In India | Larry ✔

Від missingsound

36.7K 4.3K 13.9K

Fotoğraf çekimi için Hindistan'a giden Harry, fotoğraf çekerken birinin hırsızlık yaptığına tanık olup peşine... Більше

Holi Fest
Phew...
Rainy Night
In Taxi
Tac Mahal
Embarrassed
Hi, are you busy?
Message
Sorry, sir!
Planet Motorcycle
Peach Prince
Drunk
Ganges River
Hi, my dear family!
I don't deserve you.
Tickets
I love someone.
Gulab Jamun
Final

News

2K 196 746
Від missingsound

Hai, çok düzenleme fırsatım yoktu, şimdiden kusurlarım için özür dilerim. ♡

- -

Louis 27 yıllık hayatı boyunca derdini yalnızca kendi içinde yaşayan bir insan olmuştu. Öyle ki sevdiği insanları kaybettiğinde bile insanlara gösterdiği tavırlar bayık bakışlar ve içindeki tüm hüznü göstermemek için alaya vurmak veya aksi davranmaktı. Böylece insanlar ondan uzak kalabiliyor ve Louis'yi istediği yalnızlığıyla baş başa bırakıyorlardı. Bu kayıplarla başa çıkabileceğini inandığı kadar güçlüydü ve güçlü olmak için de içindeki sıkıntıları hep orada, gizli kutuda tutmaya devam etmişti. Aksi olursa başa çıkmanın zor olacağını düşünüyordu.

11 yıl boyunca kaldığı İngiltere'den çıkıp, babasını kaybetmesinin hemen ardından yalnızca tatillerde geldiği Hindistan'da kendini bulmayı hiç düşünmemişti. Yeni insanlar, yeni bir hayat ve tüm düzenin bozulmasıyla parlak olan derslerin aniden düşüşe geçmesi hayat planları arasında yoktu ve ne yazık ki hayata karşı planlı olmaması gerektiğini henüz ergenliğe girmeden önceki bu zaman diliminde değil; annesini de kaybettiğinde anlamıştı. Eğer önceden anlamış olsaydı belki de bununla başa çıkmak çok çok daha kolay olabilirdi.

Babasını kaybettikten sonra annesine olan düşkünlüğü ve annesinin en ufak bir öksürüğünde bile tüm ilgisini önüne seren bir evlat oluşu, ona yıllar içinde hem derdini içinde yaşamayı hem de kendi ayakları üzerinde durmayı öğretmişti. Annesinin yorgunluğuna dayanamayıp lisedeyken derslere olan ilgisi tamamen bitmişti, çünkü onlara ilgi gösterse annesine bebekler gibi bakamıyordu. Bu yüzden liseden sonra en yakın dostu Zayn'le oldukça radikal bir karar verip hayata atılmayı tercih etmişti; böylece annesinin çalışmasına ve yorulmasına gerek kalmayacaktı.

Fakat bir gün ufak öksürüğünden bile ürktüğü annesinin daha büyük öksürükler çıkardığını duyduğunda doktora gitmekte gecikmedi. Sonra zaten dünyası başına yıkıldı çünkü annesi o ince hastalıklardan birine tutulmuştu.

Elinden gelenin en iyisini yaptı. Annesinin yanında güçlü durdu. Çalıştı. Beğenmediği işlerden çıktı. Sürekli iş baktı. Kuzenlerinin çocukları 2 yaşında olduklarında tüm sorumluluklarını üstlenmeyi kabul etti yoksa kuzenlerinin evin içine huzursuzluk vereceklerini ve hem Ramin Teyzeyi hem de annesini üzeceklerini biliyordu.

Ama hayata tutunması için çabaladığı annesini yalnıza bir buçuk sene sonunda toprağa koyduğunda hayatın gerçeklerini acı acıya tecrübe edinmişti. 11 yaşından 25 yaşına kadar annesiyle yanında kaldığı Ramin Teyzenin etrafında artık kendini bir yabancı gibi hissediyordu çünkü sanki onları birbirine bağlayan annesiymiş ve o gittiği için hiçbir ortak noktaları kalmamış gibi hissediyordu.

Ramin Teyze herkese kolay kolay şefkat gösterebilen biri hiç olmamıştı; insanlarla onların veya kendinin dertleri hakkında pek konuşmazdı, bilmediği konular hakkında düşüncesizce fikirleri olabiliyordu, sertti ve dediğim dedik bir kadındı. Bu yüzdendi belki de, Louis ondan annesinden gördüğü öfkedeki bir anne tadını bile alamamıştı. Onu sevmediğinden değildi, artık herkese karşı yabancı olduğundan meydana geliyordu bu çekingenliği. Yanında onu evdeymiş gibi hissettiren kimse kalmamıştı.

Yakınındaki kimse ona bu olanlardan sonra "Nasılsın?" demedi çünkü Louis'nin kendilerini uzaklaştırdığını bilirlerdi. Zayn bile birkaç deneme sonunda başarısız olunca geri çekilmişti. Açıkçası, Louis kimseye ihtiyaç duymamıştı içindeki üzüntüyü yaşarken.

Sonra Harry çıktı. Asıl dönüm noktası şeftali çaldığı o kutsal gündü. Harry gerçekten kibar, düşünceli ve duyarlı, çok çok duyarlı; aslına bakarsanız aşırı duyarlı bir insandı. Sigara izmaritine basıp onu çöpe atacak kadar! Anlayışlı olması yüzündendir ki hırsızlık yaptığını düşünüp onun tarafından yakaladığında Harry'nin bir suçluya bile şefkatli yaklaşması Louis'yi bir anlığına bozguna uğratmıştı. Böyle bir şey hiç beklememişti.

Gözleri hayatında gördüğü en güzel yeşil renk tonuna sahipti ve merhametle onun gibi hırsız birine yaklaşıyordu. Harry -her ne kadar unutmuş olsa da- sırf Louis özür dileyecek olduğundan ona yemek ısmarlama sözü vermişti. Aslında en başta durumu olmadığı düşündüğü içindi ama bu bile Louis'nin ona hayran olmasına yeterdi.

Harry, otel odasında ona iyi bir ziyafet verip Louis'yi kendine iyice bağladığından bihaberdi. Aslında, onu yakalayıp yüzündeki peçeyi indirdiğinde de Louis'ye kendisinin tutulduğundan bihaberdi.

Sonra işler iyice çığırından çıkmıştı çünkü birbirlerine olan hisleri ikisi için de dolup taşan farklı simyayla ilgiliydi. Kendilerini bir şekilde ayrılacaklarmış ve bir daha asla karşılaşmayacaklarmış gibi hissettikleri o Tac Mahal gezisi gününden hemen sonra; tam isabetli bisiklet kazası ve yeniden bir araya gelmeleri basit bir tesadüften daha fazlasıydı.

Ve şimdi neredeydi? Harry'nin kolları arasında.

Ramin Teyze evlenmeden böyle bir şeye kalkıştığını öğrense kolundaki tüm 3 rupilik bilezikleri Louis'nin boğazına dizebilirdi ama Louis tavana bakarken sadece gülüyordu. Tamam, sadece sırıtmıyordu, ayrıca parmaklarını Harry'nin kıvırcık tutamları arasında ve diğer parmaklarını da tüm o şey boyunca yaptığı çizikler üzerinde gezdiriyordu.

Bakın, Louis kendini depresyona sokmakta ustaydı. Bunun profesörüydü. Üzerinde binlerce tezi de vardı -tamam, absürt bir şaka sadece- ama anladınız, gerçekten işinin ehliydi.

Depresyondan çıkışı da uzun sürmezdi ve dünkü depresyona girme faciası Harry tarafından alınan şımartıcı iltifatlar olunca Louis Harry'nin de yükselmiş libidosuna karşı koyamayıp onu kabul etmişti. Ya da bir nevi onu yükselten de kendisiydi ama bu istemeden olmuştu; ne yapsaydı? Herif kendisine kedi falan dedi, mrr!

Bu onun için o kadar yeniydi ki, hem teyzesinin hoş görmediği bir şeyi yaptığından biraz pişman olmuş hem utanmış hem de mutlu olmuştu. Karışıktı çünkü çevresinden böyle şeyler hiç görüp duymazdı. Tamam, bir yanı İngiltere'nin Doncaster'ına aitti ama büyük bir bölümü artık Hindistanlı'ydı ve burada böyle şeyler görmek zordu. Tüm bu karmaşıklığı hissetmesi basitçe normaldi...

Neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmiyordu. Açıkçası şu an düşünebildiği tek şey Harry'nin dün gece de en az normal zaman diliminde olduğu kadar kibar oluşuydu. Tüm o şey boyunca Louis'nin, o hep saklamak istediği kalçalarındaki ince ve parlak çizgilere öpücükler kondurmuştu. Öyle ki, Louis utançtan ölmek üzere olduğu anlarda bile, o ince çizgileri sanki sunulan bir sanat eseriymiş gibi yakından incelemiş, utançtan başını diğer yana yatırmış adama bakışlarını çevirip "Sana çok yaşıyorlar," diye fısıldamıştı. Sonra da parmaklarıyla üzerinden geçip nahif öpücüklerine devam etmişti ve öpülmedik bir yanını bırakmamıştı. Bunda kesinlikle abartmıyordu.

Louis tüm bu olanlara inanamıyordu. Evet, doğru kelime buydu. Kısa sürede aşık olmayı, biriyle evinden uzakta bir yerlere gitmeyi, onu öpmeyi, evlilik teklifini ve İngiltere'ye gitme hayallerini beklemiyordu. Bu inanılmaz değil de neydi ki?

Biraz da çılgınlıktı. Bu şeyler ona yaşayamadığı gençliğinin heyecanını tam kalbinde hissettiriyordu. Adrenalin hücrelerinde gibiydi. Kısacık zaman diliminde birbirlerine bağlandıklarını ve âşık olduklarını biliyordu. Harry evlenmek istiyordu çünkü Louis'yi ancak evlenirse sürekli yanında tutabilecekti, onu Hindistan'da bırakmak istemiyordu.

Louis kesinlikle önce Harry'le Agra'ya dönmeli, her şeyi anlatmalı, teyzesinden onay almalı -evlenecekse okeydi- İngiltere'ye gidip onun da ailesini yakından tanımalıydı; hatta Chopstick'i ve hatta komşularını, arkadaşlarını ve hatta ev adreslerini! Bunlar tatlı bir sürece benziyordu.

Mutlu olmaya adım atmalı, artık o içindeki üzüntü sandukasından mutsuzluğunu çıkarıp onu mutlulukla biraz kucaklamalıydı. Yoksa sandıkta duran her şey küflenirdi, biraz mutsuzluğuna da ilgi göstermeliydi.

İşte her şey o kadar güzel ve toz pembeydi ki; hayata karşı plan yaptığını anlayamadı bile...

Tam o sırada eli altındaki başın kıpırdamasıyla hemen gülümsedi. Kirpikleri titreyerek aralandı ve gözleri buluştuğunda Louis, göğüs kafesinden açıkça gürleme yankıları duymaya başladı. "Günaydın, Lou."

"Günaydın yeşil!"

Harry uykulu bir sesle gülümsedi. Gamzesi belirince Louis heyecanla onu izlemeye devam etti çünkü yaşadıkları her şeyi gözleri önünden geçirip duruyordu.

Harry dirseklerini onun iki yanına yerleştirip üst bedenini onu görebilecek şekilde kaldırdı. Altında küçücük kalmış beden ve alt dudağını ısırıp hevesle kendine bakan mavi gözler genzinden bir uykulu gülücük daha kaçırmasına neden oldu.

"Çok enerjik görünüyorsun."

"Ben mi? Bilmem ki..."

"Öylesin. Ağrın yoktur umarım, iyi misin?"

Ellerini onun omuzlarına yerleştirip, baş parmaklarıyla ensesini okşayarak gülümsedi. Tülün ardından sızan sabah güneşi Harry'nin yüzüne vuruyor ve gözlerini açık bal rengine çeviriyordu. "İyiyim. Çok düşüncelisin..."

"Tüm bu olan şeyler-" Sırıttı. "Nasıldı?"

"Bu... Hayal etmemin de ötesindeydi." Alt dudağını ısırıp kocaman gülüşünü saklamaya çalıştı. Harry de sağ elinin baş parmağıyla onun kirpiğinin kenarını okşuyordu. "Daha önce hiç hissetmediğim ve asla yaşamadığım şeylerdi."

"Vay canına..." diye fısıldarken ses tonunda büyük bir memnuniyet ve heves gizliydi.

"Peki ya sen?" diye sordu tereddütle.

"Şöyle diyeyim, bana vaktıkça deliye döndüm. Rüyalarımda bile yaptıklarımızı görüyordum," diyerek Louis'nin gülmesine neden oldu. Beğenmezse tokadı basıp buradan kaçacağından emindi.

"Gece beni uyandırmandan belliydi." Ama tabii ki sadece bu, onun beğendiğini göstermezdi. Sözel olarak ifade etmesi Louis'yi memnun etmiş ve özgüvenini artırmıştı.

"Yoksa seni uyandırmamdan şikâyetçi misin?" diyerek oyunbaz bir tavırla kaşını kaldırınca Louis'nin dudaklarından yeni bir kahkaha döküldü. "Bilmem, şikâyet etmeli miyim?"

"Hakkın yok," diye itiraz etti. "Benden daha fazla eğleniyordun."

Louis tek kaşını kaldırıp gözlerini kıstı. "Yani sen az eğleniyordun, öyle mi?"

Harry'nin gözleri irice açıldı. "Saçmalama!" diye bağırarak Louis'nin yarı güler, yarı surat buruşturur bir ifadeyle başını yana çevirmesine neden oldu ama korkmuştu bir kere. "BEN AŞIRI İYİ HİSSEDİYORDUM!"

"Tamam ya ne bağırıyorsun sabah sabah, beynim uğuldadı."

"Pardon," diye duruldu. Yüzünü onun boynuna gömünce Louis yeniden gülüp onun başının etrafına sarıldı. Harry'nin öpücükleri boynunda ve omzunda geziniyordu. "İnanılmazsın," diye fısıldadı. "Aklımı başımdan aldın benim."

Harry başını kaldırıp bir müddet onu izledi. Gözlerindeki parıltı içini titretiyordu. Louis'ye eğildi, onun kokusunu içine çekerek dudaklarını öptüğünde Louis'nin kolları hemen onun boynuna dolanmıştı bile. Harry onun için tamamen doluydu, böylece kahvaltıdan önce Louis'nin enerjik bedeni yeni bir yorgunlukla daha kapanmıştı.

Yaklaşık yarım saat sonra toparlanmayı başarmış Harry oda servisini aradı ve kahvaltı için bir şeyler istedi. Bu sırada hem konuşuyor, hem de Louis'nin dudaklarını ve çenesini okşuyordu. Dişleri tarafından eziyet gören Louis'nin alt dudağı, kocaman gülmemek için kıstırıldığını belli ediyordu. O kadar heyecanlıydı ki...

"Birlikte duş alalım mı?" diye önerdi telefonu kapatınca. Louis sanki birbirlerini hiç çıplak görmemiş gibi utanmıştı ama bunun saçma olacağını biliyordu, bu yüzden pespembe yanaklarla bunu kabul etti.

Harry banyoya geçti ve gider yerine tıpasını koyup mermer küvetin sıcak suyla dolmasına izin verdi. Otelden verilen küçük şişede portakal çiçeği kokulu bir şampuan vardı. Bunu açıp, içine dökerek suyun köpürmesini sağladı. Tatlı koku hemen kendini ele verdi.

Bu sırada Louis dağınık yatağı içinde hayalperest bakışlarla içini görebildiği banyoyu izliyor, Harry'nin ara sıra ona dönüp kur yapar gibi göz kırpışına kıkırdıyordu.

Oda servisi gelince Harry kapıyı azıcık açık bıraktı ve tepsiyi alıp teşekkür etti. Kapıyı kapatmadan önce "Rahatsız etmeyin." yazılı küçük kartonun hâlâ kapı kulpunda olduğunu gördü ve kapıyı kapattı. Böylece temizlik için görevliler gelmeyecekti.

"Önce kahvaltı mı etmek istersin yoksa duş mu alalım?" diye sordu tepsiyi masaya bırakırken. Her çeşit kahvaltılıktan vardı, porselen fincanlarla uyumlu porselen demlikten buhar çıkıyordu ama Louis rahat hissetmiyordu. "Önce duş alalım."

Harry memnuniyetle kabul etti ve kullanılmamış temiz havluyu küçük porselen demliğe sardı. Böylece içindeki çay sıcak kalacaktı.

İkisi küvetin içine karşılıklı oturarak girdi. En sevdiği filmler ve şarkılar hakkında sohbet ettiler. Harry aksiyon filmlerine bayıldığını söyledi. Louis de ona macera filmlerine bayıldığını anlattı.

Louis Sia'nın şarkılarını, özellikle Never Give Up'ı severdi. Harry bunu, Tac Mahal'e giderken bağıra çağıra söylemesinden anlamıştı zaten, o ânı hatırlayınca da sırıttı. Harry ise her türlü şarkıyı dinlerdi, ayırt etmiyordu.

"Chopstick çok tatlı, onu satın mı aldın?" diye merakla sordu. Köpeğin tüylerinin yumuşacık olduğunu görmüştü ve sağlıklıydı da, Harry'nin ona bebek gibi baktığı belliydi.

"Yan komşumuz Bay McClay'a torunları aldı, çünkü onun yalnız kalmasını istemiyorlardı. Ama tabii ki yaşlı adamın en başta bir köpeğe değil, bir insana ihtiyacı vardı. Onu hiç yalnız bırakmadım. Her gün yanına uğrar ve ihtiyaçlarını sorardım. Chopstick'le ilgilenmeye de bayılıyordum. Gün geçtikçe Bay McClay alzheimera tutuldu. Bu süreçte köpeğine de bakamıyordu, bana güvendiğinden onu vermek zorunda kaldı. Ben de seve seve kabul ettim. Chopstick beni hiç yabancı karşılamadı bile."

"Ya... Peki ona ne oldu?"

"Çocukları huzur evine bıraktılar. Bakamayacak kadar meşgullermiş," diye iç çekti. "İngiltere'ye gidince ona uğramalıyız. Tanısan çok seversin."

Louis suyun içinde hevesle dik konuma geçti. "Çok isterim!"

Harry onun burnunu dürtüp gülmesine neden oldu. "Sana bugün fotoğraf çekmeyi öğreteceğim. Ne dersin?"

"Cidden mi!"

"Evet. Bir obje bulalım ve nasıl çekiliyormuş göstereyim."

"Ama ben senin fotoğrafını çekmek istiyorum." Kendine doğru çektiği dizlerine çenesini yaslayıp dudak büzünce Harry utangaç bir tebessüm verdi. "Yüzünü izlemeye bayılıyorum Hazz."

"Tamam ya, şey yaparız, onu da yaparız," diyerek ensesini ovdu, gülümseyerek gözlerini kaçırdı. O genelde fotoğraf çeken taraftı, fotoğrafı çekilen hiç olmamıştı ve fotoğrafları seven biri olarak buna heyecanlanmıştı.

"Yaaa!" Louis kahkaha atarak onun üzerine atlayınca, köpüklü suyun birazı fayanslara döküldü. Üzerinde olduğundan başı biraz yukarıdaydı. Harry de gülerek onun kıvrımlı ve ıslak belini sarıp burnunu onunkine sürttü. "Sen utandın!"

"Hayır utanmadım."

"Evet utandın!"

"Hayır."

"Evet!"

"Hayır."

"YA EVET!"

Harry gülmeye başlayınca onun boynuna daha çok sarıldı. "Tamam, biraz."

"Hayır, çok!" Harry'nin dudaklarına kısa ama büyük bir öpücük kondurarak onu güldürdü. Gözleri kısılmış ve gamzeleri belirmişti. "Çok tatlısın Gulab Jamun, seni nasıl fotoğrafa almam?"

"Şimdi de Gulab Jamun olduk iyi mi?"

"Evet, en sevdiğim tatlı ya çünkü."

"He en sevdiğin tatlı, peki madem. O zaman kabul."

Harry alayla kaşlarını kaldırınca parmağıyla onun gamzesini okşadı. "Ya dalga geçme. Teyzem nefret ediyor diye o tatlıyı evde yiyemiyorum. Tıpkı şeftali alerjisi yüzünden olduğu gibi. Gerçekten sorunlu bir aileyiz..."

Harry gülerek onun çenesini öptü. "Sen benim Şeftali Prensimsin, sorunlu falan değilsin."

"Ya şunu deyip durma!" diye söylense de o da gülüşüne engel olamıyordu. "Yakında şeftaliden soğuyacağım."

"Niye?" diye sırıttı. "Artık ikimiz de yenilebilir bir lakaba sahibiz. Sayende favori meyvem o."

"Daha fazla ben utanmadan yıkanıp çıksak iyi olur."

Harry küvetin tıpasını açıp suların süzülmesine izin verdi. Üzerindeki yanık tenli adamın vücudundan usul usul sular eriyip giderken, gözlerinde kaybolduğu mavilere bakıp gülümsüyordu. Bir elini kaldırıp elmacık kemiği üzerinden geçti. Louis hala ona sarılmaya devam ediyor, doyumsuzca izliyordu.

Duşlarını alıp, havluya sarılarak odaya geçtiler. Louis keten krem rengi bir gömlek giydi, altına da dizine kadar ulaşan siyah bir kot şort giydi. Harry de buz mavisi tişörtünü, siyah eşofman şortunu ve lacivert kapüşonlu hırkasını giydi. Birlikte kahvaltı edip, dişlerini fırçalayarak otelden ayrıldılar. Harry fotoğraf makinesi için gerekli olan her şeyi sırt çantasına koymuştu.

Yan yana yürürken, elini Louis'nin avucuna yerleştirip parmaklarını sıkı sıkıya kenetledi. Louis heyecanla alt dudağını ısırırken, gözlerini kaldırıp, kendisine kocaman gülümseyen adama baktı. "Yanakların kiraz kadar kırmızı," diye güldü.

"Beni heyecanlandıran şeyler yaptığından olabilir." Etrafa bakındı. "Şimdi nereye gidiyoruz?"

Harry baş parmağıyla onu eli üzerini okşuyordu konuşurken. "Fotoğraf çekmeyi öğreteceğim sana, unuttun mu?"

"Tamam ama bunu sonra da yapabiliriz. Fotoğrafını çekmen gereken bir sürü yer var Bengaluru'da."

"Oralar genelde tarihi yerler, bunun çaresine sonra bakarım. Sana bir iki saatimi ayırsam yeter."

Louis omuz silkti. Bu sırada telefonu çalınca ekranına baktı ama kuzeninin aradığını görünce gözlerini devirip aramayı reddetti.

"Neden açmadın?"

"Meraktan arıyor kesin. Teyzemden aldığı haberler yetmemiştir ona.  Eminim diğer kuzenim ve eşleri de yanlarında duruyordur."

Harry anladığını belirtecek şekilde başını salladı. Navigasyon yardımıyla Cubbon adında bir parka gelmişlerdi. Her yer ormanı andırıyordu. Yürüyüş yolu vardı ama etrafta kimse gözükmüyordu.

Sırt çantasını çıkarıp dikdörtgen biçimindeki küçük fotoğraf makinesinin askısını Louis'nin boynundan geçirdi. Kendi fotoğraf makinesi biraz daha büyüktü, onunla daha sonra öğretecekti.

Louis heves ve merakla elindeki makineyi incelerken arkasına geçip elleri arasındaki makineyi, onun ellerini tutarak kavradı. Louis, yanağının yanındaki adam bakıp gülümserken Harry makineyi anlatmaya odaklanmıştı.

"Bu küçük düğme denklanşördür. Ona bastığımızda kamera açılır. Bas bakayım."

Louis dediğini yapınca kamera camının önündeki küçük engel kalktı.

"Heh, şimdi gözünü şu küçük cama eğdiğinde etrafı görebileceksin. Ayrıca denklanşöre basıp fotoğraf çekebilirsin."

Louis sıkılgan bir nefes verip arkasında duran bedene yaslandı ve başını kaldırıp ona dudak büzdü. "Hazz, bu kadarını biliyorum. Bana güzel fotoğraf çekmeyi öğret!"

"Sabırlı olan prens, ona geliyoruz." Etrafa bakındı. Büyük bir çınar ağacı vardı ve yaprakları arasından güneş sızıyordu. "Bak, şurayı çekelim."

"Ama senin fotoğrafını çekmek istiyorum ben."

Sırıttı. "Önce biraz alıştırma yapmalısın bebeğim."

Louis çınar ağacına makineyi çevirip bekledi. Biraz yukarıya tuttupu için ışık neredeyse tüm kadrajı dolduruyordu. "Of... Işıktan hiçbir şey gözükmüyor ki."

"Çok yukarıya kaldırdın. Yavaşça aşağıya indir ve doğru ışığı yakala. Kontrast olsun biraz."

Louis ona ukalaca bir bakış atıp fotoğrafı çekti. "Fotoğrafça konuşmazsan sevinirim."

"Pardon," diye gülerek fotoğrafa baktı. "Evet, güzel. Biraz daha deneyelim. Sonra beni çekersin."

Birkaç kez daha fotoğraf çekti. Alıştığını, ışık ayarını ve ânı yakalamayı başardığını fark etti. "Hadi minik pandam, senin fotoğrafını çekeceğim şimdi!" diyerek Harry'nin kahkaha atmasına neden oldu.

"Neyin neyiin?"

"Minik pandam!"

Harry, aralarında bir karış boy olan adamın burnunu dürtünce bu kez Louis'den tatlı bir kıkırtı kazandı. "Minik bir panda yerine ateşli kaplanı tercih ederim."

Louis ona inanamazca baktı. "O ne ya, elli yaş üstü amcaların kullandığı isimler gibi!"

"Tamam tamam. Nasıl poz vereyim?"

"Çıplak çekimlerden olabilir, neden otele geçmiyoruz?" diye sırıtarak, Harry'nin iyice utanmasına neden oldu. Zaten poz vermeye pek hevesli değildi, sırf Louis istiyor diye kabul etmişti.

"Fazla oyalanma yoksa bunu da kabul etmem."

"Ha-ha! Asıl Şeftali Prens sensin, surata bak!" diye gülmeye başladığında Harry de zar zor gülüşünü tutmaya çalışıyordu.

Sonra poz vermeye başladı. Daha doğrusu poz vermeye çalışmakla yetindi çünkü elini kolunu nereye koyacağını bilemiyordu. Bazen ellerini belinin iki yanına koyup uzaklara bakıyor, bazen de kendi haline gülüyordu ve Louis de o gülerken onu çekmeyi başarıyordu. Öyle sevimli görünüyordu ki Louis ona daha çok hayran kalıyordu.

Çekimden sonra birlikte banklardan birine oturup sessizce etrafı izlediler. Harry, onun parmaklarını elinde hissederek Louis'ye döndü. "Harry..."

"Efendim?"

"Bana âşık olduğunu ya da hoşlandığını ilk ne zaman anladın?"

Merakla açılan iri mavi gözleri ve heyecanla dolgun alt dudağını ısırması üzerine Harry gülüşüne engel olamadı. Uzanıp burnunu öptü ve Louis'nin ısırdığı alt dudağıyla utangaç bir tebessüm vermesine neden oldu.

"Seni yakaladığım gün, yüzündeki örtüyü indirdiğim anda seni çok beğenmiştim." Kolunu onun arkasına atıp biraz daha Louis'ye yaklaştı. "Fotoğraf makinemi getirdiğin gece gamzeme dokunduğunda senden çok hoşlandığımı hissettim. Ama sana âşık olmaya başladığım ilk an, güvenlikten kaçarken duvar arasına sıkıştığımız andı. Gözlerinde kaybolmak, sana sarılmak ve seni öpmek istemiştim."

Louis alt dudağını dişlerinden kurtarıp iç çekti. "Cidden mi?"

"Cidden." Çocuksu bir neşeyle gülümsediğini fark edince bu sevimli surata dayanamayıp yanağını okşadı. Dudaklarına uzanırken, Louis'nin heyecanla nefesini tuttuğunu fark ederek dudaklarını kendisiyle kapattı. Geriye çekildiğinde Louis'nin mutlulukla pembe olmuş yanakları, Harry'nin gördüğü en güzel renkti.

"Peki ya sen?"

"Fotoğraf makineni getirdiğim gece bana ilk kez gülümsediğinde seni beğenmiştim. Kızınca çok fena oluyordun," diyerek Harry'yi güldürdü. "Sonra yağmur altında beni aldığın gün senden çok hoşlandım. Çok yardımsever ve ilgiliydin. Aşık olduğumu ise bisikletle çarpıştığımız gün anladım. Yaramı sararken çok dikkatliydin, senin hakkında duygularımı söylediğimde de çok naziktin. Tıpkı hep olduğun gibi... Ve- ve ben de sürekli kolların arasında olmak istedim."

Harry şefkatle gülümseyip, yine ona doğru yönelerek, dudaklarını onun kokusunu içine çekerek öptü. Bir an için sadece dudaklarını ayırdığında, "Benim için çok özelsin," diye fısıldadı. "Sana çok âşık oluyorum, öyle böyle değil. Bir baksan yetiyor sana daha fazla tutulmama."

Louis titrek bir nefes çekip ellerini onun ensesine yerleştirdi, alınları birbirine yaslıydı. "Seni çok seviyorum Hazz."

"Ben de seni seviyorum, Boo Bear."

Louis'nin gülmesine neden olunca keyifle dudaklarından yakaladı onu. Bir süre daha öpücüğün tadını çıkarıp, kimsenin uğramadığı parktan ayrıldılar. Tarihi yerleri gezerlerken Louis de ilk kez geldiği için hevesli ve meraklıydı. Harry'nin, kendi fotoğrafını hem poz vermeden hem de poz vererek çekmesine ses çıkarmamıştı.

Akşam on buçuğa yaklaşırken otel odasına geçmişlerdi. Önce Harry duş aldı, sonra da Louis. Bu sırada Harry laptobu açmış, çektiği fotoğrafları kaydetmeye çalışıyordu. Louis duş alıp, giyindikten sonra yanına gelerek yatağa uzandı ve başını onun bağdaş kurduğu bacağına yasladı. Harry'nin eli hemen saçlarında gezinmeye başlamıştı.

Harry göz ucuyla Louis'nin açılan beline bakıp, sinsice parmağını orada gezdirmeye başladı. İlk başta irkilse de Harry'nin muzip bir ifadeyle ekrana bakıyor oluşunu fark edince güldü ve o da ekrana döndü. Ara sıra fotoğraflara bakıyordu.

"Benin var." dedi Harry. Louis anlamadan ona bakıp, "Hm?" diye sordu.

"Tam belinde, kalçanın biraz üzerinde ben var. İki tane, nokta kadar."

"Bilmiyordum..."

"Sahi mi? Halbuki tüm gece oranı öptüm."

Louis kızarmış suratını onun dizine bastırırken Harry sırıtarak saçlarını okşadı. Bu kez Louis'nin telefonu çaldı ve komodinin üzerinden alıp ekrana baktı. Kuzeninin aradığını anlayınca huzursuzca kaşlarını çattı. Kuzenleriyle olan telefon konuşmaları hep öfkeyle sonuçlanırdı.

"Bence açmalısın Lou, önemli bir şey olabilir. Önemli değilse de geçiştirmiş olursun."

Louis iç çekti ve aramayı yanıtlayıp kulağına götürdü. Daha ağzını açmadan, "Neredesin sen?!" diye bağıran kuzeniyle karşılaşmıştı.

"Bana bağırma, ne var?"

"Ah tabii, beyefendi birden özgürlük meraklısı oldu! Bana bağırma, bana karışma, bana bir şey deme! Her şeyi sen biliyorsun ya çünkü!"

Louis dişlerini sıkıp sakin olmak için gözlerini yumdu. "Ne var dedim sana?"

"Tabii, olan biten hiçbir şeyden de haberin yok ki!"

Endişeyle yerinde doğrulduğunda Harry destek olmak istercesine dizini okşamaya başladı. "Ne oldu?"

"Hatırlarsan arkanda bırakıp kaçtığın bir teyzen var, Louis. Sormuyorsun, etmiyorsun ama bil; annem kalp krizi geçirdi!"

- -

Efendime söyleyeyim 4 bölümümüz kalmıştır finale, bilginize...

Продовжити читання

Вам також сподобається

1K 80 4
"... uyuyamıyorum barış, benim için piyano çalar mısın?" 130823 / fırbar, fanfic.
437K 24.7K 47
Siz: Selamünaleyküm beyefendi Hayırlı Doktor Kısmet: Aleykümselam, kimsiniz? Siz: Teravihte annenizin numaranızı verip, doktor oğlum diye övdüğü kişi...
1M 56.1K 39
(TAMAMLANDI) Gece yarısı ünlü bir oyuncuya şarkı sözü yazarsanız ne olabilir ki? Ünlü oyuncu ve avukatın hikayesi... @bendenizeliff: Orda her kiminl...
134K 2.2K 6
"Ateşle oynuyorsun Madie." "Yanalım o zaman Bay Styles." × × × × harry styles fanfic*