayır, sürekli devam edecek bir ayrılık olmayacak bu," dedi. "Tamam, senin dediğini yapacağım. Yedi günümü gezerek geçirecek ve iş bitiminde İngiltere'ye gideceğim. Ama unutma, sonra ilk işim senin yanına gelmek olacak. Hatta randevuyu veriyorum: iki hafta sonra."

Louis istemeden güldü ve başını salladı. "Tamam."

"Bu süreçte sürekli iletişimde olacağız. Ne yaparsan bana haber vereceksin, aklım sende kalsın istemiyorum." Sıkıntılı bir nefes verdi. "Gerçi şimdiden aklım sende."

"Tamam ama fatura çok yazarsa karışmam sonra." diye sırıttı.

"Hiçbir şey olmaz. Görüntülü de arayacağım. Seni bir gün bile görmesem dayanamam artık."

"Tamaaam. Sadece iki hafta, sakin ol."

"Olamıyorum," diye inleyerek Louis için bilet aldı. Kendisi için de Mumbai şehri için bilet aldı. Louis'den iki saat sonra gidecekti.

Hâlâ fotoğraf çekmesi gereken birçok yer vardı. Zaten dergi için sadece iki sayılık yurt dışına çıkıp belgesel hazırlama fırsatı oluyordu, bu da iki kez yurt dışına çıkmak ve maddi- manevi harcama yapmak demekti. Ayrıca bu kadar ilerlemişken bir anda çekimi bırakması tüm emeklerinin -Louis'nin dediği gibi- heba olmasına neden olurdu.

Çektiği tüm fotoğrafları İngiltere'ye sağ salim götürecek, randevuya gidecek ve evine dönecekti.

Louis rahatlamak için on dakikalık bir duş aldı. Mental olarak çöktüğünü hissediyordu çünkü teyzesini epey sağlıklı bırakmıştı. Üstüne kuzenlerinden yediği azar olunca bir saat içinde iyi hissetmeye pek bir fırsatı kalmamıştı.

Banyodan çıktığında saçlarını dalgın bir hâlde kurulayan sevgilisini gören Harry, kollarını açıp, "Louuueh!" diyerek onun istemeden gülmesine neden oldu. "Benim bebeğim kollarımın arasına gelebilir mi artık?"

Louis bir süre daha saçlarını kurulayıp onu sandalyeye astı. Yatağın üzerinde emekleyerek Harry'nin kolları arasına kıvrıldığında, bugünün yorgunluğu hem bacaklarında, hem gözlerinde hem de beyninde hissedilir olmuştu.

Başını göğsüne koymadan, çenesini Harry'nin göğsüne yasladı ve gülümsedi. Harry'nin parmağı da onun burnunda geziniyordu. "Bıyıkların çıkıyor."

"Altı gün oldu tıraş olalı, yine olmalıyım."

Louis uzanıp sakalla kaplanmaya başlayan çenesini ve dudaklarını öptü. "Olsun, çok tatlısın, her zamanki gibi. Ben de sakallarımı kesmeli miyim?"

"Yakışıyor sana, gerçi her halin iyi. Fark etmez bana, sen ne yapmak istersen kabul."

Bu kez Harry'nin göğsüne kıvrılınca gözlerini yumarak rahat bir nefes bıraktı, Harry de onu sarmaladı. İnsan sevdiği birine sarılınca içindeki boşluklara rağmen tamamlanmış hissediyordu.

"Louis?"

"Hm?"

"İyi ki o gün seni görmüşüm. Holi Festivalinde."

Gülümsedi. "Ben de..." Harry'nin beline biraz daha sıkı sarıldı, yapboz parçaları gibi birleşerek rahat pozisyonu yakalamıştı. "Canını yakmama rağmen bu haldeyiz."

"Seni çekici kılan şeyler vardı çünkü."

"Mesela?"

"Popon," dediğinde ikisi de karanlık odanın içinde kahkaha atmaya başladı. İçeriyi sadece otel bahçesindeki havuzun bebek mavisi ışığı aydınlatıyordu.

"Şakacı," diye dalga geçti.

"Şaka değildi ama olsun. Tabi bu yeterli değil seni çekici yapmaya. Sesin çok eşsiz. Ya da kokun. Ya da dur, gözlerin! Aslında sen başlı başına eşsizsin."

"Teşekkürler," diye mırıldanırken sesi uykulu çıkıyordu ama Harry bunu o an anlayamayıp hevesle hayallerini anlatmaya başladı.

"Ben seni Agra'dan almaya gelirim ve teyzenin iyileşmesini bekleriz. Sonra da teyzene her şeyi anlatırız. Hatta alırım kuzenlerini karşıma, bana kaçmıştı ve şimdi de ben onu kaçırıyorum derim. Ama teyzenin haberi olacak tabi, maksat onlara nispet olsun." Kıkırdadı. "Gemma sürekli bana seni soruyor, sınıf öğretmeni ya hani, tüm öğretmen arkadaşlarına bizi anlatıyormuş. Annem desen komşulara anlatmaya başlamış bile! Babam bize kiralık ev de bakıyor hem, bu harika değil mi?"

"Hmm..."

"Uyuyacak mısın?"

"Öyle yorgunum ki..."

"Hadi ya, ben de biraz takılırız diye düşünmüştüm." Sesindeki muzip tona karşılık Louis istemeden gülmeye başladı ve biraz daha Harry'nin göğsüne gömüldü. Harry onun için yalnızca bir dakika boyunca sessizliğe gömüldüğünde, Louis bunu anlamadan derin bir uykuya dalmıştı bile.

Harry sessiz ama yoğun bir şekilde ciğerlerini havayla doldururken, parmak uçlarıyla onun saçlarını okşamaya başladı. Sıkıntılıydı. Louis'nin uyurken bile huzursuzca kapanmış gözleri üzerinde titreyen uzun kirpikleri, yarın bir süreliğine de olsa bırakması gerekeceği bir güzellikti.

Eğildi, dudaklarını onun nemli saçları arasına bastırıp öptü. Kollarını sıkı sıkıya, beden diline yansıttığı bir bırakmama arzusuyla ona sardı ve onu izlediği bir saatin ardından nihayet gözlerini yumdu.

Ertesi sabah Louis, dün gece arasına girdiği kolların hâlâ bedeni etrafında olduğunu anladığında huzurla gülümsedi. Aslında göğsüne uzanmıştı ama şimdi kaşık pozisyonundaydılar. Harry'nin nefesleri saçları ve boynu arasında dolanıyordu.

Komodin üzerindeki telefona uzanıp saate baktı. Henüz 07.12'ydi. Bu yüzden Harry'nin kollarına sarılıp, onun sıcak nefesleri arasında yeniden uykuya daldı.

Birkaç saniye gibi gelen bir süre sonra yeniden gözlerini araladığında, arasında olduğu kolları bulamayarak etrafa bakındı. Yatakta tamamen yalnızdı.

Yerinde doğrularak komodin üzerindeki suyu içti ve balkondan yayılan sigara kokusunu aldığında, bardağı kenara bırakıp, yataktan kalkarak oraya ilerledi. Çatılmış kaşları, manzaraya bakan keskin yeşil gözleri ve parmakları arasında yanan sıkıntı sigarasıyla ne kadar düşünceli olduğu belliydi.

Harry, sıkıntılı olduğu zamanlarda hep sigara içtiğini söylemişti. Louis de öyle. Çok sık içmezlerdi ama bu, onun zararlarından muzdarip olmadıklarını göstermiyordu. Ve işte o an, Louis bunu çok net anladığını hissetti.

Harry'nin kucağına oturup bacaklarını yandan sarkıttı. Harry elini Louis'nin tişörtünden geçirerek belini ve bel gamzelerini okşamaya başlayınca, Louis de onu rahatlatabilmek amacıyla ensesindeki saçları okşuyordu.

"Günaydın, yeşil."

"Günaydın, mavim."

"Sabah sabah biraz..." Gözleriyle sigarayı gösterdi. "Fazla sanki?"

"Dün geceden beri pek iyi hissetmiyorum."

Dudaklarına sigarayı götürecekken, Louis onu kavradı ve kül tablasına bastırdı. Harry boştaki elini de onun bacağına atınca, "İçme," dedi.

"Neden?"

"İçmeni istemiyorum. Sana hiçbir şeyin zarar vermesini istemiyorum."

"Sen de içiyordun ama."

"Düşündüm de benim yüzümden sıkıntıya giren birinin bu zehri içmesi pek mantıklı değil. Bu kişi benim sevdiğim biriyse hiç mantıklı değilmiş."

"Senin yüzünden değil, senin için, bizim durumumuzu taktığım için-"

"Harry, ha benim yüzümden demişim, ha benim için... Ne fark eder? Sıkıntı bahanesiyle zehirliyoruz birbirimizi, yapmayalım artık. Tamam mı? Her sıkıntında bana gel. Her üzüldüğünde içini bana aç. Ben de aynı şekilde yapayım ama bunu yapmayalım, olur mu?"

"Yine de o isteği atmak zor gibi görünüyor."

"Hastaneye gidip destek alırız. Sana değer veriyorum. Bu yüzden bunu bırakmak istiyorum. Hem senin, hem benim..."

Gülümsedi. Louis'nin beline sarılarak yüzünü onun göğsüne gömdü. Louis de boynuna sarılıp, çenesini başına yaslayarak saçlarını karıştırmaya başladı.

"Senin kalbini severim... İki hafta senden ayrı kalacak olsam da bu çok zor, seni yalnız bırakıyor gibi hissediyorum."

"Ama bırakmıyorsun. Anlaşmalı bir şekilde bu durumu planladık."

Yüzünü açığa çıkarıp alttan Louis'ye baktı. "Şu Dwijen mıydı, neydi? O herife güvenmiyorum hiç. Yanına gelir, sana bağırır, seni korkutur, seni üzer diye endişeliyim. Hiç tekin gelmiyor gözüme."

"Merak etme, bir şey olmayacak. Zaten oraya gidince ben teyzemle ilgileneceğim. Hayırsız oğullarından ve gelinlerinden pek bir şey beklemiyorum. Para yemeye ve gezip tozmaya bayılıyorlar."

"O kadar da değildir, anneleri hasta. Nasıl gezsinler?"

"Şimdi gezerler demiyorum. Bir şeyi düzgünce beceremezler, teyzemin hastanede ve evde bakıma ihtiyacı olacak sonuçta." Bir anlığına gözlerini kapatıp lütfen iyi olsun diye fısıldadı ve tekrar ona baktı. "Hem bu süreçte sen de gelmiş olursun, Dwijen hiç dert değil."

"Emin misin?"

Louis ona yatıştırıcı bir tebessüm verdi. "Eminim. Teyzemle ilgilenme sürecinde orada olduğumu bile anlamaz o."

"Yine de o herife güvenmiyorum. Koklayarak bulur seni, köpek."

Louis birden gülmeye başladı. Harry kıskanınca, önemli bir şeyi anlatınca ve sinirlenince gözlerini açıp burnunu kırıştırıyordu. "Seyehat için çıkmadan önce onu iyi benzettim aslında. Bana yaklaşabilir mi bilmiyorum."

"Nasıl yani?"

"Ya gece karşıma çıktı yine. Bana hesap sormaya başladı. Ben de dayanamadım, kasıklarına tekmeyi basıp yumruk attım. Sızıp kalmıştı oraya. Sonra da eve kaçtım."

"Yok yok, ben seni hiç bırakamam orada!"

"Ya bir sakin ol, dediklerimi unutma. Bir şey olmayacak."

Sakinleşmeye çalışırken ciğerlerinde yine sigara yakma isteği vardı ama kendini tutmak için çabaladı. Böylece desteğe daha çok ihtiyacı olduğunu anlaması güç değildi.

"Pekâlâ... O zaman kuzenlerinin iyi birer ebeveyn olmalarını diliyorum, böylece çocukları senin başına bırakmazlar."

"Çocuklar büyük bir sorun değil ki, yeğenlerimle ilgilenmeyi seviyorum. Çocuklarla ilgilenmek sözümü dinletebildiğim sürece iyi gidiyor; onlarla oynuyorum, yediriyorum... O da sorun değil."

Harry tam o anda ağlamak istedi. Teyzesine destek olmanın yanısıra dört çocuğa bakmayı bile kabul ediyordu. Sevdiklerini kaybetmişti, yeni bir ülkeye gelmişti, içi pişmanlıklarla doluydu, peşinde biri vardı, yorgundu ve buna rağmen eğlenmeyi seven neşeli biriydi. Tek başınaydı ve tek başına kocaman bir aileydi. Hep sahip olmak istediği gibi.

Gözleri dolmaya başlarken, "Sana tüm güzellikleri vermek istiyorum Lou." dedi. "Hak ettiğin bütün iyi şeyleri önüne sermek istiyorum. Seni sonsuza dek kollarımda tutmak istiyorum. Seni üzen, yoran ve kıran her şeyi yok etmek istiyorum."

Louis de burnunda ufak bir sızı hissedince, dolmaya başlayan gözlerine rağmen seslice güldü. "Tüm bu şeyleri yapmak yerine sadece benimle ol," diyerek, sonlara doğru fısıldamak zorunda kaldı. Yoksa hüngür hüngür ağlayacaktı.

"Olurum." Harry'den habersiz gözlerindeki ufak bir damla bağımsızlığını ilan etti. "Sen çok güçlü bir erkeksin. Kalbin kocaman, herkesi ve her şeyi barındırabilecek kadar... Her şeyin öyle güzelini hak ediyorsun ki önüne serilmiş kırmızı halı bile olurum."

Louis bu durumda daha çok güldü. Fakat saniyeler sonunda gözlerinden akan yaşlarla gülüşü düştü ve yüzünü Harry'nin boynuna gömüp ağlamaya başladı. Her şey o kadar üst üste gelmişti ki, boğazına dizilen çakıl taşlarının acısını hissediyordu ve nefes alamıyor gibi bunalmıştı. Tam bir şeyleri yerine koyduğunu düşünürken teyzesi böyle bir durum yaşıyordu.

İsyan etmeyi sevmezdi.
Kendisine nefes almak için fırsat veren, her zaman umudun varolduğunu hatırlatan ve yeni bir gün veren Tanrıya hep şükran doluydu. Ama yaşadıklarını sürekli içine atmak, kimse tarafından anlaşılamamak kalbini yormuştu. Bu yüzden onu anlayan birinin kolları arasında ağlamak ve Harry tarafından sakince okşanmak onu bir nebze de olsun rahat hissettirmişti.

Belki de pes etseydi ve umudun olmadığını düşünseydi bu kollarda olamayacaktı bile. Ne zaman, nereden güzel bir şeyin veya iyi birinin çıkacağını bilemezdin.

Gitme saati yaklaşırken ikisi de hazırlanıyordu. Louis zaten bir sırt çantasıyla çıktığı için toplanması uzun sürmemişti. Harry de eşyalarını toplamış, üzerini giyiniyordu ama yüzüklerinden birinin olmadığını fark edince kaşlarını çattı.

"Lou?"

Telefondan başını kaldırıp, "Hm?" dedi. Harry hâlâ küçük yüzük kutusunu karıştırıyordu.

"Ya benim bir tane yüzüğüm vardı, ucunda gül şekli olan. Gördün mü onu?"

Louis muzip bir sırıtışla telefonuna dönerken, "Yoo, görmedim," dedi.

"Hay aksi ya... Düşürdüm kesin."

"Hı-hım," diye yanıtladı onu. Tam bu sırada telefonu çalmaya başladı. Zayn'in aradığını fark edince balkona çıktı ve yanıtlayarak kulağına götürdü. "Selam Zaynie."

"Louis, haberi bugün aldım. Teyzen için çok üzgünüm, geçmiş olsun."

"Teşekkür ederim kardeşim."

"Nasılsın?"

"Sanırım iyiyim, bilmiyorum. Birkaç saate Agra'da olurum muhtemelen. Sen nasılsın?"

Zayn kısık sesle, "İyi," dedi. Kendisine veda etmeden gittiği ve bu süreçte hiç aramadığı için biraz kırgındı. Zayn de kırıldığı için onu hiç aramamıştı. "Haber alabildin mi?"

"Arıyorum ama bana olan öfkelerinden açmıyorlar. Haberim yok hiçbir şeyden."

"Şerefsizler ya... Hayır sanki bir işi düzgün yapabiliyorlar da böyle triplere başladılar!"

"Tamam tamam, sakin ol. En azından hastanenin adresini attılar. Bu da iyidir." Zayn homurdanırken, "Patronunla aran nasıl?" diyerek konuyu değiştirdi. Onlar hakkında konuşmak bile sinirini bozuyordu.

"Aynı işte," diye mırıldandı. "Hâlâ maaşlar düşük ama çalışma saatleri fazla."

"İki buçuk yıldır çalışarak emek verdiniz oraya, hâlâ bir şeyler yapmıyor mu? Bir de iş saatlerini uzattı. İşe ihtiyacın olmasa çık diyeceğim. Şaka gibi..."

"Gıcık adam işte!"

"Lou, çıkalım hadi."

Bir an için Harry'ye bakıp başını salladı ve yine önüne döndü. "Zayn, şimdi kapatmalıyım. Ben gelince görüşürüz, tamam mı?"

"Olur, tamam. Dikkatli ol, görüşürüz."

Telefonu kapatıp huzursuzca içeriye girdi. Harry onu omuzlarından yakalayıp hafifçe sarsınca ikisi de güldü. "Ben seni böyle göndermeyi hiç istemiyorum, Lou. Teyzen iyi olacak, inan bana. Ramin Teyze hayatımda gördüğüm en güçlü kadınlardan biri!"

"Öyle mi diyorsun?"

"Tabii ki!" Telefonunu çıkarıp ekranını açtı ve numara kaydetmek için klavye kısmını açtı. "Bana teyzenin numarasını versene. Hatta şu kuzenlerinin de numarasını ver."

"Ya... Niye ki?"

"Sana ulaşamazsam onları aramak için tabii ki. Ne olur ne olmaz. Dur ya, hatta Bay Sobti'nin numarasını da ver!"

Louis itiraz edecek gibi olsa da sonuçta sevgilini başka bir ülkede bırakmanın kolay olmadığını biliyordu, bu yüzden söylenmek yerine istediği tüm telefon numaralarını verdi ve o da Joe'nun ve Gemma'nın numarasını aldı.

Eşyalarını toplayıp, otelden ayrılarak taksiye atladılar. Araba yolculuğunda Harry sıkıca onun elini tuttu, Louis de başını onun omzuna yasladı. Hava yağmıyordu ama gökyüzünde yağmur bulutları dolanıyordu.

Havaalanına geldiklerinde iki yana açılan kapıdan girip güvenlik tarafına ilerlediler. Eşyalarını hareket eden deri banda koyup teker teker dikdörtgen biçimindeki dedektörden geçtiler. Eşyalarını alır almaz da iç hatlara doğru ilerlediler.

Harry bir elinde pasaportunu, telefonunu ve bavulunun sapını tutuyordu. Bu rahatsız edici olsa da boştaki elinin Louis'nin parmakları arasında olması iyi hissetmesine neden oluyordu. Bunlar son dakikalarıydı.

İkisi de ayrı firmaların uçaklarında, ayrı zaman diliminde, farklı şehirlere gideceklerdi. Harry'nin gitmesine daha iki buçuk saat vardı. Louis'nin uçağı ise yarım saat sonra kalkacaktı.

Bu yüzden orta alanda durup birbirlerine döndüler. Elleri hâlâ birbirine kenetliyken Louis ağlamamak için direniyor, ayak ucuna bakıyordu. Harry onun elini bırakmadan, o eliyle uzanıp çenesini kaldırdı ve kendisiyle göz göze gelmesini sağladı. Onun da gözlerinin ıslak olması Louis'nin utanmasını engellemişti.

"Burada ayrılıyoruz."

Louis başını sallamaya çalışıp, "Öyle," diye mırıldandı.

"İki hafta sadece. Tamam mı?"

Yine başını sallayıp, "Tamam," diye onayladı.

Harry de başını sallayıp, bavulunu bırakarak elinin tersiyle gözlerini sildi. Bu hareketi sadece gözlerini daha çok kızartmıştı. "Veda değil bu. Tekrar bir araya gelmek için ayrılıyoruz."

"Tekrar bir araya gelmek için," diye onayladı. Mavi gözleri yaşlarıyla iyice parlayınca, Harry dayanamayıp sıkıca ona sarıldı. Louis de yüzünü onun boynuna gömüp, ellerini beline yerleştirerek tüm hayatı ona bağlıymışçasına sarıldı.

"Seni seviyorum Lou."

"Sonmuş gibi bana şunu söyleme." Sesi titriyordu. Harry buna buruk bir şekilde gülümseyip hafifçe ayrıldı ve hâlâ bir kolu onun etrafına sarılıydı. Telefon ekranını açıp saate baktığında yüzü iyice asılmadan onu kapattı.

"Zamanı geldi. İner inmez telefonunu aç ve bana haber ver. Hastaneye gidince de haber ver ki aklım sende kalmasın. Ayrıca kuzenlerin bir şey yaparsa benimle tehdit et, bulaşmasınlar sana."

Louis yaşlı gözleriyle gülerek, "Tamam," dedi ve uzanıp onu dudağından öptü. Geri çekildiğinde Harry her ne kadar daha fazlasını istese de kendine bunun bir veda olmadığını hatırlattı. Tüm zamanların öcünü alacağı günü şimdiden saymaya başlamıştı.

"Hoşça kal minik pandam." dedi bir öncekine göre daha neşeli bir sesle.

Louis'nin parmak uçları kendi avucundan ayrılırken, yamuk bir tebessüm verip, "Görüşmek üzere Lou," diyerek, Louis gözden kayboluncaya dek ardından baktı.

____

İki saat on beş dakikalık bir uçak yolculuğundan sonra yere ayak bastığında göğsünde büyük bir ağırlık vardı. Buna ek olarak kapalı olan hava, Agra şehrinde sağanak yağmura dönüşmüştü.

Sırt çantasıyla birlikte taksiye bindiğinde, şoföre adresi vererek sıkıntılı bir şekilde gökyüzüne baktı. Büyük bir boşluğa düşmüş gibi hissetti. Yanında Harry yoktu ki...

İner inmez bana haber ver dediğini hatırlayınca hemen onu aradı ama telefonu kapalıydı. Muhtemelen uçaktaydı. "İndim, hastaneye gidiyorum, sen ne yaptın?" diye mesaj atarak, telefonu kapatıp pantolonun cebine sıkıştırdı.

Verdiği adrese geldiğinde taksi parasını ödeyip, sırt çantasıyla sağanak yağmur altında koşturarak hastaneye girdi. Yol ve kapı arasında yirmi metre olduğu için ıslanmaktan kurtulamamıştı.

Danışma kısmına giderek bekledi. Arkasındaki iki kadınla gülüşerek konuşan kadının dikkatini çekemeyince, "Merhaba," dedi. Kadın da toparlanarak ona döndü. "Ramin Thakur için gelmiştim, nerede kalıyor?"

Kadın ekrana bakıp, birkaç saniye sonunda, "İkinci kat, soldan üçüncü kapı." diye yanıtladı.

Louis hemen asansöre ilerledi ama asansör henüz eksili katlardaydı. Bu yüzden merdivenleri kullanarak, nefes nefese kalmayı umursamadan ikinci kata ulaştı. Denilen kapıya ulaştığında bir kez tıklatıp hemen içeriye girdi. Ramin Teyzesini boylu boyunca uzanırken gördüğünde göğsündeki ağırlık ve yanma hissi şimdi boğazına ulaşmıştı.

"Beyefendi geldi nihayet."

Kuzeni Aryan öfkeyle üzerine gelirken bir adım gerilemek zorunda kaldı. Erkek kardeşi kolundan tutarak Aryan'ı geri çekmeye çalışıyordu. Aryan uzun boylu ve iri yapılı bir adamdı. Teni fazla esmerdi, saçları parlak siyah renkteydi ve garip bir şekilde Hindistan'ın yakışıklı erkek tabirine uyuyordu.

"Ne diye geldin?" diye tısladı. Sesini kısık tutmaya çalışıyor olsa da bağırır gibiydi.

"Ne demek niye geldin? Teyzem bu durumdayken ne yapmamı bekliyordun?"

"Öyle mi? Onu bırakıp giden ben miydim, ha?"

"Onu bırakıp gitmedim, ben bir şey yapmadım Aryan. Dün de beni suçladın sadece. Durumu uzatma da çekil, teyzemi göreyim."

Aryan sinirle güldü. "Hiçbir şey yapmadın, evet. Teyzeni çocuklarla tek başına bırakıp hiçbir izin almadan defolup gittin."

Louis ona birçok şey anlatabilirdi. Siz gezerken ben çalışıyordum diyebilirdi ama bir değişiklik olmayacağını biliyordu. "Çekil önümden Aryan."

"Çekilmiyorum. Hiçbir şeyi hak etmiyorsun. Evden kaçar gibi bir herifin koynuna ben atladım sonuçta! Kim bilir neler yaptınız, nasıl sürttün oralarda!"

Yanağına Louis'den sert bir tokat yediğinde kızgın bir boğa gibi üzerine yürümek istedi. Louis korkusuzca karşısında dikilirken Aryan'ı erkek kardeşi tutmuştu.

"Bunun bedelini ödeyeceksin, Louis."

Küçümseyici bir bakış attı. "Pis İngiliz diye söylen de köşene gidip ağla, salak."

Aryan hırlayınca Louis dik dik ona bakmakla yetindi. Kuduz köpeğe dokunmazsan güvendesindir.

"Louis?" Ramin Teyzenin sesiyle kendine gelip, sırtındaki çantayı yere fırlatarak yanına gitti ama ellerini yıkamadığını fark edip, hemen odanın banyosuna girdi ve ellerini yıkayıp kuruladı. Onu, bu kadar hassas durumdayken, kirli elleriyle kucaklayamazdı.

Çöpünü attıktan hemen sonra, kendisini gülümseyerek ve yorgun gözlerle bekleyen teyzesinin yanına oturdu, onun elini avuçlarına aldı.

"Teyze... Bağırdığım için üzgünüm, seni uyandırmak istemedim."

Ramin Teyze başını sağa sola sallayıp oğullarına baktı. "Çıkın siz, biraz yeğenimle konuşacağım."

Gitmekte kararsız olan ikili, Aryan'ın sinirlenmesi üzerine dışarı çıktı. Louis bu süreçte sadece teyzesine bakıyor ve elini okşuyordu.

"Nasıl oldu bu teyze?" diye sordu tamamen yalnız kalınca.

"Raj ve Janbi bendeydi. Ama pazara da gitmem gerekiyordu. Dün de hava bir sıcaktı ki sorma... Çocukları bırakacak kimse yoktu, güvendiğim komşular da pazara gitmişti. Mecburen çocuklarla gidince tutamadım onları, başım döndü. Eve gelince sol göğsümden sırtıma doğru bir ağrı girdi, sonra da sol kolumda bir uyuşukluk oldu. Öyle işte..."

Dehşet içinde onu dinliyordu. Louis evde olmadığı hâlde çocukları bıraktıkları yetmemiş, yaşlı kadının pazara onlarla gitmesine neden olmuşlardı. "Nasılsın şimdi?"

"İyiyim. Sitit mi ne, öyle bir şey takmışlar."

"Ha... Stent mi?"

"Evet evet, ondan. Damar tıkanıklığı dedi doktor. Hoş, ben de pek kilolu değildim ama bu yaşlarda görülüyormuş işte... Yarın sabah çıkaracaklarmış beni. Eh, elli sekiz yaşındayım, çürüyorum sonuçta."

Teyzesinin neşeli söylenmesine karşılık gülse bile gözleri istemeden doldu. Göğsündeki ağırlık onu yiyip bitiren bir kurt gibiydi. "Özür dilerim," dedi titreyen sesiyle. "Seni yalnız bırakmamalıydım."

"Ne özürü Lou'm? Bir şey yapmadın ki!"

"A-ama Harry'le gitmeseydim, evde kalsaydım, çocuklara baksaydım ve senin için o pazar alışverişini ben yapsaydım bunların hiçbiri olmayacaktı."

"İyi ki gittin," diye gülümseyerek Louis'nin yaşlı gözlerini irice açmasını sağladı. "İyi ki Harry'le gittin. Seni her aradığımda sesin hep neşeli geliyordu. Hep mutluydun. Meğer benim yanımda ne çok içine kapanmışsın sen..."

"Teyze-"

"Dur dur, hemen endişelenme. Altı yıl önce eşimi kaybettiğimde Jay hep benimle kaldı. Annen bana destek oldu ama sen, hepimize destek oldun. Okuldan ayrılmıştın, işlerde çalıştın, çocuklara baktın... Hep yükümüzü azaltmak için uğraştın, hiç kimseye de ezdirmedin kendini. Buna rağmen kız kardeşimin vefatından sonra iyice içine gömüldün. Seninle konuşmak istesem de hep uzaklaştırırdın beni, huyunu bildiğimden çok ses de çıkarmazdım çünkü sana ne yapsam iyi gelir diye bir yol bilmezdim. Kız kardeşimin yerini alamayacağımı da biliyordum. Ve tüm bu şeylerden sonra Harry sana öyle iyi gelmiş ki, şu an bile üzgün olduğunu bilmeme rağmen gözlerindeki o canlı parıltıyı alabiliyorum."

Louis artık boynuna doğru süzülen yaşları silmekle uğraşamazken, hayranlıkla teyzesine sabitledi bakışlarını. "Böyle mi düşünüyorsun sahiden? A-Aryan'ın dediği gibi değil mi?"

"Ah, sen ona aldırma. Her zamanki Aryan işte, suçlayacak birini illâ ki bulur. Beni bilirsin, böyle güzel şeyleri demekten hiç anlamam. Ameliyatın yan etkisi diye içimi açabildim herhalde, ne bileyim..."

Louis istemeden güldü ve eğilerek, yükünü ona fazla vermeden göğsüne uzandı. Ramin Teyze de gülümseyip saçlarını okşadı. "İyi ki varsın teyze."

"Söylesene. Çok mu seviyorsun sen şu çocuğu? Ama bak sakın itiraz etme, anlarım ben."

"Çok seviyorum. Aşığım." Beni İngiltere'ye götürmek istiyor diyecekken kendini tuttu. Sonuçta Harry bunu söyleme konusunda çok hevesliydi, onu bekleyecekti. Bu kadarını biliyor olması teyzesi için yeterdi.

Continue Reading

You'll Also Like

15.5K 1.3K 11
Alara canı sıkıldığını için bir numara sallar ve yazar ama bir sorun vardı. Salladığı numara seri katil olan barın kılıç atasoy'du...
3.9K 610 10
elimdeki topu henüz karşımdaki çocuğa atmamışken, gözlerimi gözlerinden çekmemişken, diğer kulüpler hakkında hiçbir şey bilmezken ve en önemlisi ben...
735K 9.4K 25
Eğer Tanrı bir insan olsaydı kesinlikle o olurdu
1.3M 21.5K 34
Anonim: Her neyse bundan kimseye bahsetme. @Harry: Oyunun kurallarına uyduğun sürece neden bahsedeyim ki Anonim: Kurallara uymazsam tüm okula söylece...